Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Öne Çıkanlar 30 sene önce Taksim’de bir bodrum katta Türkiye değişti: Power FM’in sözlü tarihi

        Gözlerini yeni yeni dünyaya açan, yabancı dergileri takip eden, yabancı müzik dinleyen biri için 90’lı yılların hemen başındaki Türkiye çöl gibiydi. Ama çölde su bulmuş gibi heyecanlı ve umutluyduk da bir yandan. Bir değişim başlamıştı. Blue Jean dergisi, Ömer Karacan’ın programları adeta bir gençlik hareketinin gelmekte olduğunun habercisiydi.

        Ve-Ve-Ve…Vakkorama.

        Taksim’de tam 40 yıl önce 1982 yılında açılan bu mağaza gençliğin buluşma merkeziydi. Paramızın yettiği bir ürünü almak, Swatch saat takmak, paketi içinden daha pahalı hediyelere sahip olmak bile bir başka dünyanın da olduğunu, bu enerjinin burada sınırlı kalamayacağını hissettirirdi.

        O yüzden Cem Hakko tam da Vakkorama’nın ortasında özel bir radyo kurmaya karar verdiğinde bunun Türkiye’nin tarihini değiştireceğini hissediyordum. Bildiğimiz hiçbir şeye benzemiyordu Vakkorama. Daha yayına çıkmadan Power FM de bildiğimiz hiçbir şeye benzemeyecekti; belliydi.

        Ben o yıllarda Vakkorama’nın ortasında Power FM’in camından içeri bakan, Funky ‘C’ gibi kimi DJ’leri ta o yıllardan tanıyıp arkadaş olmaya çalışan, onlardan biri olmaya özenen, daha doğrusu onlar kadar ‘cool’ olmak isteyen bir çocuktum. Geceleri aşık olduğumu düşündüğüm kızlara Zeynep’ten istek şarkı yollardım. Hafta sonları Cem Ceminay’a telefonla bağlamak için telefonu meşgul ederdim. Mr. Sonic’le röportaj yapmıştım. İstek şarkı için saatlerce radyonun başından kalkmazdım. Kulağımda bir Walkman, sabahtan akşama radyo dinlerdim. Yalnız olmadığıma eminim.

        Türkiye’nin de radyo günleriydi işte. Ben de eski radyoculardan sayılırım işte; en azından dinleyici olarak.

        O günler aynı zamanda ilk başarıya ulaşmış gençlik hareketi ve sivil itaatsizlik eylemine sahne oldu. Radyoculuk Türkiye’de hiçbir zaman sadece radyoculuk değildi. Vakkorama’nın içindeki stüdyonun camına anonslar ve şarkılar kadar eylemler, isyanlar, şöhretler ve ilk kadın başbakan bile yansıdı.

        5 Kasım 1982: Vakkorama’nın kuruluşu.

        5 Kasım 1992: Power FM’in yayına başladığı gün.

        Birinin üzerinden 40, diğerininkinden 30 sene geçmiş.

        Taksim’deki Vakkorama daha önce eşi benzeri olmayan bir mağazaydı.
        Taksim’deki Vakkorama daha önce eşi benzeri olmayan bir mağazaydı.

        *

        Bu yazı iki hafta boyunca yüz yüze, Zoom, Skype, WhatsApp veya telefon üzerinden o dönemin tanıklarıyla konuşarak hazırlandı. Saatler süren söyleşi kayıtlarından hem Power FM’in hem de Türkiye’nin o en heyecanlı günlerinin sözlü tarihini belgelemek istedim.

        Power FM’in sözlü tarihi aynı zamanda gençliğimizin de hikayesi.

        Kimse benden bunu yapmamı istemedi. Ama ben öncelikle o dönemin dinleyicisi olarak kendi kendime bu işe kalkıştım. Bir de bütün kazanımlarının sürekli unutturulmaya çalıştığı Eski Türkiye’nin kültürel mirasına sahip çıkmak için.

        *

        Söyleşiler okuma kolaylığı açısından kısaltılıp düzeltilmiştir. Arşiv ve bazı randevuların ayarlanması konusundaki yardımlarından dolayı Power FM yayın direktörü Burçin Acer’e katkılarından dolayı teşekkürler.

        I.

        Rallici olacaktı. Önce mağazacı, sonra radyocu oldu.

        CEM HAKKO (VAKKORAMA VE POWER FM KURUCUSU): Askerliğimi yapmış, tatil sonrası tam İsviçre’ye dönüp işe başlamaya hazırlanıyordum. Go-Kart’ta dünyada ilk 15’teydim. Orada devam etme, yarışçı olmaya doğru gitme seçeneğim vardı. Aynı zamanda üniversite bitirdiğim için iş görüşmelerine de başlamıştım. Babam [Vitali Hakko] her şeyi düşünmüş oysa.

        BÜLENT KORMAN (REKLAMCI): Vakko’nun ajansı Era’ydı. Cem okulu bitirip İsviçre’den Türkiye’ye gelip gelmeme konusunda tereddütlüydü. Bay Vitali de zeki bir adamdı, kendinden sonraki nesle aktarmak istiyordu Vakko’yu.

        HAKKO: Taksim’de Vakkorama’nın olduğu yeri gösterdi. Ortası bomboş mermer, hamamdı aslında. Bir anda bin metrekare, gençliğin geleceği, kendi hayallerimi yaşatacağım bir yer buldum. Atladım ortasına. Babam da insanları denizin ortasında bırakmayı sever. Olursa babam hem beni Türkiye’ye getirecek hem de beni Vakko’nun içine sokmadan bir şey yapıp yapmayacağımı görmüş olacaktı.

        BERNA SAĞLAM (VAKKO GRUP İLETİŞİM KOORDİNATÖRÜ): Gençlerin spor yaptığı, buluşabildiği, kültür matinelerinin olduğu, hayran oldukları insanların konuştuğu bir yerdi Vakkorama.

        HAKKO: Bir şey de harcamadık, mermer öyle kaldı, önüne stantlar koyduk. Café de yukarıdan, The Marmara’dandı.

        KORMAN: Vakko’yu biraz daha üst segmente çektik, Vakkorama için ‘genç yaşayanlar’ diye bir slogan buldum. Kültür Matineleri diye bir şey oluşturduk.

        Vakkorama’nın kuruluşundan 10 sene sonra Cem Hakko ilk özel radyolardan birini açıyor.
        Vakkorama’nın kuruluşundan 10 sene sonra Cem Hakko ilk özel radyolardan birini açıyor.

        “EN BÜYÜK TUTKUSU RADYOYMUŞ”

        HAKKO: Çarşamba akşamları 17:00’de satış duruyordu, herkese yastık dağıtıyorduk. Aklınıza kim gelirse gelip konuşuyordu. Ajda Pekkan, Kenan Doğulu, Hıncal Uluç… Zamanla Kültür Matineleri herhalde devrini doldurdu, belki de daha çok gence ulaşmak istedik.

        KORMAN: Cem’in hobilerinin, asıl ilgilendiği ve çok başarılı olduğu şeylerin bir çeşit birleştiği yerdir Vakkorama. Kayak, go-kart, windsurf’e düşkün biridir. Vakko için giderdik Paris’e, bavul dolusu CD’yle gelirdi. Her birini dinler, sabahlara kadar listeler yapardı. Az-buz bir iş değildir bu.

        HAKKO: Ben vinyl tutkunuydum. Swissair’in çantaları vardı, onda bütün vinyl’leri taşıdık. Her seferinde en az 30-40 tane. Champs-Élysées’de bir mağaza vardı, Türkiye’den bile bütün DJ’ler gidip oradan plak alıyordu. O mağazanın sahibini sonra Vakkorama’da çalışanımız olarak aldık. İyi bir arşiv de oluştu. Mağaza içinde müzik yapmak, defileler için müzik yapmak, arkadaşlar için müzik çalmakla başladım. Küçükken de DJ’liğim vardı Yeşilköy’de. Anne-babama akşam sinemaya gidiyorum deyip DJ’lik yapardım.

        KORMAN: En büyük tutkusu radyoymuş meğer. Bir gün radyo yapmak.

        HAKKO: Fransa’da yollarda ‘radyomu istiyorum,’ diye bağırdığımız günler vardı. O gün radyocu olacağım demiştim. Üç arkadaş bir gün oturuyorduk. Esat Edin önce Kemer Country Golf’ten bahsetti. Ali Karacan da basına girmek istediğini söyledi. Ben de radyocu olmak istiyorum dedim. Gençlik içimde kıpır kıpır, öyle başlamış oldu.

        “MODA KURULUŞUYUZ, RADYO NE ALAKA”

        SAĞLAM: Biz bir moda kuruluşuyuz, ne alaka diyen çok insan oldu. Buna mı efor harcanıyor diyen sert sesler vardı. Çok merak edenler de vardı. Ben Cem Hakko’nun ekibiydim, biz ona inanıyorduk. Eski ekipte batacak mı çıkacak mı gibi bakan da olabilir.

        HAKKO: Babam bir kere başkalarının önünde bana sert çıktı. Nedenini de biliyorum: reyon fazla düzenliydi, ona kızdı. Demek ki hiç iş yok, diye… ‘Baba beni azarlayacaksan, bağıracaksan aramızda kız,’ dedim. Hatta sonra spor salona bakıyorduk, hiç kimseye bağırmamış gibi havası değişmişti. O kısım çok rahat geçti. Ne zaman ki radyoyu açacağım dedim. O zaman ‘Ne radyosu,’ diye olay değişti.

        KORMAN: Kolay olmadı. Bay Vitali’nin şirketi Cem’e devredeceği belli. Power FM de Cem’in zamanından çalar mı endişesi oldu. Patron Bay Vitali’ydi. ‘Acaba’ soruları kafalardan geçti tabii.

        HAKKO: Babamın evine gittim, Betamax kasetten ‘Good Morning Vietnam’ filmini izlettireceğim. Babam daha başlar başlamaz uyudu. TRT’yi görüyorsunuz, koskoca bir bina var, senelerin binası. TRT’nin önünde radyo kuracağım diyen bir gence ne derseniz babamın tepkisi de bu olmuştu. Sonra sağa sola sordu, içlerinde Ferit Edgü de vardı, o da hemen yapsın deyince biz hazırlandık.

        SAĞLAM: Yurtdışında ne kadar iyi radyo istasyonu varsa uzun süre araştırdı, Londra, ABD, Paris, en çok izlenen radyolardaki formatlara baktı. Orada da olmayan şeyleri yapmaya çalıştı.

        “YARIŞ ARABAMI SATTIM, ANNEMDEN BORÇ ALDIM”

        HAKKO: Babama ya bana yardımcı olacaksın, vericiymiş, antenmiş diye, ya da ben ralli arabamı satacağım dedim. Arabayı sattım ama yetmedi. Annemden borç aldım. O zaman önce içecek firmalarına gittim. Biri sadece Taksim ve Vakko civarına yayın yapacağımızı sandı. O kadar güzel bir dosya hazırlamıştık ki, sonunda bir tane içecek firmasından reklam aldım daha kurulmadan. Önemli rakamlarla çıktık, saniyemiz 10 dolardı. Bugün birçok radyo 10 TL alamıyor. Kendimi garantiye almıştım. Bugünün 50 bin doları mı neydi harcadığımız, çok değildi.

        SAĞLAM: Radyo Cem Bey’in çok fazla zamanını alıyordu, şirkette başka sorumlulukları da vardı. Bir gün Bay Vitali geldi yanıma, bana bir şey söyleyecek. Kapıyı kapatmak istedi, ödüm koptu. ‘Bence sen Cem Abini doktora götür, bu çocuk iyi değil,’ dedi. ‘Yanına gidiyorum, önündeki koltuğa oturuyorum, o sürekli tavana bakıyor,’ dedi. ‘Ya benden sıkılıyor, ya da kafası dolu ya da rahatsız.’ Sadece Cem Bey’in oturduğu yerden görülen o zamanlar daha kimsede olmayan 10 tane plazma ekran vardı. Bütün müzik kanalları açıktı ve her an gözü oradaydı. Bay Vitali’yi evhamlandırmıştı bu durum.

        HAKKO: Sabah 7:25’te, işçi gelmeden fabrikada iş başı yapmamız lazımdı. Akşam 17:00’ye kadar Vakko’nun işlerine bakmaya başlamıştım. 17:30 gibi Taksim’e Vakkorama’ya gelirdim. 20:00’de spora inerdim. Her gün geldiğim yer, buraya radyo kuralım dedik. Danışmanlar geliyor, nasıl yapalım, mikrofon burada olsun, iki cam yapılması lazım diye konuşa konuşa…

        HAKAN AKAY (PRODÜKSİYON SORUMLUSU): Bu iş biraz da Staras’ta başladı, Power FM’le beraber yürüdüler bu işe. Ben de Staras’ta DJ’dim, aynı zamanda organizasyonlarda çalışıyordum. Müziği biliyoruz ama radyo nedir bilmiyoruz. Stüdyolar kurulana kadar aylarca fabrikada çalıştık, sanki spikermişiz gibi çalışmalar yapıldı. Evlerde, sabahlara kadar parça seçimleri, bu parçaların programlara yazılması…

        ZEYNEP EVERİ (SPOR HOCASI): Vakko Gym’de ilk akşam aerobik derslerini başlatmıştım ben, sonra step benimle geldi. Cem Bey birçok derse gelirdi, benim derslerime de girerdi ve step’e bayılırdı. Hepimizin derslerde çaldığı ayrı müzikler vardı, bir de yaka mikrofonu kullanırdık. Benim de sesimi orada duydu.

        CEM CEMİNAY (RADYOCU): Ben Amerika’dan kendi radyom olsun diye döndüm, kendime de ortaklar bulmuştum. Ali Dinçkök, Cem Boyner gibi. Ama son dakikada vazgeçtiler. Cem Hakko beni buldu, Çırağan’da buluştuk. Ama ortaklık olmadı, iyi ki olmamış çünkü ortak olarak biraz zor bir adam.

        HAKKO: Birol Giray ve Staras’a bir ortaklık teklif ettim, bir süre sonra radyo işinde bir şey kazanamayacağız dediler… Peki verin geriye verin dedim.

        Vakkorama’nın olduğu alan daha önce üst kattaki otelin hamamı olarak kullanılmak için ayrılmıştı.
        Vakkorama’nın olduğu alan daha önce üst kattaki otelin hamamı olarak kullanılmak için ayrılmıştı.

        “ARABANIN RADYOSUNDA POWER DÜĞMESİNİ GÖRDÜM”

        ATİLLA ŞEN (POWER FM MÜZİK DİREKTÖRÜ): Yurtdışındaki kongrelere, festivallere, konserlere gittik, araştırdık. Radyoculuğun tam anlamıyla nasıl yapıldığını öğrenip o standartları ve kaliteyi Türkiye’ye getirdik.

        HAKKO: İsim arıyordum, arabada devamlı kaset veya CD çalardık, orada ‘power’ yazıyordu radyoda. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, dedim.

        EVERİ: Daha yayına başlamadan millet frekansı açıp bekliyormuş.

        CEMİNAY: 100 numarayı almak çok önemliydi. Diğer radyolar onu atladılar. Cem Hakko çok sevdiği için radyoculuğu, işinde titiz olduğu için 100 numarayı aldı ve bütün Türkiye’de aşağı yukarı 100 numara oldu. Oradan ayrıldıktan sonra da ‘Şimdi 100 numaradan çıktım başka yere gidiyorum,’ diye espri yapmıştım. ‘Yüzde yüz canlı, yüzde yüz tatlı, yüzde yüz heyecanlı’ oradan çıkmadır.

        EVERİ: Kapalı devre yayın yaptık önce mağazaya. Sonra ses dışarıdan nasıl duyulacak, İstanbul’un farklı köşelerine nasıl gelecek diye altyapıyı test ediyorduk. Hakan’la iki saat yayın yaptık, Cem Bey de köprüden geçerken ‘Bu ne güzel bir gece,’ diyormuş, ben de ona radyodan ‘Wonderful Tonight’ şarkısını yolluyorum.

        ŞEN: Kısa ve vurucu konuşmanın ne kadar önemli olduğunu kavradık. Müziğin arasına girecek DJ ve şovmenlerin her dakikasına, her saniyesine kadar hesabını yaptık. İnsanların ‘Ay ne diyor bu,’ deyip geçmesiyle ‘Aa ne güzel konuştu,’ diye kalması bir saniye. Aramıza katılacak arkadaşlara da 100 maddeden oluşan bir kitap hazırladık. Son maddesi ‘Ya eğlen ya kovul.’

        HAKKO: En son 101.’i madde var: Politika konuş ya da bunlara uyma kovul.

        Power FM stüdyoları Vakkorama mağazasının tam ortasına kurulmuştu.
        Power FM stüdyoları Vakkorama mağazasının tam ortasına kurulmuştu.

        II.

        Türkiye’nin başarıya ulaşan ilk sivil itaatsizlik eylemi

        HAKKO: Korsandık. İlk özel radyoyu Cem Uzan açtı, Ahmet Özal’la olan ortaklığından dolayı haziran ayının sonuna doğru yayına girdi. Hemen arkasından Genç Radyo başladı. Genç Radyo çok önemlidir.

        OSMAN ATAMAN (GENÇ RADYO KURUCUSU): Genç Radyo’da dokuz kişilik adı üstünde genç bir ekiptik. 18-27 yaş arası tiplerdik.

        OKAN TANŞU (GENÇ RADYO EKİBİNDEN): Trabzonlu çok köklü bir ailenin oğludur Osman. Aile o zaman siyasetin de içinde olduğu için onda bir deli cesareti vardı. Bizler alelade ailelerin çocuklarıydık ama inanıyorduk yapabileceğimize. Bizde de vardı o deli cesareti. Londra’dan yayın yapıyoruz diye Levent’ten atıp tutmak eğlenceliydi.

        ATAMAN: İbrahim Cevahir’in oteli vardı, çatısına radyo anteni kurmak istiyordum. Yanımda da kıramayacağı biri vardı, bizi şantiyeye yolladı. Vericilerimizi kuran arkadaşımız senin arabanın teybi kızaklı mı deyip vericiye bağladı, radyoyu kasetten yayına verdiler. Bir gün kasetle devam edemeyeceğimiz ortaya çıktı. Canlı yayına geçelim diye stüdyo yeri aradık ve bulduk. Etiler girişinde bize daireyi bulan emlakçı Hakan Ural. Ev sahibimiz de TRT ve Star’ın eski genel müdürü, o sırada ANAP milletvekili Tunca Toskay’dı. Onun evinden radyo yayını yaptığımızı hala bilmiyor. Hiç Londra’da olmadık ama ‘Yayınlarımızı Londra’dan adını masum ve mahzun verdiğimiz iki uydu aracılığıyla iletiyoruz,’ dedik.

        MELTEM CUMBUL (OYUNCU, SUNUCU): 1991’de Londra’da Royal Shakespeare Company’deyken bir yandan da TRT’de Ömer Karacan’ın yapımcılığında ‘Genç Çizgi’ programını sunuyordum. Onlar da radyo kuruyorlardı ama yasa çıkmadığı için aslında herkes korsan yayıncılık yapmaya başlamıştı. O sırada Kanal 6’dan bir teklif aldım. Onlar da radyo kuracaklarını söylediler, önceliği onlara verdim ve Radyotek’in kuruluşu için Londra’ya gittim. Biz gerçekten Londra’da kanalın yanından yayın yapıyorduk ve herkesten önce yayına girdik.

        HAKKO: Biz de hazırdık ama mağaza içi yayın yapıyorduk. [Başbakan] Demirel’in açıklamasını bekledik. Ne zamanki ‘Artık bu radyolar ‘de facto’ olmuştur,’ dedi, hemen birkaç gün sonra, 5 Kasım’da yayına girdik. 5 Kasım benim Vakkorama’nın anahtarını babamdan aldığım gündür. Bu sene de 5 Kasım’da Vakkorama’nın anahtarını kendi oğluma teslim edeceğim.

        “BİZ DEVLETİZ, KAPATIRIZ”

        ATAMAN: Daha düşünce aşamasında bile Anayasa suçu işleyecektik. TRT tekeline aykırıydık, telsiz yasasına aykırıydık, TRT yasasına aykırıydık. Vericileri de Türkiye’den alamayacağımız için ya kaçak yolla birinden alacağız ya da kaçak yolla biz getirecektik. Suç ortağı önemlidir, dolayısıyla hiçbir zaman Power FM’e ya da başkalarına rakip gözüyle bakmadım.

        HAKKO: Altı ay sonra mağazanın içine ellerinde sigaralarla 18 kişilik dumanlar içinde bir grup girdi. Ben arka kapıdan gittim Beyoğlu’na geziyorum ama dünyam bitti. Mühürlediler.

        CUMBUL: 1 Nisan’da bütün radyolarla birlikte bizim Radyotek de kapatıldı. Yasa da daha çıkmamış, ben Türkiye’ye geri dönüş sağladım. İlk röportajım da Blue Jean’de çıkmıştı, radyolar kapanınca ‘Meltem Sustu’ diye başlık atmışlardı.

        ATAMAN: İki tane başarısız kapama girişim oldu. Bir tanesi Eylül ayındaydı. Biz apar topar organize ettik, Ankara’ya gittik. Demirel kapatmak istemiyordu, MGK baskı yapıyordu. O ilk denemeleri atlattık. Ocak ayında ikincisi İçişleri Bakanlığı genelgesiyle geldi, onu da atlattık. Üçüncü genelde 1 Nisan’da geldi, Ulaştırma Bakanlığı’ndan.

        HAKKO: Kurban Bayramı’ndan bir gün önce kapandık. Demirel kapatıyoruz dedi. Biz de kapatamazsınız, çünkü TV’leri de kapatmanız lazım dedik. Bugün hala radyo ve TV tek kanun altında geçiyor. ‘Yok TV’leri kapatmayacağız,’ dedi.

        ATAMAN: Ali Karacan tüm saflığıyla ‘Ben uydudan yayın yapıyorum, kapatamazsınız,’ diyordu. Ali’nin dizine vurdu Demirel. ‘Ali, biz devletiz, istediğimiz gibi kapatırız,’ dedi.

        “MÜHRÜ HAFİFÇE SÖKTÜK”

        HAKKO: Mührü hafifçe söküp mağazanın içinde yayın yapmaya başladık. Ve orada kuvvetlendik. Yayıncılığı daha iyi anladık. Fransa ve Amerikan radyolarından kasetler geliyordu, o kasetlerden öğrenmeye çalışıyorduk. Bu arada çalışmaya başladık, siyah kurdeleleri antenlere bağladık.

        ROXANNE YURCHAK (DJ): Bizi hiç işsiz bırakmadılar, hepimize Vakko’da iş buldular. Beni de Swatch’ta işe aldılar. Swatch o sırada Paris’te bir sunum yapıyordu Jean-Michel Jarre’la, oraya yolladılar. Radyolar açılınca dönecektim, ‘Biz senden çok memnunuz, burada çalışmaya devam et,’ dediler ama benim işim radyoculuktu.

        ATAMAN: Siyah kurdele eylemi The Marmara’da başlarken ben irticalen konuşuyorum, Power FM yayınlıyor, bütün radyolar da ondan alıp yayınlıyor.

        SEDEF KABAŞ (POWER FM HABER SPİKERİ): Cem Bey son anonsu benim yapmamı istedi. Ben özel günlerde özel metinler yazardım. 10 Kasım, 29 Ekim, 23 Nisan ya da Anneler Günü gibi… O kalemimin gücüne de inandığı için son anonsu da benim yazmamı istedi. İçten bir metin kaleme aldım, o da onay verdi. O son anonsla Power FM’in son yayını yapıp dinleyicilerimize veda ettik.

        ATAMAN: Bir saat içinde bütün Türkiye’yi hükümete karşı eyleme geçirdik. Taksiciler trafiği kilitledi. Başbakanlık ve bakanlıkları faks yağmuruna tuttuk, özgürlüğün sesini kıstırmayın diye bir sayfalık ortak mesaj yayınlattık her yerde.

        HAKKO: Radyomu istiyorum diye çalıştık, gençler ayaklandı, derken Tansu Çiller başbakan olacağı zaman ‘Oğlum da radyosunu istiyor,’ dediğinde biz onun altyapısını yapmıştık. Onunla konuştuk. Defalarca söyledik…

        TANSU ÇİLLER (DYP GENEL BAŞKAN ADAYI): Bu bizim programımızdı. Milletimizin önüne koyduğum programın yani başbakan seçilme sürecinde, bunun için geliyorum dediğim şeylerin bütünüydü aslında.

        “DENİZ GEZMİŞ’İN ASILDIĞI SUÇUN AYNISIYDI”

        ATAMAN: Demirel’den sonra DYP’de liderlik yarışı başladı. Star TV’de bütün adayların katılacağı bir açık oturum vardı. İsmet Sezgin ağır abi durumundan katılmadı. Ben Bedrettin Dalan’ı işledim. Çiller’e söyleten arkadaşımız Genç Radyo takımındaydı ama aynı zamanda da DYP’de genel sekreter yardımcısıydı. Bir başkası da Köksal Toptan’a söyletti. Ben ilk kez Dalan ekranda ‘Radyomu istiyorum,’ der diye bekliyordum. Biri orada söylerse diğerleri de boş durmaz, onlar da söyler diye hesap ediyorduk. Sonra Tansu Hanım söyledi ve bütün sempatiyi o topladı. Diğer ikisi de hiçbir şey söylemedi.

        ÇİLLER: Yeni Türkiye için atılacak adımların altyapısıydı. Dolayısıyla, özel TV’leri ve ‘Radyomu İstiyorum’ diye çıkan akımı başbakan olma sürecimde destekleyerek çıktım. Dedim ki bu çok önemli, Türkiye demokrasisini geliştirecek bir şey; gençlerin hakkı bu. Onların özgür bir ülkede, birey haklarının daha ileri düzeye gidebileceği, hür ifadenin olacağı, özgürlüklerin yükseleceği bir ülkede yaşamalarını hayal ediyordum.

        HAKKO: Açıldığımız 5 Kasım akşamı acayip bir parti vermiştik. Beş-dört-üç-iki-bir yayındayız diye geriye saymıştık. İkinci kez çok korkarak açtım. Kimse gelip mührü sökmemişti. Tansu Çiller başbakan oldu ama… Korktuk, o heyecanı yaşayamadık.

        ÇİLLER: Türkiye bütün bunları yaşarken bunların ne kadar büyük, aslında devrim niteliğinde olduğunu hissedemedi. Çünkü bir yanda PKK ile mücadele etme, bütün kaynakların oraya aktarılması, bir yandan ekonomik kriz devralmışız, onunla cebelleşiyoruz ve koalisyonlarla idare etmeye çalışıyoruz. Bütün bunların içerisinde Türkiye aslında iletişim alanında çok büyük, adeta bir devrim yapıldığını hissetmedi.

        ATAMAN: 1992-1993 yılını hatırlatayım size, karanlık bir dönemdi. Uğur Mumcu cinayeti, Eşref Bitlis’in öldürülmesi, Sakarya-Hendek’teki faili meçhul cinayetler… Hükümete karşı devrim yaptık, Meclis bastık, eylem yaptık, hiçbirimizin başına iş gelmeden sonuç alarak bitirdik. Biz Anasaya’yı değiştirdik. Cebren anayasayı değiştirme suçu bu. Deniz Gezmiş’in asıldığı suçun aynısıdır. Uzun süre dillendirmedik bunu. 12 Eylül Anayasası’nı ilk delen harekettir. 1995’te üç-beş madde değiştirdiler diye bayram yaptılar. Stratejisi, doğru taktiği ve vizyonu olmayan bir şey sonuca ulaşmaz.

        ÇİLLER: Anayasa değişikliği için ciddi bir çoğunluk lazımdı. 450 kişiydik o zaman mecliste, bunu 300’ün üstünde bir oyla geçirmemiz gerekliydi. Benim başbakan yardımcım Erdal İnönü’ydü o zaman. Boğaziçi Üniversitesi’nde de hasbelkader beraber olmuştuk. Ben ekonomi, o fizik bölümünün başındaydı. Koalisyon içinde bir uyumumuz oldu, fakat milletvekili sayımız yetmiyordu. Meclis’te bir konuşma yaptım. Dedim ki ‘Hepinizin desteğini istiyorum. Bu Türkiye için, bu gençlerimiz için, bu özgürlük için, bu ifade özgürlüğü için, bu demokrasinin standardını yükseltmesi için. Buradan Türkiye dünyaya yayılacak.’ Çünkü arkasından benim yapacağım şeyler vardı. Uyduyu fırlatacaktım, bununla birlikte özelleştirmeyle PTT’nin T’sini ayıracaktım, bu özelleştirme ile kazanacağımız 20 milyar dolara Türkiye’nin bütün iç borçlarını kapatacaktım, ekonomik sıkıntı gidecekti. Bütünün içinde bunu yaptık ve gerekli oyun üstüne çıkarak meclisten referanduma gerek kalmaksızın bunu geçirdik. Bu kendi içinde gerçekten bir devrimdi.

        Cem Hakko
        Cem Hakko

        III.

        Türkiye popüler kültüründeki hemen herkes buradan geçti

        Meltem Cumbul’la tanıştığımda ya 17 ya 18 yaşındaydım. Tam hatırlamıyorum çünkü yaşımı gizliyordum. Önceki gün New York kaldırımlarında yürürken “Sahiden o yaşta mıydın?” dedi, hesap yapınca da gerçek ortaya çıktı. “Biz seni o zamanlar bayağı ciddiye alıp dinliyorduk.” Meltem Cumbul’la tanışmadan önce Meltem’i onu çok iyi tanıyordum. Radyotek’te Londra’dan yayın yaparken durmadan dinlediğim, daha tanışmadan arkadaşım olduğunu düşündüğüm bir sesti.

        Bir gün evlerde buluşacağımızı, sokaklarda dolaşacağımızı, doğum günleri kutlayacağımızı—doğum günü tıpkı Power FM gibi 5 Kasım—tahmin…ederdim. Çünkü insanın ünlüleri arkadaşı zannetme yanılsamasının en kolay yaşandığı yer radyo. Dinleyici radyo DJ’iyle kolaylıkla parasosyal ilişki kurabiliyor. Onu arkadaşı, ailesinin bir parçası zannedebiliyor. Kızıyor, seviyor, aşk yaşıyor, nefret ediyor, saldırıyor bile: “Play ‘Misty’ For Me” canım.

        DJ’l aramızdaki bağ çok mahrem, çok özel. Düzenli olarak dinliyoruz, sesleri beynimizin içine kazınıyor, sadece bize özel konuştuklarını düşünüyoruz, cümleleri aklımızda kalıyor. Power FM’in istek hattını nasıl üzerinden yıllar geçtikten sonra sektirmeden hatırlamanın başka bir açıklaması olamaz. Aşık olduklarımın telefonunu ezberleyemem.

        Bugün hala Burçin ve Funky ‘C’yi dinlerken arkadaşlarımla konuşuyormuşum gibi hissediyorum. Hadi onları tanıyorum. Bay J ve Geveze’yle hiç karşılaşmamıştık, ama hem yazışırken hem konuşurken 40 yıllık dost gibi samimiydik. Bay J’ye “Görüşmeyi aslında uzatmak istiyorum çünkü bana özel program yapıyormuşsun gibi geliyor,” bile dedim.

        Radyonun büyüsü bambaşka.

        O Power FM stüdyolarından ya da yakınında yolu geçenler şu 30 yılda medyada, popüler kültürde, hatta iş dünyasında söz sahibi oldular. “Musti” diye bir genç üst katta yayın yaparken alt katta “Muzo” diye bir spor hocası “genç yaşayanları” çalıştırıyordu. O Musti’yi şimdi Mustafa Sandal olarak tanıyoruz. Muzo ise Türkiye’nin en vizyon sahibi iş adamlarından, Mac Gym, The Stay gibi markaların kurucusu, aynı zamanda film yapımcısı da olan Muzaffer Yıldırım.

        Kimler geldi kimler geçti, çok klişe bir tabir. Ama o klişeye en çok ihtiyaç duyduğumuz yer burası olsa gerek.

        Meltem Culbul ve Mr. Sonic (en sağda) radyonun ilk dönem star’larıydı. Ortalarında DJ Tan Atalar.
        Meltem Culbul ve Mr. Sonic (en sağda) radyonun ilk dönem star’larıydı. Ortalarında DJ Tan Atalar.

        “ESKİ PROGRAMLARI DİNLEYİNCE KENDİMİ YAKMAK İSTİYORUM”

        CUMBUL: 14 yaşındayken Sait Sökmen’de dans ediyordum, o zamanlar da Airport, Studio 54 gibi yerlerde gündüz matineleri vardı. Dan etmeye giderdik. Vakkorama bu kadar enerjisi yüksek gençleri ne yapalım, defilemizde bir sürü genç olsun istiyoruz diye bir yarışma açmış. Arkadaşlarım da beni yazdırmış, matineye gidiyoruz diye seçmelere soktular. Orada manken olarak seçildim ama üç gün üç gece defile olarak çalışmam imkânsız, babam falan hiç izin verecek tipler değil. Öyle kaldı. Cem Hakko bilmez bu olayı.

        BAY J (JERFİ BENVENİSTE, DJ): Ben profesyonel müzisyenim. Geveze’yle çocukluk arkadaşıyız, birlikte sahne yapıyorduk 1991 yılında. Osman Ataman tesadüfen izleyici olarak geldi.

        GEVEZE (JOZİ ZALMA, DJ): Klavyenin bir şarkıdan diğerine geçmesi için kart değiştirilmesi gerekiyor. Bu da bir dakika sürüyor, müşteri de bana bakıyor; tabak gibi duruyorum. Konuşmaya, biraz müşteriye sataşmaya, kendi yaşadığım hikayeleri anlatmaya başladım. Meğerse interaktif bir stand-up yapıyormuşum hiç bilmeden.

        BAY J: Osman bize ‘Sempatiksiniz, çok şirinsiniz, gelin siz de program yapın,’ dedi. Ne kadar vereceksiniz dedik, bugünün beş bin lirası dedi, hiçbir zaman da alamadık o parayı. Ama önemli değil, genciz ve kanımız kaynıyor, bilmediğimiz o şeyi çok yapmak istedik.

        GEVEZE: Yaptığımız programın eğlenceyle, komikle uzaktan yakından alakası yok. Takoz gibi bir şey yapmışız.

        BAY J: Dinleyince şimdi kendimi yakmak istiyorum. Korkunç programlar. O kadar kötüydük ki. Kelimelerle anlatmam çok zor. Dinleyip ağlamak lazım. Ama bir yerden başlamak gerekiyordu.

        “BEYAZ YAKA ADAYLARININ RADYOSU”

        ATAMAN: Power FM beyaz yaka ve beyaz yaka adaylarının radyosuydu. Beyaz Türk demeyelim, daha genç ve tiki tipler de olabilir; Cem’in arkadaş çevresi, reklamveren ve reklam ajansını, organizasyonları kattığımız için. Boğaziçi Üniversitesi’nde Uşak’tan gelmiş çocuk Power FM dinliyor. Elitistlikle alakası yok ama beyaz yaka adayı. İleride Türkiye’nin seçkini olacak ama o sırada aday.

        CUMBUL: Radyotek’te haberi kendimiz hazırlardık. Meteorolojiyi biz hazırlardık. Ses tonu değiştirirdik, o kadar. Çeviriler yapıyordum, söyleşiler yapıyordum. O kadar çok çalışıyordum ki sürmenaj tehlikesinden döndüm. Power FM profesyonelleşme yolunda adımlar atılmaya başlamıştı.

        HAKKO: İlk sene televizyona reklam verdik. Bir erkekle kız koltukta oturuyorlar, önce televizyon izliyorlar, sonra radyoyu karıştırıyorlar, bu arada üstlerindeki elbiseler çıkmış, ışık kısılmış şekilde Power FM’i dinliyorlar, [Sevgi Dolu Saatler] başlayınca da… (Gülüyor) Öyle bir filmi televizyonda gösteriyorduk biz.

        Zeynep Everi mağaza kapandıktan sonra yayın yapar, aşk şarkıları çalardı.
        Zeynep Everi mağaza kapandıktan sonra yayın yapar, aşk şarkıları çalardı.

        EVERİ: 22:00’de Sevgi Dolu Saatler’i yapıyorum. Çocukluğumdan beri aşk şarkıları, slow dinleyen biriydim. Edip Cansever bizim komşumuzdu Etiler’de. Özdemir Asaf da benim büyük babamın arkadaşıydı Bebek’ten. Orada tanışmıştım. Kendi yazdığım şiirler belliydi, Özdemir Asaf’tan, Ümit Yaşar’dan da okurdum. Fazla çalma sen konuş diyordu dinleyiciler ama gel de anlat.

        HAKKO: [DJ’lerle] tek tek çalışıyordum. Gece 12’lere kadar… Ben orada oturuyordum. Yayının başındaydım. Hiç müzik çalmadım ama her zaman içimde ‘Allah korusun giderlerse ben çalarım,’ diye bir his vardı.

        ŞEN: 1997 yılı, Diana ölmüş. Elton John da ‘Candle in the Wind’i onun için yeniden yorumlamış. O şarkının çıkışı için Paris’teki Virgin Megastore’da bir kilometre kuyruk var. Kuyruğun ikinci sırasında Cem Hakko bekliyor. İkinci sıradayım, kapı açılıyor diye arıyor. İçeri giriyor, CD’yi alıyor, uçağa biniyor, gelip önce bizde çaldırıyor. Böyle radyocuyduk.

        “OKAN BAYÜLGEN’İN MİKROFONUNU KAPATTIK”

        ÇAĞAN YÜCE (DJ): 24 yaşındayım. Bir arkadaşım bir partide kolumdan tuttu, ‘Gel seni Cem Hakko’yla tanıştırayım, bence sen süper program yaparsın,’ dedi. Cem Hakko da ‘Cumartesi gel Vakkorama’nın içinde radyoyu kuruyoruz, sesini test edelim,’ diye çağırdı. Sesimi beğendiler, radyofonik dediler. Hatta açılıştaki geri sayımı da bana yaptırdılar… Her şey bu kadar hızlı ilerledi.

        ŞEN: Okan Bayülgen bile bir gün bizde program yaptı. Radyo tabii televizyon gibi değil. Mikrofonu açıp hiç kapatmayınca biz kapatmak zorunda kaldık. O da dedi ki bu bana uymaz.

        CEMİNAY: Cem Hakko müzik seviyor, fazla konuşma sevmiyor. Çok zor oldu. Herhalde beni kaybetmek o an işine gelmezdi. Çok tutan bir şovdu. Radyoculukta tutan bir şeye dokunmayacaksın. Dokunduğun an bok olur.

        SAĞLAM: Radyonun ilk kurulduğu aylar boyunca insanlar dışarıdan gelip [Vakkorama’nın içindeki] o stüdyonun önünde kuyruk olup bakıyorlardı, içeride bir film oynatılıyormuş gibi. DJ’ler ne yapacağını şaşırıyordu.

        ŞEN: Camdan bakmadıkları zaman kahroluyorduk. İlk kim gelecek, kim bakacak diye beklerdik.

        YURCHAK: Galatasaraylı futbolcular Okan, Arif öğlenleri gelirlerdi o zaman Vakkorama’ya. Ben yayındayken el sallarlardı.

        BURÇİN ACER (VJ, DJ): Benim de hikayem biraz Vakkorama’da ‘Bunlar ne yapıyor diye camdan bakıp, ben de böyle bir şey yapmak istiyorum,’ diye başlıyor. Ben bu camın arkasında olabilir miyim, demiştim kendi kendime.

        “İSVİÇRELİ MUSTAFA, YANINDA SEREN SERENGİL”

        ŞEN: 1985 yılıydı galiba. Plaza’ya ‘İsviçreli Mustafa’ diye bir çocuk gelirdi. Yanında da Seren Serengil… Kabinde durabilir miyiz, diye sorarlardı.

        HAKAN AKAY: Bir gün radyoya bir adam geldi, ‘Merhaba ben Mustafa Sandal,’ dedi. Sonra hatırladım, ben DJ’lik yaparken yanıma geliyor, konuşuyorduk, muhabbet ediyorduk. Hadi program yapalım, dedi.

        HAKKO: Yayında Hakan Akay’la Mustafa Sandal konuşuyor, bu programa bir isim bulmamız lazım diye. Ben de isme karşıyım, burası benim parsellediğim yer olmasın diye. Yoldayım, Vakkorama’ya gidiyorum. Arayıp ‘İsim falan koymayın, nereden çıktı bu isim, benden izin almadınız,’ diyeceğim.

        AKAY: Telefon çaldığı zaman stüdyoda kırmızı ışık yanıyor, genelde de telefonlar Cem Hakko’dan geliyor. Bu olmamış, bunu çalmayın, diye. Tam isim bulalım diye konuşurken ışık yanınca Musti dedi ki ‘Kırmızı Işık olsun.’ Ben konuşmam, sadece çalıyorum. Fakat bir şey söylüyor, dayanamıyorum; mikrofonu açıp yanıt veriyorum. O iyi oldu. Herkesin hoşuna gitti.

        YÜCE: Musti bir gün radyoda kendi kendine ‘Bandıra bandıra ye beni,’ diye rap yapıyor, Yonca Evcimik duyuyor, dinliyor, şarkı yapalım diye arıyor ve onu Yonca’ya şarkı yapıyor. Ondan sonra biz öğrendik ki aaa kendi albümünü çıkaracak.

        ŞEN: ‘Bu Kız Beni Görmeli’nin girişindeki beat Power FM’den çıkmadır.

        “CEM CEMİNAY’I KEŞFETTİM”

        GEVEZE: Power FM açıldıktan sonra ‘Abi duydunuz mu, Mr. Sonic diye bir adam yayın yapıyor,’ dediler. Sonra Cem Ceminay’ı keşfettim…

        CEMİNAY: Radyoculukta ‘morning show’ şimendifer şovdur. Sabah programı iyi olan başı çeker. Ben de kendi ‘morning show’umu yapmak istiyordum ama Power FM’de önce akşamları 19:00-20:00 arası Showtime diye bir programla başladım. Benimki müzikli bir talk-show’du. İnsanlara moral veriyordu, coşturuyordu.

        GEVEZE: Radyoculuk konusunda sahip olduğum yeteneklerin yüzde 50’den fazlasını ondan öğrendim.

        CEMİNAY: Hafta sonları sabah programı yapmaya başladım. Zamanla yan karakterler monte edildi. Memduh’u Vakkorama’nın tuvaletinde buldum, orada temizlikçi olarak çalışan bir elemandı. Uğur ise 100 kişinin taklidini yapıyor, taklidini yaptığı kişinin karakterine bürünüyordu, ona Panel Uğur dedik. Hıncal Uluç bize geldiğine bir onu konuşturdum bir Hıncal’ı, hangisi gerçek diye… Bilemediler. Kürşat Başar bizde yorumcuydu. Burundan çıkan, ‘nasal’ bir ses tonu vardır. Onu taklit edince Cem Hakko’ya şikayet etmiş. ‘Ne yapabilirim benim de taklidimi yapıyorlar,’ demiş. Cem Hakko’nun bile taklidini yaptı.

        Mr Sonic genelde maymunuyla yayınlara gelirdi.
        Mr Sonic genelde maymunuyla yayınlara gelirdi.

        “KOMİSER BİZİ KOVDU”

        EVERİ: Mr. Sonic çok tatlı biriydi. Kıbrıs’ta Bayrak Radyo’dan çalışmış, İngiliz İngilizcesiyle yayın yapardı. Maymunu vardı, omzunda dururdu. Dişi bir maymundu ama adı Fred’di. Bütün kulaklık kablolarımızı kemirdi, mikrofona bağırır çağırırdı.

        CEMİNAY: Bir akşam Power FM’in Andromeda’da bir gecesine gittik, içtik içtik. Çıkışta benim araba yok. Biz de karakola gittik. Ben, Mr. Sonic, maymunu, kız arkadaşı—bir tek o ayık. Komiser baktı ‘Siz biraz içtiniz mi?’ dedi. İçen adam ne der? ‘Hayır,’ dedik. Yüzler kıpkırmızı, bir de omuzda maymun. İçmedik der demez Sonic’in cebinden bir votka şişesi düştü. Tabii bizi kovdular oradan. İşin kötüsü bir de gecenin 3’ünde radyoya gidip yayına girdik, Cem Hakko aradı çıkın oradan diye.

        ŞEN: Ben Kraftwerk hastasıyım. Asım Abi de biz Etiler’deyken Krafwerk yapardı, ağzıyla gitar çalardı. Yıllar içinde ‘Delikanlı Şov diye bir program yapacağım,’ dedi, çok başarılı oldu. Bir gün ofiste oturuyoruz. Bende de kağıtları katlama hastalığı var, kağıdı bir katladım. O sesle bir baktım Asım Abi yerde yatıyor. Bu ses meğer onun tikiymiş. ‘Ne olur yapma, ne olur yapma,’ diyor.

        CEMİNAY: Asım Can Gündüz’le yaptığımız program efsane olmuştu, vampir taklidi yapmıştı ve vampir olarak stüdyoya geldi. Bizden sonra programı olan Mr. Sonic bana geldi, ‘Benim canıma okudun, şimdi millet benim programımı dinlemez,’ dedi.

        “NE HALİNİZ VARSA GÖRÜN DEYİP ÇIKTIM”

        GEVEZE: Radyo Klas’ta çalışıyordum, ama yabancı müzik çalan bir radyoda daha farklı bir şeyler yapabileceğimi düşünüyordum. Number 1 FM’in sabah programı boşalmıştı. Amerikan tarzı bir program istediler benden. Seni sadece kızlar arasın, dediler mesela. Radyo hayatım boyunca bunun hep doğru olduğunu gördüm. Daha tempolu konuşmamı istediler. O dönem ne istediğimi fark etmeye başladım.

        BAY J: Geveze 1999’da Number 1’da sabah şovu sunarken askere gitti. Sponsoru da ‘Bay J sunarsa devam edeceğiz,’ dedi. İki sene çok iyi gitti işler. Cem Ceminay’ı da geçtik. Ama maaşımı doğru dürüst alamıyordum. Çok zor durumda olduklarını geçim sıkıntısı yaşayan birine anlatılmayacak bir şekilde anlattılar. Kalbimi kırarak paramız yok dediler. Bu gerçekten yetenek isteyen bir şeydir. Ben de ne haliniz varsa görün, deyip çıktım. Yüzde 100 daha fazla para veren Power FM’e gittim.

        GEVEZE: İnsanların yaptıkları işlerin karşılığında çok daha iyi paralar kazandığı dönemdi. İki sene evvel o dönemlerde yazılmış bir notu buldum. 1996 yılında kazandığım para 2500 dolar. Bugün o kadar kazanmıyorum. O zamanlar yaptığımız işin daha fazla parasal karşılığı vardı.

        “AMERİKALI SİYAH BİR DJ OLDUĞUMU DÜŞÜNÜRLERDİ”

        DJ FUNKY ‘C’ (CEM NADİRAN, DJ): 1989’da ailece Amerika’dan Türkiye’ye kesin dönüş yaptık. Türkiye’de otelcilik okuyordum, staj dönemindeydim. Power FM’in açtığı ilk DJ yarışmasına katılmak için kardeşim ve rahmetli babamla Taksim Vakkorama’ya gittik. Orada formları doldururken kardeşime ‘Ben bu şampiyonada Türkiye birincisi olacağım ve bu stüdyolarda çalışıp yayın yapacağım,’ dedim. O da ‘Hadi ya,’ derken kendi aramızda iddialaştık.

        ŞEN: O yıllarda çok popüler kulüpler vardı, Taxim Night Park gibi. Funky ‘C’ de paten kayardı, gelir içeri almazlardı. Ben de bunu içeri alın, ambiyansı çok iyi yapıyor derdim.

        DJ FUNKY ‘C’: Ben graffiti sanatçısıydım, gidip duvara Cem Nadiran diye adımı yazmıyordum. Sprey boyayla attığımız imzayı DJ Funky ‘C’ olarak atıyordum. Funk hastasıydım, funky’nin anlamı o zamanlar başkaydı. İlk başlarda İngilizce program yapıyordum, benim de siyah bir DJ olduğumu düşünürlerdi. Çünkü New York’tan gelen aksanım, rap kökenli olmam, Elizabeth, N.J.’den çıkmam, Uptown Manhattan’da yaşamam… Hepsi birer etkiydi.

        ŞEN: Türkiye’nin ilk DJ yarışmasını yaptık ve orada birinci oldu.

        DJ FUNKY ‘C’: Finale kalanlarla aramda bir fark vardı. Ben pikapları müzik enstrümanı olarak kullanıyorum. Hatta yarışmada bir arkadaşımızın kaset kullanmasına itiraz etmiştim. Direkt radyodan iş teklifi aldım ve hayatım bir yayıncı olarak devam etti. Amerika’da ortaokuldan liseye geçtiğim dönem hata sonu beni etkileyen DJ’lerin hissettirdiğini Türkiye’de paylaşmak istedim. Ben hep ‘scratch’ yapayım, müzik çalayım, müzikal anlamda orada olayım istedim.

        Dinleyiciler Vakkorama Cafe’de DJ’lerle buluşurdu. Soldan üçüncü Zeynep Everi, en sonda Cem Ceminay, oturan tesadüfen radyo star’ı olan Memduh.
        Dinleyiciler Vakkorama Cafe’de DJ’lerle buluşurdu. Soldan üçüncü Zeynep Everi, en sonda Cem Ceminay, oturan tesadüfen radyo star’ı olan Memduh.

        “AMERİKAN AKSANIYLA TÜRKÇE”

        YÜCE: Yurtdışından gelen bir eğitmen ‘Ya senin bir radyo kişiliğin vardır, bambaşka birisindir,’ dedi—ki Cem Ceminay ve Geveze buna çok iyi birer örnek. ‘Ya da tamamıyla kendisindir, radyodaki başarı budur.’ Benim konuşmamı bozmak istemediler, radyo tamamen en doğal halimle olabileceğim ortamı verdi. Arabada giderken yanında oturup konuşuyormuşum gibi konuşuyordum.

        CEMİNAY: Amerikan aksanıyla Türkçe konuşuyor lafı palavra. Sadece İngilizceyi çok iyi konuştuğum için bu damgayı vurdular. Burada herkes özenti olarak herkes İngilizce konuşuyor ya, ben dalga geçmek için şov sırasında böyle konuştum.

        DJ FUNKY ‘C’: The Marmara’nın altındaki stüdyolardan çıkıp oteldeki toplantı odasında artikülasyon ve diksiyon dersi aldık. Türkçem epey kırıktı. 1993 yılındaki yayınları dinlediğim zaman nasıl çıkarmışlar, nasıl konuşturmuşlar diyorum.

        ŞEN: Biz çok sıkı eledik. Hâlâ öyle bir kurulumuz var ki, oradan geçene helal olsun diyorum. En azından İngilizce telaffuzun iyi olması lazım. ‘Maykıl Cakson’ demekle ‘Maykıl Ceksın’ demek arasındaki fark gibi.

        “YAYINDA ‘A… KODUĞUMUN TELEFONU’ DEDİM”

        DJ FUNKY ‘C’: Hafta sonları çok farklı yayınlar oluyordu. Memo Garan, Sinan Çetin, Çağan’la Turkcell Türkçe Pop, Cansu Akbel’in programı… Mesela Onur Kim vardı, çok derin sesiyle konuşurdu.

        ŞEN: [Gece kulüplerinde] DJ’lik yaparken tezgâhın altını doldurmuştum, karışık kaset satardım. Ya da istek parça için para verirlerdi. Neredeyse hiç maaşa gerek kalmazdı. Onur Kim beni çıldırtırdı. Metronom kasetleri vardı o zaman. Bizimkilerde anons yok, ama Metronom’da şarkıların arasına birden derin bir ses ‘Special one,’ falan diye giriyor. Kim bu, nereden çıktı!

        DJ FUNKY ‘C’: Yayında duyduğunuz sesiyle gündelik hayattaki sesi aynı değildi. Yayın sesini ortaya çıkarıyordu Pazar günleri. Çok derin, çok ağır konuşurdu. Adeta bir korku filmi edası verirdi. Seni de tetikte tutardı o diksiyonu, o anlatımı, ses tonuyla.

        ŞEN: Leasing yapıyordu, asıl adı Nihat’tı. Bir gün geldi bana, ‘Ben yedi, eşim de beş bin dolar kazanıyoruz,’ dedi. ‘Ama ben bu sokakta pantolonum çamurlansın istemiyorum,’ deyip Türkiye’yi terk etti. 22 senedir Avustralya’da yaşıyor.

        DJ FUNKY ‘C’: Bir kere yayında küfretmişti. Intro’ya bir şey ekleyeceğini zannederken yayın düğmesine bastım. Meğer bana bir şey söyleyecekmiş. Normal sesiyle küfür bastığında havadan yayına çıkmıştı.

        YÜCE: Funky ‘C’yi aradım, onunla bir kayıt yapmamız gerekiyordu ve prodüksiyon için bir yer lazım. O da yayında. Saat yok, yer yok, şu saati o almış diye konuşurken bir ara ‘Dıııt’ diye bir ses geldi. Stresli de bir konuşma. Sessizlik oldu, alo diyorum, ses gelmiyor. ‘A.. koduğumun telefonu,’ deyip kapattım. Bir düğmeye basmış, her şey kesilmiş, telefonu canlı yayına vermiş. Kendisi de duymuyor. Bir anda bütün Türkiye’de bir sessizlik oluyor. Rana [Erkan Tabanca] duyduğu zaman kaza yapıyormuş… (Sessizlik) Cem Hakko’nun haberi oldu… Bütün Türkiye’nin haberi oldu.

        “UZANLAR BİZİM FREKANSA KENDİ YAYINLARINI BASTI”

        CEMİNAY: Turkcell mi Telsim mi diye bir anket yaptık, bir farkla Turkcell çıktı. Bunun üzerine Uzanlar üzerimize geldi, 100.0 frekansının üzerine kendi radyolarını basmaya başladılar. Cem Hakko baskı altında, bu anket yüzünden yayın yapamıyoruz. ‘Ne yaptın,’ falan diyor. Başka patron olsa kovardı, yine de destek çıktı bana. O aralar herkes de Uzanlar’dan çekiniyordu. Bir Serdar Turgut yazdı, Power FM’e ne oluyor, diye.

        EVERİ: Stüdyoda dört tane CD player, iki de pikabımız vardı. Kenny G koyardım, şiir okumak için. O hazır. Bir tane kurtarma CD’si koyardım, bir tane ilk çalacağım şarkı, ikide de ikinci çalacağım şarkı. Genelde böyle hazırlıklıydım. Ama hala rüyalarıma giriyor. İkinci CD’yi bulamıyorum, ses çıkmıyor, yayına giremiyorum.

        HAKKO: Benim bağırdığımı hiç bilmezler. Herhalde gözlerimden ya da üzgünlüğümden bilirler. Enerjiyi bozar belki. İyi yaptın diyemem, çünkü her zaman daha iyisi vardır diye beklerim. Ona da üzülürler. Belki bir teşekkür beklerler, belki en fazla ‘Yaşa’ derim.

        Şöhretler, tehditler ve Türkçe Pop

        YÜCE: Radyonun dışında Ahmet San’la çalışıyordum, o yüzden bütün sanatçıları dinliyordum. Görüyorum, Türkçe Pop için doğru zamandı. Türkçe dinlemeyenlere de Türkçe programı yapacağım, öyle bir seçeceğim ki hiç sıkılmayacaklar, geçmeyecekler, boş yok diye girdim.

        CEMİNAY: Stüdyoya konuklar geliyor, Nilüfer oturuyor, Kayahan oturuyor karşımda. Oturup George Michael mı çalacağım. Onların şarkılarını çaldık tabii ki. Cem Hakko ona da müsamaha etti. Etrafının etkisinde kalan bir arkadaştır, benim gibi.

        BAY J: Bana çok özgür alan bıraktı. Sanırım güvendi. Yakın çevresindeki bazı insanların ona söylediği şeylerden çabuk etkilenen bir insan. Yakın çevresi de sevdiğini, tuttuğunu söyleyince dokunmamış olabilir.

        CEMİNAY: Herhalde dokunma dediler. O bir saat içinde bana o özgürlüğü verdi. En fazla bir saat tahammül edebildi zaten.

        YÜCE: Aylarca Cem Hakko’ya yalvardım. Programa başladık, altı ay içinde Turkcell sponsor olarak geldi. Herkesi çalmam, diyordum. Çok rahattım. Benden başka Türkçe müziğe hâkim kimse yoktu radyoda. İstediğimi çalıp istemediğimi çalmayacağım diyordum. Benim müşterime uygun değil diyordum. Böyle bir şımarıklık ve kibir vardı, tatlı bir şekilde yapmaya çalışıyordum. Ama yapıyordum.

        GEVEZE: Adını sanını duymadığımız cıvıl cıvıl gençler çıkıyor. Her hafta 50 tane yeni CD geliyordu, 50 tane yeni isim. Radyoda ilk yaptığım programda ‘Kim daha büyük olacak, Tayfun mu Tarkan mı,’ diye anket yaptım. Tayfun iki sene sonra yok oldu.

        YÜCE: Tarkan’ın Moskova’da konseri var, Cem Hakko’ya gidebilir miyim diye sordum. Git, dedi. DAT’la röportaj yapıyoruz. ‘Dün gece bir beste yaptım,’ dedi. ‘Sana söyleyeyim, yeni şeyler yapmak için heyecanlıyım.’ Bir anda başladı: İşte kuzu kuzu geldim… Biz bu kaydı aynen böyle radyoda yayınladık. Reha Muhtar an’ı gibiydi, ‘Az sonraaaa’ diye.

        Tarkan
        Tarkan

        HAKKO: Türkçe pop’unda sound’u değiştirmeye çalıştık, Avrupa standardını getirmeye çalıştık. ‘Kuzu Kuzu’yu yaptığı zaman Tarkan başka bir sound’du o. Bizim bir kere çalacağımız belli bir formatta, akustikte parçalar vardı. Onlar arasında anket yapıyorduk ve her parçayı çalmıyorduk.

        CUMBUL: O zamanlar Burak Kut’la çıkıyorum, Power FM de David Morales’le çalışmak istiyordu. ‘David Morales neden Burak Kut’un şarkısına remix yapmasın ki?’ dedim. ‘Derdim Var Anlatamam İnsanlara’ single’ı öyle çıktı; [Genel Müdür] Birol Giray, Burak Kut ve ben birlikte New York’a gelip David Morales’le çalıştık.

        “EROL KÖSE SİLAHLI ADAMLARINI YOLLADI”

        YÜCE: Sezen Aksu bir saat stüdyoya geldi; Goran Bregoviç’le yaptığı albümün tanıtımı için. Ama Tarkan bütün programların içinde en eğlencelisiydi. Bir saat bitti, radyo da dakiktir, haberler girecek. Hemen Cem Hakko’yu aradım, uzatabilir miyim diye. Uzat, dedi. Tarkan da kalırım dedi. Program bittiğinde Vakkorama’nın içinde kıpırdayacak yer yoktu. Polis geldi, kordon açtı, Tarkan’ı öyle çıkardık.

        ŞEN: Universal’ın başında Hasan Ferit Giresunlu vardı. ‘Bir çocuk var, bir şarkı yapmış, sen dinlesene,’ diye aradılar. Bir demo geldi. Sadece 45 saniye dinledim. ‘Her şeyi durduruyorsun, sadece ben çalıyorum,’ diye aradım. Bir çaldık, iki haftada hit oldu: Yalın’ın ‘Zalim’i.

        YÜCE: Asla bu radyoda Atilla Taş çalamaz diyorum. Canlı yayındayım, iki tane adam geldi. Kapıyı açtılar, silah çıkardılar. Erol Köse yollamış. Ben gayet sakin, ‘Şu anda canlı yayındayım, çıkamam; siz radyonun müdürüyle görüşün,’ dedim. Gittiler, tutturdular çalacaksın diye. İnatlaştık, sonra yıllarca küs kaldık. 10 yıl sonra Erol Köse bana ‘Bacım vergi borçları bile 10 yılda iptal ediliyor, barışalım,’ dedi.

        Tükçe dinlemeyenlere Türkçe dinleten Çağan Yüce’nin müziklerini Tan Atalar çalardı.
        Tükçe dinlemeyenlere Türkçe dinleten Çağan Yüce’nin müziklerini Tan Atalar çalardı.

        “MICHAEL JACKSON’IN YANINDA O ÇOCUK DA VARDI”

        RANA ERKAN TABANCA (née PİRİNÇÇİOĞLU, TURİZMCİ, DJ, MC): İstanbul’a geldiğinde Michael Jackson’ı gezdirmiştim. Havalimanında karşıladık, Fahir Atakoğlu bir şarkı yazmıştı; o piyano çaldı, çocuk korosu şarkıyı söyledi. Hatta o besteyi daha sonra Levent Yüksel de şarkı yaptı. O zamanlar Maslak’ta Mövenpick’ti, orada kaldı. Otelde sonradan belgesellere çıkan, bütün olayları anlatan o çocuk da vardı. İstanbul’u dolaştırdık biraz. Dolmabahçe Sarayı’na gittik, tuvalete girmek istedi; orada alaturka bir tuvalet, güvenlikçilere soruyor nasıl yapılır diye, ben iki bacağımı koyup gösteriyorum… Arabada ben bir türlü ben olamadım, o kadar heyecanlıydım ki…

        YÜCE: Dedim ki ne vakit geçirdin, anlat diye. Rana programa konuk geldi. Derken Cem Hakko da ‘Hadi program yap sen,’ dedi. Böyle radyocu oldu.

        TABANCA: Turizm işlerim vardı, çok yoğundum. O zaman ayda bir ‘Dolunay Geceleri’ diye bir programa başladım. Funky ‘C’ bana DJ’lik yapıyordu. İki saat boyunca biraz dolunay üzerine, hafif ezoterik, astrolojik bir programdı. Dolunay gecelerinde ben de kurda dönüşürüm… Sonra hoşuma gitti. 13 sene haftada beş gün, bir ara da altı gün, 10:00-13:00 arası Coffee Time diye bir programım vardı.

        CEMİNAY: İshak Alaton’la Haydar Aliyev birbirine birebir benzer. Alaton bize yayına geleceği gün ‘Azerbaycan Konsolosluğu’ndan,’ diye aradım. ‘İshak Bey çok özür dilerim, son dakikada bir şey oldu. Haydar Aliyev bu akşam Swissôtel’de bir davete gelip bir konuşma yapacaktı ama gelemeyecek. Konuşmayı yapmanıza gerek yok, ama siz orada bulunup protokolde gösterseniz. Biz size smokin de ayarlarız,’ dedim. ‘Benim kendi smokinim,’ var dedi, orada koptum zaten. ‘Çok benzediğimizi biliyorum,’ dedi. Bir gelip 10 saniye görünmesini, el sallamasını istedim. ‘Saat kaçta,’ diye sordu. 19:00’u kabul etti. ‘Nereye gidiyorsun ben Cem Ceminay, 19:00’da bana geliyorsun!’ dedim. Sonra geldiğinde dedi ki Murat Karayalçın daha önce ona yine Swissôtel’de bir davette ‘Sizi Haydar Bey sandım,’ demiş. Nasıl tutturmuşum ama.

        TABANCA: Daha yeni Beyoğlu’nda çıktığı yıllarda bir akşam Cem Yılmaz’a gittik. Kahkahalarla güldük. Bir bardak hikayesi anlattı. Ben de ertesi gün radyoda anlatıyordum, stüdyoda kırmızı ışık yandı. ‘Cem Yılmaz arıyor, bağlanmak istiyor,’ dediler. Birisi benimle dalga geçiyor diye düşündüm. ‘Bardak,’ deyince anladım, hakikaten dinliyormuş.

        “MADONNA’YA POWER FM DEDİRTTİM”

        YÜCE: Madonna konser günü erken geldi stada. Basın danışmanı ‘Seninle konuşmak istiyor,’ dedi, birlikte soyunma odasına gittik. Makyajı yapılırken yanında durmamı istedi, Madonna’yla aynadan birbirimize bakarak muhabbet ettik. Çok ayrıntılı sorular sordu: Michael Jackson konseri nasıldı, burada AIDS bilinci nedir, eşcinselleri algılama nasıl, ne kadar insan İngilizce anlayacak… Birkaç Türkçe kelime öğrettim. Benim de DAT kayıt aletim var, radyo için küçük röportajlar yapıyorum. Çok teşekkür ederim, dedi. ‘Benim için bir şey yapabilir misiniz?’ dedim. ‘Of course,’ dedi. ‘Merhaba, ben Madonna şu anda Power FM 100 dinliyorsunuz,’ der misiniz, dedim. Aynen benim dediğim gibi söyledi: ‘Hi, this is Madonna. You’re listening to Power FM 100.’ VIP’de Cem Hakko oturuyordu, ‘Madonna’ya Power FM dedirttim,’ dedim. Sonra Bettina söylüyor bana, ‘Cem heyecandan konseri algılayamadı bence,’ diye…

        Ricky Martin ilk kez İstanbul’da Power FM gecesinde sahneye çıktı.
        Ricky Martin ilk kez İstanbul’da Power FM gecesinde sahneye çıktı.

        ŞEN: Yurtdışındaki birçok firmaya özellikle üye olup, bunlara paralar ödeyip yayınlanmadan şarkılara sahip olmak için uğraştık. Ricky Martin’i öyle bulduk. Adamı bulduğumuz zaman diyor ki ‘Beni nereden buldunuz, daha şarkının remix’ini yapıyorum, yayınlanmadı bile.’

        HAKKO: Kuruçeşme’deki Pasha’da 1500-2000 kişinin davetli olduğu Beyaz Geceler yapıyoruz. Davetli olmayan giremiyor, davetli olanlar da onları geçemediği için giremiyor. O zaman telsiz, telefon da yok. O ona soruyor, o öbürüne söylüyor. O akşam Ricky Martin çıkacak. Birisi ‘Müziği başlat,’ diyecek, Ricky Martin’in şarkısı çalacak, o da sahneye çıkacak. Şarkı başladı ama biz Ricky Martin’e söylemeye unutmuşuz. Teknede bekliyormuş.

        TABANCA: İki şarkı söyleyecekmiş zaten, bozulmuş.

        ŞEN: İlk konserimi hiç unutmayacağım, dedi ama. Porto Riko dışındaki ilk konseri Pasha’ydı.

        CEMİNAY: Spice Girls’ü ilk ben çıkardım. Victoria da dahil hepsi… Çırağan’daki otel odalarında banda aldık. Türkiye’deki konserlerinde de onları ben sundum. Kısıtlı teknik imkanlar vardı, radyoyla bağlantısı pek iyi olmadı maalesef.

        IV.

        Bir cinayet, bir ölüm, bir patlama

        ACER: Ben önce Number 1 TV’de başladım. Ama bir buçuk sene boyunca radyoya demo’lar verdim, Emre Kuytu sonradan Power FM’e gidince bir kişilik yer açıldı. Ömer Karacan saati bana verdi, epey de destekledi. Benim mesaimin bir kısmı Number 1’da çalışmak, bir kısmı da Power ne yapıyor diye takip etmekti. Aynı saatte Akşamüstü Partisi’yle Emre vardı, onu çektiriyordum, dinliyordum; onu yapamıyorum bunu yapamıyorum diye kendime kızıyorum.

        YURCHAK: Emre Kuytu ve ben kuşağımızın star’larıydık. Hatta Blue Jean dergisi onu birinci, beni ikinci seçmişti. Radyoda erkek sesi hep daha sempatik gelir.

        Bir cinayetle katledilen Emre Kuytu dönemin en iyi radyocusu olarak kabul ediliyor.
        Bir cinayetle katledilen Emre Kuytu dönemin en iyi radyocusu olarak kabul ediliyor.

        “GELMİŞ GEÇMİŞ EN İYİ DJ”

        ŞEN: Emre Kuytu bence gelmiş geçmiş en iyi DJ. Beni çıldırtırdı Number 1’dayken. ‘Bu çocuğu alacağız başka yolu yok,’ derdim. Onda da bir ilk çalma hastalığı vardı. ‘Mariah Carey’i çalacağım, şimdi ambalajını yırtıyorum,’ dedikçe çıldırıyorum. Sony’i arıyorum nereden aldı bu çocuk diye, ‘Abi kapıda yatıyordu,’ diyorlar. Öyle sinir ederdi. Abi sinir oluyor musun, derdi. Sonunda transfer ettik rahatladık.

        ACER: Bir ara Ömer Karacan’la Emre Kuytu’yu çok karıştırırdık, çok benzer tonları. Bize çok rahat bir tarzda ve tonda çok yoğun bir bilgiyi verebilme özelliğini gösterdi. Ömer Karacan da öyleydi. Birçok dinleyiciyi bağlayan sıcak bir sesti. İşine çok hakimdi. Tanıyınca anladım zaten, bir manyaktı müzik konusunda. Çok da benzerinin geldiğini düşünmüyorum süreç içinde.

        DJ FUNKY ‘C’: Burçin hep rakipti. Centilmenlik anlaşmaları yapıldı, o radyodan ayrılanı o alamaz falandı.

        YURCHAK: Radyo 2019’dan bana teklif geldi. Çok büyük kavgalar oldu. Karşılıklı tehditleşmeler. Bırakmam, gidemezsin, alırım gidemezsin diye… Bir-iki ay Power FM’den çıktım, 2019’un açılmasını bekledim.

        GEVEZE: Kiss FM’in yöneticisiyim, Ali Karacan çağırdı. ‘Zeynep’i almanı istiyoruz,’ dedi. Love Zeynep… Power FM deyince insanın aklına Cem Ceminay’dan daha fazla geliyordu. Benim aldığım maaşın iki buçuk mislini falan vereceğiz. Zeynep beni sonuna kadar dinledi telefonda, hiç ağzını açmadı. ‘Cem Bey benim için çok özel biri, bugüne kadar onlarca şey yaptı, böyle bir şey için Cem Bey’i terk edemem,’ dedi.

        ACER: Emre ilk büyük transferdi. Futboldaki gibi iyi insanların iki-üç radyo içerisinde transferleri başladı. O zaman için hem verilen paralar, hem şartlar bayağı bayağı ekstra bir durumdu. Şimdi yanına bile yaklaşamayız.

        “ÇİLİNGİR ÇAĞIRDIK, EVİNE GİRDİK”

        EVERİ: 2003 yılında [oğlum] Caner’i 25. yaş doğum gününde [kalp spazmından] kaybettim. Amerika’dan dönmüştü, milli sporcuydu. Evlat kaybetmek çok zor. Toparlayamıyorsunuz önce; çok yıprandım. Psikolojik durumum çok bozulmuştu, ölmeyi düşündüm, beceremedim. O an oğlumla olmak istedim. Ama öyle olmuyor işte. Onu atlatmak mesleğimle oldu. Hatta Bay Vitali aradı, bana çok güzel destek cümleleri söyledi. ‘Biliyorum çok zor ama çalış çalış çalış,’ dedi. ‘O seni hayata döndürecek.’ Bir hafta 10 gün sonra gittim, yaptım işimi. Ama ağladım, zırladım, oralarda beni yerden kazıdılar ama yine müzik tedavi etti. Radyo bir sevgili gibiydi, bana bir parça izin vermiş orada beni beklemeye devam ediyordu.

        DJ FUNKY ‘C’: İngiltere’ye gitmek için tüm hazırlıklarını yapmıştı Emre. Her şeyini sattı. Sampler’larını ben aldım. Bütün kaydetmiş olduğu CD’leri bana hediye etti.

        EVERİ: Ocak ayında Caner’in ardından bir de Emre Kuytu katledildi. Birkaç gün sonra… Vakkorama’daki son senemizdi.

        DJ FUNKY ‘C’: Sevgilisi ‘Bugün Emre’yle buluşacaktık, evindeyim, kapıyı çalıyorum açmıyor, niye böyle yapıyor bu adam ben, ben sokakta kaldım,’ diye bana geldi. Sonra Emre Kuytu’nun ortalıkla olmaması üzerine gittik çilingir çağırdık, evine girdik… Çok kötü bir manzarayla karşılaştık. İnanmak istemiyorum hala.

        AKAY: İki gün önce oturup çorba içiyorduk Vakkorama’da. Şamata, gırgır yapıyorduk, uzaktan peçeteyi attım çorbasına düşmüştü, eğlencesine takışmıştık. Hep aklımda o var.

        ACER: Emre’nin küçük ev partileri olurdu. Getirdiği müzikler olurdu, onları arkadaşlarına çalardı. Bazılarına katılmıştım. Yaşasaydı herhalde şimdi bizden çok ileride, dijital dünyada öncü bir şey yapardı diyorum.

        TABANCA: Power FM dediğimde yüreğimdeki ağrı ve sızı odur. Çok çok özel bir çocuktu. Çok da gençti. O kadar gençti ki…

        “TAKSİM’DE BOMBANIN PATLADIĞI GÜN”

        CUMBUL: Yayından önce ve sonra The Marmara’nın café’sine giderdim, röportaj yapacağım kişilerle önce önden orada buluşurdum. Hem benimle yapılan röportajları orada verirdim, hem ben orada röportaj yapardım. Gitmediğim bir günde The Marmara’da patlama gerçekleşti. Tek gitmediğim gündü. Onu hiçbir zaman unutmam. O olaydan sonra biraz açıkçası Taksim’in tehlikesi, o kadar göz önünde olmamız, bir akvaryumun içindeyiz ama iki adım ötemizde bomba patlaması… Bu kadar ortada olmak, bu kadar el altında olmak… Radyotek’teyken Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, sonra Café Marmara’daki bombada Onat Kutlar’ın ölmesi bende artık gerçekten istediğimiz birçok şeyi söyleyemeyeceğimiz bir dönemin başladığını gösterdi.

        Burçin ve DJ Funky ‘C’ hala birlikte program yapıyorlar.
        Burçin ve DJ Funky ‘C’ hala birlikte program yapıyorlar.

        HAKKO: Önce Rumeli Caddesi’nde birkaç katlı bir Vakkorama açtık. Sonra alışveriş merkezleri açıldı. Akmerkez’de bambaşka bir mağaza yapmıştık. Artık Taksim’den çıkmak lazımdı. Vakko Gym’i çok erken kapatmış oldum, ona biraz pişmanım.

        YÜCE: Vakkorama’nın içinden çıktıktan sonra biraz o büyü kaçtı bende.

        GEVEZE: Vakkorama’da bir sene çalıştım. Bu benim hayal ettiğim, Amerikan filmlerinde gördüğüm radyo diyordum. İyi ki o stüdyoda yayın yapmışım diyorum. Bir daha nasıl yaşanabilir Türkiye’de biliyorum. Çok amatördük, çok çok çok amatördük. Hepimiz amatördük, artık çok azımız amatörüz. Ben hep radyo amatörü olarak kalmak istedim.

        TABANCA: Radyo Merter’e taşınınca biraz daha zor oldu, daha uzaktı. Hayat onun etrafında planlanıyor. Biraz profesyonelleşti her şey, biraz daha kutulara girdi.

        “OĞLUMUN ÖLÜM HABERİNİ ALDIĞIM GÜNKÜ KADAR AĞIRDI”

        EVERİ: 2016’da radyoculuk son buldu. Benim kararım değildi bu. Cem Bey isim söylenmeyecek dedi, programları kaldırmaya başladı. Sevgi Dolu Saatler nasıl kalkar diyorum… Nasıl üzülüyorum, ağlıyorum. Bence gereksiz bir bitişti. Caner’in haberini aldığım günkü kadar ağırdı. Cem Bey’e de e-mail’de yazdım bunu. Yollar oraya kadarmış, 25 sene.

        YÜCE: 10 yıl Turkcell Türkçe Pop’u yaptıktan sonra öyle bir kütüphane birikti ki bundan radyo olur dedim, ama o da beni bitirdi. Power Türk açılınca artık Power FM’de Türkçe programına gerek yok, dedi. Bitti. Tam o sırada hamileydim, kendi programımı seviyordum ve sırf Türkçe çalan bir radyoda aynı programı sürdürmenin bir manası yoktu. Öyle sonlandı. Çok aşırı bir tepki yağdı bitince; tuğla kadar kalın faks dosyam var.

        TABANCA: Seda Sayan’la aynı saatte program yapıyordum. O televizyonda, ben radyoda. Bir gün hastayken radyoya gitmedim. Birisi televizyonda ev hediye etti Seda Sayan’a. Bana da birisi Merter’e dolma getirmişti. O çok garibime gitmişti. Seda Sayan’a ne dolmalar, ne börekler gidiyordur kim bilir, diye düşünmüştüm. Zamanla lafım bitti. Gerçekten söyleyecek lafım kalmamış gibi düşündüm. Kitaplarım arabada çalınmıştı; oralardan laflar, hikayeler, ilham verecek sözler buluyordum. İki tane de çocuk büyüttüm bu arada. Kendime göre iyi bir anneydim. Zaman hepsi… Sanki o zaman daha fazla zaman vardı.

        BAY J: Müthiş bir aşk, müthiş bir sevgi… Ama nefretim, öfkem de var. Power FM’den nefret ediyorum deyip nokta koyamayız. Oradaki başarımız ve kazancımızın büyüsüyle ne kadar kısıtlandığımızı fark etmedik. Bana gelen reklamlarda oynama tekliflerini reddettim. Senelerce dublajdan çok iyi bir gelirim ve tanınırlığım olabilirdi, onu teptim. Power FM’den ayrılırken Cem Hakko’nun yanına gittim. ‘Gitme, bir şekilde çözeriz,’ dedi. ‘10 senedir yaptırmadığınız işlerin telafisi nasıl olacak?’ dedim. ‘O kadar istiyorsan yapsaydın,’ dedi. Bir bakıma doğru söylüyor. O kadar istiyorsam yapsaydım… Ama o da keşke izin verseydi. İçime attığım çok şey var. Neyse devamını anılarımda yazarım artık.

        Çocukluk arkadaşları Bay J ve Geveze’yi bir zamanlar ayrı düşünmek mümkün değildi.
        Çocukluk arkadaşları Bay J ve Geveze’yi bir zamanlar ayrı düşünmek mümkün değildi.

        “REAL MADRID’DE OYNAMAK GİBİ”

        GEVEZE: Dokuz senenin sonunda Power FM’de bir yöneticiyle anlaşamadım. Ben pasif agresif bir adamım. Dertlerimi söyleyemem. Cem Bey önce kabul etmedi, bir daha istifa ettim ve başka bir radyoya gittim. Onurlu geri çekilmeler vardır. Çok seviyordum Cem Hakko’yu, kişisel ilişkim bambaşka. Diğer taraftan da hayatımı idame ettiremiyorum, sürekli birini patrona şikayet etmek de bana uygun değildi. Başka bir radyoya geçtim. Dokuz sene sonra geri geldim.

        BAY J: Zeki Alasya-Metin Akpınar gibi olmuştuk ama Geveze’yle artık görüşmüyoruz. 52 yaşındayım, artık geçmişimdeki tüm arkadaşlarımla hala görüşüyor olmam sürpriz olur. Araya mesafeler giriyor, olaylar giriyor. Çocukluk arkadaşım; çok uzun süre hayat arkadaşlığı yaptı bana. Çok vakit geçirdik, çok eğlendik; o açıdan müteşekkiriz. Dedikoduluk bir durum da yok, çok ilginç bir durum da yok. Sadece yeni arkadaşlıklarımız var.

        ACER: Power FM’de çalışmak benim için Real Madrid’de oynamak gibiydi. Bir gün olsun ayağım geri geriye gitmedi. İçeri girerken sahaya çıkan futbolcu gibi hissederim. Bir tek gün olsun bugün de yayın yapıyorum demedim. Bu çok acayip bir şey, çünkü bunu dediğim yerler oldu. Sesim elverdikçe ve hafızam bana izin verdiği sürece ve ifade güçlüğüm olmazsa sonuna kadar devam etmek istiyorum. Hiç sıkılmıyorum.

        HAKKO: Burçin ne kadar izin verirse ben de o kadar devam ederim. (Gülüyor)

        CUMBUL: Bugün Power FM’de yayında olsaydım ne çalardım… Niye bir tane ama? Harry Styles’dan ‘Cinema.’ İkinci şarkı yine Birleşik Krallık listelerinden: LF System’dan ‘Afraid to Feel.’ Bir tane daha: Elton John ve Britney Spears, ‘Hold Me Closer.’ Hadi Top 5 yapalım… Bir tane da Türkçe: Mustafa Sandal’dan ‘Aya Benzer.’ Ve son olarak da tabii ki Kate Bush ve ‘Running Up That Hill.’

        ÖNERİLEN VİDEO
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ