Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Politika Binali Yıldırım - Ekrem İmamoğlu yayınına ilişkin yorumlar

        Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu yayının ardından Nihal Bengisu Karaca ve Oray Eğin'in yazıları:

        NİHAL BENGİSU KARACA

        Münazaranın yasak olduğu münazara

        Halk nefesini tutmuş Binali Yıldırım-Ekrem İmamoğlu yayınını bekliyordu.

        Didem Arslan Yılmaz’la Habertürk’ün ülke gündemine soktuğu yayın fikri, başka platformda ve başka bir moderatörle hayata geçmiş oldu. Günün sonunda 20 yıllık bir aradan sonra yapılan bu ilk canlı açık oturumu kazasız belasız yürütmek oldukça zordu. İsmail Küçükkaya adil davranmaya, tarafların hakkını birbirlerine yedirmemeye, sürelere dikkat etmeye, iki adayın birbirinin sözünü kesmesine engel olmaya çalıştı. Güzel.

        REKLAM

        Ancak "Yayın tatmin edici miydi?" sorusunun cevabının maalesef "Hayır" şeklinde olduğu da ortada.

        Neden?

        Doğası gereği "hardtalk" stilinde olması gereken bir münazarada, münazara yoktu da ondan.

        Faturayı kendi sabah programını yıllardır başarılı biçimde yapmaya devam eden bir gazeteciye kesmek işin kolayına kaçmak olur. Ben "O protokol ile ancak bu kadar olur" diyenlerdenim. Protokole sadık kalma çabası, haliyle enerjinin düşmesine neden oldu. Kuralları medyanın, gazeteciliğin değil, siyasetin belirlediği bir düzlemde, bu kadar.

        Kimse şapkadan tavşan çıkaramadı ama...

        Yayına dair gözlemlerim; notlarım şöyle:

        * Ortada hem münazara yapmama protokolüne bağlanmış bir oturum vardı hem de her iki aday da sakin kalmak; dolayısıyla muhatabın tabanını konsolide etmemek stratejisini benimsemişti. Açık oturumun teatral kalması mukadderdi.

        * Moderatör İsmail Küçükkaya daha yayından günler önce savunma pozisyonuna sokulmaya çalışıldı. Üzerindeki baskı yayın sırasında hissediliyordu.

        * Her konunun, her sorunun cevabının 3 dk ile sınırlandırılması mantıksızdı. Bu kural nedeniyledir ki İmamoğlu’nun Yıldırım’a yönelttiği “Kime çaldılar diyorsunuz?” sorusunun cevabı netleşmedi. Oysa YSK sürecini ve "Çaldınız" ithamını adayların nasıl değerlendireceği izleyicinin en çok merak ettiği konuydu.

        * Tarafların "karşılıklı" oturmaları, birbirlerinin gözünün içine bakabilmeleri gerekiyordu ama oturma düzeni "yanlış" olduğu için, bu gerçekleşmedi.

        * Her iki tarafa da “23 Haziran’da kaybederseniz ne yapacaksınız? ‘Partim neyi uygun görürse onu yapacağım’ dışında, planınıza hedefinize dair ne söyleyebilirsiniz?” gibi önemli bir soru yöneltilmedi, ki bence bu önemli bir eksiklik. Çünkü İstanbullu, 23 Haziran’da da sonuç İmamoğlu lehine çıkarsa "Sırada ne var?" sorusunun cevabını samimi olarak merak ediyor.

        * Taraflara sorulacak sorulardan en az biri hakkında bilgi verilmeliydi. O da "mal varlığı" konusu. Taraflar bu sorunun sorulacağını peşinen bilip hazırlanarak gelmeliydi. Bu konu "Malvarlığınızı açıklama talebi var, ne dersiniz?" diye geçiştirilecek bir konu değil. Halk artık oy verecekleri kişilerin siyaseti servet edinme aracı olarak kullanıp kullanmadıkları konusunda daha hassas. AK Parti tabanı dahil, gün geçtikçe daha fazla yükselen bir şeffaflık talebi söz konusu. İki tarafın da anlaşmış gibi "Evet tabii gerekirse açıklarız” deyip mesele geçiştirmelerine izin verilmesi, yayını merakla beklerken #malvarlığı hashtagi yapan onbinlerce sosyal medya kullanıcısını görmezden gelmek oldu.

        * Her iki taraf da çok az yeni şey söyledi. Genel olarak daha önce söylediklerini tekrar ettiler.

        * Ordu Valisi'ne hakaret meselesinde İmamoğlu’nun "Basit dedim" açıklamasındaki basitlik devam etti, deşilmedi. Aynı şekilde, İmamoğlu’nun "israf" suçlamalarına referans gösterdiği Sayıştay raporunun Binali Yıldırım tarafından okunmadığının ortaya çıkması Yıldırım aleyhine ciddi bir zayıflık görüngüsü oluşturdu. Ama bu konu da deşilmedi.

        * İmamoğlu’na yönelmiş "Pontuscu" ithamı, “İmamoğlu kazanırsa İstanbul Constantinopolis olur" yollu imalar ve bunların seçim sonrası İstanbullunun bütünlüğüne etkisi konusuna neden girilmediğini anlamadım.

        * İmamoğlu’nun gösterdiği kağıtların mütemadiyen parlamasına mana veremedim. Sunmaya çalıştığı yeşil alanlar, rakamlar, veriler zaman zaman gümbürtüye gitti. Ancak bu, seçilen kağıt tipine dikkat edilmemesiyle ilgiliydi, yani İmamoğlu’na eksi yazacak bir durum oldu.

        * Yıldırım ulaşım konusu açılınca coştu, rakamlara hakimdi ve İstanbul’u teknoloji şehri yapma ile ilgili vaatlerindeki gerçekçilik duygusunu izleyiciye geçirebildi. Projeleri olan, gerçekçi, olgun, seçilirse rolünü ve başarısını abartmayacak bir profil çizdi.

        * İmamoğlu ise programı "muhafazakar izleyiciye" ulaşmak açısından doğru kullandı. Belediyelerde alkol konusuna sıcak bakmadığına, Beylikdüzü Belediye Başkanlığı döneminde havuzlarda kadın erkek ayrı zaman diliminin kullanıldığına dikkat çekmesi İstanbul’u kazanırsa hayat tarzı rövanşizmine gitmeyeceğini göstermesi bakımından başarılı bir stratejiydi; en azından katılımcılardan biri yeni bir şey söylemiş oldu. Partisiyle çelişme pahasına, CHP’deki bazı belediye başkanlarının "mültecilerle" ilgili çirkin görüşlerini ve tutumlarını benimsemediğini açıklamış olması da iyi bir hareketti. Ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde İstanbul’daki 500 bin Suriyeli mültecinin yerleşimleri, istihdamları ve sorunlarının yönetilmesine yönelik hiçbir çalışma yapılmadığı şeklinde bir iddiası da oldu ki, doğruysa vahim bir bilgi. Bu konu da derinleştirilmesi gereken ama malum "3 dk" engeline toslayıp havada kalan meselelerden oldu.

        * Küçükkaya, önce Uğur Dündar’a teklif edilmiş ve Uğur Dündar’ın bile reddettiği bir programı kazasız belasız bitirmek zorunda olduğu gerçeğiyle yüzyüzeydi. Yine de risk alabilirdi ve kuralları esneterek, izleyici için çok önemli olan soru ve konuların cevapsız kalmasını önleyebilir, daha akıcı ve heyecanı korunan bir program yapabilirdi denilebilir. Ancak asıl risk almayan adaylardı gibi bir görüntü vardı. Protokolde uzlaşan da ait oldukları partilerdi zaten.

        * Sonuçta, her şeye rağmen bu yayının sadece gerçekleşmiş olması bile, demokrasi açısından küçük ama umut verici bir adımdır.

        * Ait olduğu partinin teamülünü değiştirme pahasına yayın fikrini kabul eden ve gerçekleşmesini sağlayan Binali Yıldırım’ı kutlamak gerekir. Binali Yıldırım canlı yayında rakibiyle karşı karşıya kalmaktan kaçınan siyasetçi teamülünü yıktı. Bundan sonra her AK Partili aday en az Binali Yıldırım kadar cesur olmak zorunda.

        REKLAM

        ORAY EĞİN

        Bu program seçim sonucunu değiştirmez

        LÜZUMSUZ MUHAFAZAKARLIK VURGUSU

        İki adayın da kreş yapacağını anladık. Hele bir ara Binali Yıldırım “Kadınlar da artık evden çıkmak istiyor” gibi arkaik bir cümle bile kurdu. Ne yazık ki ikisi de muhafazakarlık yarışında birbirini aratmadı. Yayını baştan sonra önde götüren, Laz aksanını bastırmaya çalıştıkça aradan z’leri kaçıran Ekrem İmamoğlu’nun son anda haremlik-selamlık havuz ve içkisiz belediye tesisi yapması ne gereksizdi? Üstelik muhalif seçmen “Nihayet belediye tesislerine içki geliyor” diye sevinirken… Karşı mahalleden oy çalmak için mi?

        HEDEF KİTLELERİ BELLİ

        İki aday da karşı mahalleden oy çalamaz bu yayınla. Ekrem İmamoğlu tamamen kendisine zaten oy veren seçmeni hedef aldı, son anda belki kararsızlardan da biraz oy toplayabileceğini hesapladı. Binali Yıldırım’ın stratejisi ise sandığa gitmeyen AK Partili seçmene yönelikti. Sadece onların yeninden partiye oy vermelerini sağlayarak seçimi kazanabileceğine inanıyor.

        REKLAM

        MANŞET YOK

        Fark bu yayınla kapanır mı? Zor. Zira içinden tek bir manşet çıkmayan bir yayın oldu. Adayların cımbızla çekilip slogana dönüştürülecek cümleleri olmadı. O yüzden de oy tercihlerini değiştirmedi. Akılda kalıcı söz olarak “Vakıfların deterjanla yıkanması” tabiri olmadı Binali Yıldırım’ın, ama “Gençler Netflix’te film izleyecek” demesi, Netflix’in adını telaffuz etmesi hoşuma gitti. Binali Yıldırım’a dizi önerebilir miyim? Tabii üç saatlik yayında modern yaşama dair edilen tek kelimenin Netflix olması da ayrı bir sorun.

        Binali Yıldırım’ın gençleri tavlamak için artık tedavülden kalkan “kanka” lafını kullanması kuşaksal bir eksiklikti; zorlayınca olmuyor. GB yerine MB demesi, dilinin sürçerek 10 MB’la Netflix’te film izlemeyi vaat etmesi epey bir geyik malzemesi olacak.

        REKLAM

        MODERASYONUNU BEĞENDİK

        “Moderasyonumu nasıl buldunuz” sorusuyla son dakikada gülümseten İsmail Küçükkaya mükemmel yönetti. İşte o kadar da zor değilmiş, bu kutuplaşma ortamında da böyle bir programı yapmak mümkünmüş. Yer yer tarafsız ve eşit görünmek için fazla uğraştı bile denebilir hatta. Bizim izleyicinin alışık olmadığı bir formattı bu program. Karşılıklı kavga, Doğu Perinçek-Ertuğrul Kürkçü atışması bekleyenlerin hevesleri kursaklarında kaldı. Sıkıcı bir yayındı doğrusu. İzleyici kadar adaylar da bu formata alışkın değil belli ki, kurallar konusunda biraz afalladılar.

        EN KÖTÜ YANIT

        Binali Yıldırım iki kere FETÖ iması yaptı Ekrem İmamoğlu’na karşı, kendisinin FETÖ’yle ilişkisi sorulduğunda ise “Yok” dedi. “Yok”tan çok daha ikna ve tatmin edici bir yanıt verebilmeliydi. “Kandırılmışız” demek bile “Yok” cevabından iyiydi.

        REKLAM

        YAYININ GALİBİ KİM

        Eğer illa bir galip seçeceksek Ekrem İmamoğlu derim. Özellikle parıldadığı için değil, ama Binali Yıldırım ne olursa olsun yorgun, yaşı geçmiş görünüyordu. İmamoğlu adeta 1994 yılındaki bir Recep Tayyip Erdoğan gibi. Atak, ellerini oynatarak konuşuyor, heyecanlı. Karşısındaki Binali Yıldırım ise “eski CHP” algısına uygun bir aday, bir Nurettin Sözen gibiydi. Söylediği sözler iyi, vaatleri güzel olsa da genç ve hevesli bir adayın karşısında tartışmanın doğal dezavantajından kurtulamadı.

        GÖRMEYE DEĞER TEK AN

        Yayına Binali Yıldırım sinirli başladı, Ekrem İmamoğlu da fazla heyecanlı. Yıldırım kendisine soru sorulmasından hoşlanmıyor, sorgulanmaya alışık değilmiş gibi bir izlenim verdi başlarda. Sonradan danışmanları uyardı diye tahmin ediyorum, yüzüne bir gülümseme geldi. Süre uzayınca iki aday da rahatladı. “Süremi çaldın, sözümü kestin” gibi atışmalar bir ara o kadar çoğaldı ki kendileri de işi espriye vurdu. İşte o zaman da yayının en keyifli dakikaları yaşandı. “10 saniye daha istiyorum” diyen İmamoğlu’na “Beş saniye de benden” diyen Yıldırım’ın böyle karşılıklı cilveleşmeleri sahalarda görmek istediğimiz hareketlerdi. Son bölümde iki aday da rahatlayınca espriler yayını keyifli kıldı. Kutuplaşmadan şikayetçiydi Uğur Dündar yayını reddederken, bu yayın kutuplaşmanın kırılabileceğini gösterdi.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ