Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Nakşibendîliğin kurucusu Bahaeddin Nakşibend, bu dut ağacının gölgesinde yatıyor

        Hafta başında, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı Özbekistan ve Kore seyahatlerine katıldım, Türk ve Özbek Cumhurbaşkanları’nın bizim geçmişte “Buharâ-i Şerîf” dediğimiz Buhara programlarına da iştirak ettim ve İslâm dünyasının bugün en güçlü tarikati olan Nakşibendîlik’i kuran Özbek Türk’ü Muhammed bin Muhammed Bahaeddin el-Buharî’nin, yani Bahaeddin-i Nakşibend’in buradaki kabrini ziyaret imkânını buldum. İşte, bir dut ağacının gölgesindeki kabir ile ilgili izlenimlerim...

        ORTASINDA geniş bir havuzun bulunduğu avluda etrafı insan boyundan yüksekçe mermerlerle çevrilmiş ve büyücek bir dut ağacının gölgesinde, üzeri açık, yani kubbesiz bir kabir...

        REKLAM

        Kabrin önünde bizdekileri andıran kitabeli bir mezar taşı var... Kitabede özetle“Burası 1318’de buradaki mübarek Kasr-ı Ârifân Köyü’nde doğan, Baba Muhammed Semmâsî ile Emîr Külâl tarafından yetiştirilen, hakikatlerin kâşifi ve hakkın halk üzerindeki delîli olan ve 1389’da vefat eden Seyyid Muhammed oğlu Seyyid Muhammed Bahaeddin’in nurlu kabridir”deniyor.

        Burası, İslâm dünyasında yaygınlık bakımından Kadirîlik’ten sonra ikinci ama siyasî güç olarak birinci tarikati Nakşibendîlik’in kurucusuMuhammedbin Muhammed Bahaeddin el-Buharî’nin, yaniBahaeddin-i Nakşibend’in Buhara’daki türbesi...

        İslâm dünyasının önde gelen isimlerinin kimisi süsün ve şatafatın şahikası, kimisi de sadeliğin âbidesi gibi olan türbelerini senelerden buyana her fırsatta ziyaret ettim ve çoğunda derin bir ruhî haz duydum.

        Bahaeddin Nakşibend’in Buhara’daki türbesi sade mekânlar içerisinde en fazla ruh sükûnu veren yerlerden biri olduğunda yalnızca ben değil, ziyarete katılan hemen herkes ittifak içerisinde idi...

        HAN SARAYI ‘ARK KALESİ’

        Türbeyi, CumhurbaşkanıTayyip Erdoğan’ın bu hafta başında yaptığı Özbekistan ve Kore ziyareti vesilesi ile ziyaret edebildik. Ziyaretin ilk ayağı olan Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te iki gün kaldıktan sonra Buhara’ya geçtik; burada önceŞâh-ı Nakşibend’in kabrini, ardından da şehrin tarihî mekânlarından bazılarını, meselâ bir zamanlar Buhara Hanları’nın sarayı olan“Ark Kalesi”ile meşhur camileri, medreseleri ve meydanları dolaştık.

        REKLAM

        Bahaeddin Nakşibend’in geniş avluda kimbilir kaç asırlık dut ağacının gölgesindeki üzeri açık mütevazi kabrinde kendinizi sanki Türkiye’den binlerce kilometre ötesindeki asıl anavatanda değil, Anadolu’daki bir evliya mekânını ziyaret ettiğiniz hissine kapılıyordunuz. Hemen herşey Türkiye’deki gibi idi: Ziyaretçilere meyvelerinden ikram edilen bir ağaç, o ağacın gölgesinde sade ve üzerinde yalnızca toprak bulunan kubbesiz bir kabir, geride sâkin bir havuz, dağlardan gelip dört bir taraftan akan sular ve kabrin başında Türk tavrında Kur’an okunması... Edilen duanın bizden tek farkı oralarda“El Fatiha”denmesi âdetinin bulunmaması ve ziyaretçilerin duanın bitiminde çağrı beklemeden, Türkiye’deki gibi Fatiha okumalarından ibaret idi, o kadar...

        Farsça olan“Nakş-bend”sözü“nakşeden, işleyen, süsleyen” mânâsına geliyor veBuharalı Muhammed’e bu lâkabın verilmesinin sebebi hakkında değişik kanaatler var: Bir görüşe göre gençliğinde Buhara’nın meşhur ipeklerini yahut bakırlarını süslerle işlediği için“Nakşibend”deniyor, yahut“Kalpleri ilmik ilmik işlemesi”, yani“kalplere yaptığı nakış”sebebi ile asırlardan buyana böyle biliniyor... Özbekler, ziyaretçilerin“Nakşibend”sözünün mânâsını tam olarak anlayabilmeleri için türbenin bulunduğu avlunun bir köşesine iki genç bakır ustası getirmişler, bu ustaların bakır sahanları dövdükleri masaların üzerine de Orta Asya’nın işlemeleri ile meşhur ipek örtülerinden sermişler, böylelikle de“Bahaeddin Nakşibend, işte bu işlerin ustası idi”diyorlar.

        REKLAM

        FİLM PLATOSU GİBİ ŞEHİR

        Bu yazıda Nakşibendiliği, yani Buhara’nın ismi o zamanlar Kasr-ı Hindûvân olan ve sonraları“Kasr-ı Ârifân”olan köyünde doğanMuhammed bin Muhammed el-Buhârî’nin kurduğu kanaat sistemini, bu sistemin âdap ve erkânını, meselâ“hûş der-dem”, “nazar ber-kadem”, “sefer der-vatan”, “yâd kerd”ve“râbıta”kavramlarını,“hatme”-nin esaslarını,“Namazın kazâsı olur ama sohbetin kazâsı olmaz”sözünü ve bu yolun zamanla Sünnî İslâm dünyasının en güçlü tarikati hâline gelmesinin sebeplerini anlatmama gerek yok. Böyle bir iş konunun uzmanlarına mahsustur ve Nakşibendîlik hakkında asırlardan buyana zaten binlerce cild eser verilmiştir...

        REKLAM

        Ama, hem Buhara’nın, hem de Semerkand’ın üzerinde durmamız gereken bir başka tarafı var:

        İslam Tarihi’nin en eski medeniyet merkezlerinden olan ve“Taht Oyunları”dizisinin çevrildiği mekânlara rahmet okutacak derecede esrarlı havaya sahip muhteşem bir film plâtosunu andıran Buhara ile dünyanın bir zamanlar en güçlü ve geniş imparatorluklarının başında gelen Timurîler’in başkenti Semerkand’ı bilmemiz, tanımamız, görmemiz lâzım...

        Buhara’nın bin küsur senelik meydanlarında dolaştığımız sırada Türk Hava Yolları’nın başlattığı uçuşlar ile buraya gelen bazı Türk turistlerle karşılaştık. Uçak biletlerinin ucuz, otel fiyatlarının da makul olduğunu söylediler ve hem Buhara ile Semerkand’ı görmek, hem deŞâh-ı Nakşibend’i ziyaret maksadıyla Özbekistan’a geldiklerini anlattılar...

        ÖZBEK PİLAVININ LEZZETİ

        REKLAM

        Yurtdışı seyahatlere meraklı olanlar Paris, Londra, Roma yahut New York gibi merkezleri zaten görmüşlerdir ama on dördüncü asrın meşhur şairiŞirazlı Hâfız’ın“Bir Türk güzelinin yanağındaki bene tercih ettiği”söylediği Semerkand ile Buhara henüz hiçbirinin mâlûmu değildir...

        Asırlar öncesinin özellikleri ile hayatını aynen muhafaza eden, hemen her köşesinden canlı bir tarihin yükseldiği, yolları, binaları ve ziyaretgâhları bakımından dünyanın önde gelen mekânlarından olan bu şehirler Türkiye’ye sadece dört saat mesafede... Üstelik Semerkand, Buhara ve Özbekistan’ın diğer şehirleri Anadolu’ya gelmeden önceki mekânımız, yani anavatanımız...

        Mâlî durumunuz müsait ise ve seyahate de düşkün iseniz Avrupa başkentlerine defalarca gitmeye bir anlığına ara verin ve bu beldeleri ziyaret edin... Emin olun, göreceğiniz mekânlar bir tarafa, Buhara’daki gerçek“Özbek pilâvı”nın tek bir kaşığı bile böyle bir seyahat yapmaya değer!

        ***********

        CİHAD FETVAMIZ BURADA OKUNMUŞ, SAKARYA’NIN ARDINDAN ŞÜKÜR NAMAZI YİNE BURADA KILINMIŞTI

        İSLÂM medeniyetinin geçmiş asırlardaki en önemli ilim merkezlerinden olan Buhara, medreseleri sayesinde de şöhret bulmuş, İslâmiyet’in en önemli dinî merkezlerden biri kabul edilmiş ve bizde“Buhara-i Şerîf”diye bilinmişti...

        REKLAM

        Komünizm döneminde Sovyetler Birliği’nde faaliyetine devam etmesine izin verilen az sayıdaki dinî merkezlerden biri, bu şehirde 1530’larda inşa edilen Mîr-i Arab Medresesi olmuştu ve medresede tarihi yüzlerce sene öncesine dayanan eğitim hâlen devam ediyor...

        Mîr-i Arab geniş bir meydanda şehrin en eski ve en meşhur camilerinden olan Pay-i Kelân’ın hemen karşısında bulunuyor, camiin yanıbaşında da cami ile aynı ismi taşıyan ve yine gayet meşhur olan ama hem medreseden hem de camiden çok daha önce, 12. asırda inşa edilen dokuz metre çapında ve 46 metre yüksekliğinde bir minare yükseliyor.

        Mimarînin yanısıra sanat tarihinde de büyük yeri olan bu meydanın Türkiye için bir başka önemi var:

        Osmanlı İmparatorluğu’nun 1914 Kasım’ında Birinci Dünya Savaşı’na girmesinin ardından zamanın şeyhülislâmıÜrgüplü Hayri Efendi “cihad-ı mukaddes”,yani“kutsal savaş”fetvası vermiş, o sırada iktidarda bulunan İttihad ve Terakki Hükümeti bütün İslâm âlemini yanımıza çekebilmek için fetvayı Fas’tan Uzakdoğu’ya kadar uzanan geniş alanda yaşayan Müslüman milletlerin dillerine tercüme ettirip büyük boy kâğıtlara bu dillerde bastırmış, binlerce nüshasını çeşitli vasıtalarla dünyanın dört bir tarafına dağıttırmış ve fetva İstanbul’dan sonra ilk defa bu meydanda, Kelân Minaresi’nin önünde okunmuştu.

        REKLAM

        Özbekler, aynı mekânda,Mustafa Kemal Paşa’nın kumanda ettiği orduların 1921 Eylül’ünde Sakarya’da kazandığı zaferin öğrenilmesinin hemen ardından toplu halde şükür namazları kılmışlardı...

        Bizde az bilinmesine rağmen böylesine tarihî öneme sahip mekânları Türkiye ve Özbekistan Cumhurbaşkanları ile beraber gezmiş olmak, benim gibi bir tarih meraklısı için unutulmaz bir hatıradır...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ