Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar Ömer Faruk Sorak: Böyle bir kültürün öyle kolay kolay kaybolacağını düşünmüyorum

        Lise ikinci sınıfta öğretmenlerimizden biri sordu; “Kimler şu mesleğin okulunu okuyacak?"

        Sınıfın yarısı el kaldırdı.

        Öğretmenimiz yine devam etti; “Peki kimler şu mesleğin okulunu okuyacak?”

        Sınıfın diğer yarısı el kaldırdı.

        En önde oturmamdan dolayı beni gördü, aramızda şöyle bir diyalog gerçekleşti.

        - Peki sen neden ikisinde de el kaldırmadın. Liseden sonra okumayacak mısın? Baban seni sanayiye mi verecek?

        - Okuyacağım ama sizin dediğiniz mesleklerin okulunu değil.

        - Öyle mi? Peki ne okuyacaksın?

        - Arkeolog veya gazeteci olmak istiyorum.

        Dudaklarını büküp devam etti;

        - Neden?

        - Bu iki mesleğe yatkın olduğumu, ikisinde de mutlu olacağımı düşünüyorum.

        - İlginç…

        REKLAM

        Öğretmenimizin ‘ilginç’ demesine aldırış etmedim ama ertesi yıl üniversite sınavını kazananlar için düzenlenen partide öğretmenimizin dile getirdiği mesleklerin okullarını kazananlar ilgi odağı olurken ben ilgisizlikten dolayı bir köşede onları seyretmek zorunda kaldığım için ziyadesiyle üzülmüştüm.

        Günler; günleri, aylar; ayları, yıllar, yılları takip ettiğinde üniversitelerden mezun olup iş hayatına atıldık.

        Yıllar sonra o sınıftan bazı arkadaşlarımla buluşup sohbet ettiğimizde kendilerine uygun olmayan meslekleri icra etmelerinin mutluluklarını zehirlediğini fark ettim.

        Kendilerini bir çıkmazın içinde sıkışmış hissediyorlardı.

        İçlerinden biri itiraf da etti; “Bu meslek bana göre değil ama elden ne gelir? Kaç yaşıma geldim, geri dönüş söz konusu bile olamaz. Bu şekilde ne kendime ne de başkalarına hayrım var.”

        Kendine uygun olmayan, bunun sonucunda da sevmediği bir mesleği icra etmek zorunda kalan biri, hayal kırıklıklarıyla bezeli sürdürdüğü yaşamında kendisi dâhil kimseye hayrının dokunmaması.

        İşte bütün mesele bu…

        Oysa ne hayalleri vardı.

        ‘Kendi Yolumda’ işte tam da bu meseleyi dile getiren bir sinema filmi olarak izleyicilerle buluşmaya hazırlanıyor.

        Filmin bir diğer temel konusu ise “Başka topraklarda doğmuş olsaydınız acaba hayatınız nasıl şekillenirdi?

        REKLAM

        Ali Kobanbay’ın senaryosunu yazdığı ‘Kendi Yolumda’yı Ömer Faruk Sorak yönetirken başrolleri Gökhan Özoğuz, Gökçe Bahadır, Ferit Aktuğ, Okan Çabalar, Tuncer Salman, Çağatay Aras, Suzan Aksoy ve Tamer Levent paylaştı.

        Ömer Faruk Sorak ile Gökhan Özoğuz, Habertürk HT Stüdyo’da Mehmet Çalışkan’ın sorularını cevapladı.

        "GERÇEKTEN AKLIMIZA BAŞKA KİMSE GELMEZMİŞ"

        ‘Kendi Yolumda’ hayırlı olsun. Filmin fikri nasıl oluştu? Hikâyesinin çıkışı ne zaman ve nasıl başladı?

        Ömer Faruk Sorak: Bizim birlikte çalıştığımız Ali Kobanbay adlı bir senarist arkadaşımız var. Biz onunla hem televizyona, hem sinemaya bir şeyler ürettiğimiz bir dönemde Ali, bir gün bana; “Bir proje varmış. Onun senaryosunun diyaloglarıyla ilgili benden destek istiyorlar. Bir süre oraya gideceğim” dedi. Meğer o da tam Gökhan’ın oynama kararı verdiği bir filmin senaryosuymuş. Sonra Ali ile Gökhan orada tanışıyorlar. Bir şekilde Gökhan, o senaryo içine sinmediği için “Ben bu projeye katılamayacağım” diyor. Ali ile kurulan o dostluğun üzerine “Ben hazır kendimi bu kadar oyunculuk konusunda konsantre etmişken, sıcağı sıcağına şöyle güzel, heyecanlanacağımız bir şey var mı?” diye konuşuyorlar. Ali, bana; “Biz böyle konuştuk. Gökhan da çok heyecanlı olduğunu söyledi” dedi. Ben de Gökhan’ı çok eski tanırım, ilk albümleri çıktığı dönemde birlikte çalışmışlığımız da var. Çok da severim. “Ne kadar güzel olur” dedim. Ali, bana aklındaki bir fikri anlattı. “Benim çekmecemde hep birtakım projeler durur. O projelerden biri de çok ünlü biri o coğrafyada değil de başka bir coğrafyada büyüseydi ne olurdu üzerine” dedi. Hatta “Böyle bir fikir vardı da çekmecenden çıkarmak için neyi bekliyordun?” diye biraz da kızdım. “Süper fikir. Hemen buluşalım” dedik. Sonra buluştuk, birbirimize fikrimizi anlattık. Hakikatten sonradan da “Türkiye’de kiminle yapılırsa bu fikir güzel bir film olur?” diye düşündük. Gerçekten aklımıza başka da hiç kimse gelmezmiş. Fikrimizi Gökhan ile paylaştık, o da çok heyecanlandı. Sonra biz bayağı bir çete olduk; uygulayıcı yapımcı Seçil Atan, Gökhan, Ali ve ben. Dörtlü bir çete olarak bu hikâyeyi Gökhan’ın üzerine göre dikebilmek için epey bir süre birlikte zaman geçirdik. Gökhan’ın da bu projeye katması gereken birçok şey vardı. Kendi hayatından, kendi müzikal geçmişinden… Aslında çocukluğundan bugüne Hakan ile iki kardeş olarak müziğe başlama serüvenlerinden de katılması gereken çok şey vardı. Bir yıl kadar neredeyse her gün buluşup projenin üzerinde çalışır hale geldik. Sonra büyük bir kararla “Bu coğrafya neresi olur?” diye düşündük. Hepimizin aslında iyi bildiği ve gidersek de çok güzel sonuç alırız diye düşündüğümüz Adana’yı seçtik. Karakterimiz ‘Ömer Ali’nin büyüdüğü coğrafyanın Adana olmasını istedik. Bildiğimiz bir coğrafyaydı, insanlarını, oradaki hayatı, insan ilişkilerini bildiğimiz bir yerdi. Sonra Adana üzerinde çalışmaya başladık ve bugüne geldik.

        REKLAM

        "HAYATIN İÇERİSİNDEN O KADAR ÇOK VERİ VAR Kİ..."

        Oyunculuktan uzun zamandır ayrı kaldınız. ‘Kendi Yolumda' size neler ifade ediyor?

        Gökhan Özoğuz: Aslında Ömer’in anlattığı gibi ilk başta başka bir senaryo vardı. Biz onun üzerine çalışmaya başlamıştık fakat senaryo ve devamlılığı çok istediğim gibi gitmemeye, hiç başta konuşulduğu gibi bir şey olmamaya başladı. Bunun üzerine izin istedim. Yaklaşık 2 - 2,5 ay çalışıldı. Tam da son 3'üncü haftasında o gruba Ali katıldı. Ali ile orada tanıştık. Ali’ye “Ya ben yapamayacağım. Burada hissettiğim şeyler olmuyor” dedim. Onun üstüne “Tamam o zaman” dedik ve hep beraber oradan çıktık. Ali ondan sonra bana “Benim aklımda böyle şeyler vardı. Tesadüf diye bir şey yoktur. Bunun olması gerekiyor demek ki beraber bir şey yapalım. Benim aklımda böyle bir şey var” demişti. Ben, hep oyunculuk konusunda müzikle dirsek temasında olan bir dünyanın içindeyim. Çünkü ikisinde de kendinizi ifade ediyorsunuz. Düşüncelerinizi, duygularınızı aktarmak, senaryonun gerektirmiş veya ortaya çıkarmış olduğu karakterin dünyasına girmek çok heyecanlı bir şey. Özellikle ‘Kendi Yolumda’nın aslında ortaya koyduğu en iddialı olaylardan biri, her şeyinin bizim tarafımızdan yapılmasını istememiz. Çünkü filmin içerisinde “Bunu da buraya koymayalım” diyebilecek olan bir yapımcıyla bu film çok zor olurdu. Filmin içerisinde yaşamış olduğumuz hayatın içerisinden o kadar fazla veri var ki… Bunların hepsini açıklıkla ortaya koyabilmek için birazcık buna ihtiyacımız vardı. Müziklerini, her şeyini kendimiz yaptık. ‘Kendi Yolumda’ şarkısının yorumu nasıl kendi hissettiğimiz ve duymak istediğimiz gibiyse filmi de bu şekilde çekmek istedik. Ondan dolayı hem oyuncusu hem de yapımcısı oldum. İnanılmaz değişik bir dünya.

        "BARİ KENDİMİZ YAPALIM DEDİK"

        Önceki filmlerinizde performansınızın beğenilmesine rağmen oyunculuğa uzak kalmanızın nedeni neydi?

        Gökhan Özoğuz: Çok zor… Güzel senaryo çok zor. Tam anlamıyla sinema filmi gibi film olacak senaryo çok az var. Film dediğimiz şey gerçekten çok efor, çok zaman, çok emek isteyen bir şey olduğu için de tam istediğimi bulamadım. En sonunda “Haydi, bari kendimiz yapalım” dedik.

        "BENDEKİ YERİ ÇOK AYRI"

        Bu yıl, sizin altın yılınız değil mi? Aynı dönemde gösterime girecek 4 filminiz var.

        Ömer Faruk Sorak: Bu yıl gösterime girecek 3, çekimi yapılacak bir film, izleyiciyle seneye buluşacak bir film var. Televizyon dizilerini saymıyorum. “Hepsi evladımız gibi” diye bir cümle kullanılır ya, ‘Kendi Yolumda’nın bu serüveni gerçekten bütün akılları ortaya koyup, herkesin fikriyle harmanlanmış bir çalışma olduğu, bir ekip çalışması olduğu için bendeki yeri çok ayrı. Çünkü diğer projeler, daha önce düşünülmüş, tasarlanmış, çekim aşamasına gelindiğinde bana yönetmenliği teklif edilmiş işlerdi. Tabii hepsi çok önemli ve güzel ama bunun bütün yaratım sürecini birlikte paylaştığımız bir iş olması sebebiyle bendeki yeri çok ayrı. Daha önce seninle röportajlarını yaptığımız ‘Aşk Tesadüfleri Sever’, ‘8 Saniye’ ya da ‘Sınav’ gibi bir film benim için. Hatta ‘Kendi Yolumda’ bizim genç kitleye söyleyecek çok fazla sözümüzün olduğunu düşündüğümüz bir film. Tür olarak biraz bizim geçmişte yaptığımız ‘Sınav’ gibi. Kurgu dili anlamında benzeşen özellikler barındırıyor. O nedenle benim için çok özel bir yerde duruyor. Hep şöyle bir psikoloji de vardır ya; “Son yaptığınız işiniz en güzel iştir.” ‘Kendi Yolumda’ için öyle bir duygunun içindeyim.

        Gökhan Özoğuz: Bir ekleme yapmak istiyorum. Filmin içerisine, oturup bir yemek pişirir gibi kazanın içine hepimiz bir şeyler koyduk. Tamer Levent'in oynamış olduğu baba rolü, Suzan Aksoy’un canlandırdığı anne Ömer’in hayatından.

        Ömer Faruk Sorak: Benim eski kayınpederim ile kayınvalidemin hikâyeleri... Eski kayınpederim rahmetli oldu. Ona da rahmet dileyelim. Onların hem kendi ilişkilerinden, hem de Adana gerçekliğini onlar üzerinden anlatmak konusu bize çok yardımcı oldu.

        "HEPSİNİN GERÇEK KARŞILIĞI VAR"

        REKLAM

        Siz aslında o bölgeye hiç yabancı değilsiniz.

        Ömer Faruk Sorak: Damadı olarak orada geçmişim olduğu için çok iyi oldu.

        Gökhan Özoğuz: Film çok yaşıyor. Her şeyiyle, bütün olaylarıyla.

        Ömer Faruk Sorak: Bir de orada dokunduğumuz her şey gerçek. Hepsinin gerçek karşılığı var.

        Gökhan Özoğuz: Filmin içerisindeki mekânlar, olaylar, kişiler, bütün o aralarındaki nüans o kadar gerçek oldu ki... Biz çekerken çok etkilendik. Sahneler iyiyse, filmi çekerken zaten etkilenirsiniz. Biz sahnelerin hepsinde ya aşırı güldük ya aşırı duygulandık. Sahne çekilirken kenara çekilip ağladık. Çünkü o kadar garip bir durum oluşuyor ki... Heyecanlı ve keyifliydi. Çok güzeldi...

        'İNSAN MI ŞANSINI YARATIR YOKSA ŞANS MI İNSANI?'

        Gökhan Özoğuz, aynı zamanda kardeşi Hakan Özoğuz ile birlikte 'Kendi Yolumda'nın müziklerine de imza attı.
        Gökhan Özoğuz, aynı zamanda kardeşi Hakan Özoğuz ile birlikte 'Kendi Yolumda'nın müziklerine de imza attı.

        Filmde çok güzel söylemler var. Onlardan biri; “İnsan mı şansını yaratır yoksa şans mı insanı?” Sizin için hangisi oldu?

        Gökhan Özoğuz: Aslında o kadar ortada bir söylem ki… Ne var ki cevap vermeye çalışsanız, veremezsiniz. Hangisi sizce? Doğduğunuz coğrafya kaderinizdir diye bir durum var ya, aslında bir noktada evet ama bir noktada da değil. Çünkü doğduğunuzda bir meşreple, bir halle doğuyorsunuz. Sizin genetiğinizle alakalı olan bir takım kodlamalar var ve orada o ortama göre nasıl şekil alıyorsak öyle bir karakter oluyorsunuz. Film de onu anlatıyor. Filmin içerisinde ismi ve olayları dâhil her köşesinde bir nüans var.

        REKLAM

        "ÇOCUKLARIMIZ HAYATTAN NE BEKLEDİKLERİNİ BİLİYOR MU?"

        Çağatay Aras
        Çağatay Aras

        Her yaş grubuna hitap edebilecek bir film olmasının yanı sıra özellikle gençlere “Kabullenmeyin, kendi yolunuzda ilerlemeye çalışın. Kendinizi bırakmayın” diyor. ‘Sınav’da da ‘8 Saniye’de de aynı öğretiler vardı. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

        Ömer Faruk Sorak: Kimin ne kadar ömrünün olduğunu kimse bilemez. Ömrünün kalan kısmıyla ilgili anı yaşamakla ilgili verilecek kararlarda zannederim bu filmi izleyen insanların feyz alacağı çok şey var. Bu; farkına varmadan, farklı biçimlerde de olsa hep aynı şeyi söyleme çabasının bir sonucu olsa gerek. Bunu bir denk geliş olarak düşünmüyorum. Bu; belli ki bilinçli bir tercih. Çünkü üst üste bu kadarı denk gelmez ama sonuçta biz de hem anne - babayız hem anne ve babamızdan hayatımızla, verdiğimiz kararlarla ilgili beklentilerimizin ne olduğunu biliyoruz. Çocuklarımızın bizden beklentilerinin ne olduğunu da biliyoruz. Peki çocuklarımız hayattan ne beklediklerini biliyorlar mı? Bu kısım çok önemli. Bu film, zannederim onlara da hayatlarında illa o istedikleri ideale ulaşmak için her şeyin mükemmel olmasının ya da mükemmel olmaları gerekmediğini anlatır. "Siz kendi içinde bulunduğunuz anı iyi değerlendirirseniz, kendi ölçeğinizdeki mükemmeli yakalarsınız" demeye çalışan ve gençlere biraz öz güven aşılayan bir film.

        REKLAM

        "HERKES KENDİ DÜNYASINDA DOĞRU"

        Üç çocuk babası olarak bu konuda neler hissediyorsunuz?

        Gökhan Özoğuz: 3 çocuk babası olmak gerçekten başka bir dünya, gerçekten başka bir evren. Bambaşka bir duygu fakat şöyle bir şey oluyor; herkesin bir aile anlayışı ve aile ritmi var. Bizim dünyamız müzik, sanat... Bu dünyanın insanları klasik anlamda diyemeyeceğim ama bizlerin ebeveynlikleri farklı oluyor. İkizler 7, Ayşe 9 yaşında ve arkadaş gibiyiz. Çünkü biz de arkadaş gibi büyüdük, babamızdan öyle gördük. Ondan dolayı da böyle çok keyifli ama zaman zaman da “Ben bir şeyler yapıp geleceğim” gibi çok fazla gittiğim oluyor. Filmin içinde babanın oğulla arasındaki dünya yansıtılıyor. Aslında babalar yaşamış ve büyümüş oldukları ortamdaki bütün o kendilerinin getirmiş oldukları dengeyi çocuklarına aktarıyorlar. Orası filmde çok güzel bir nokta. Babanın çocuklarıyla alakalı beklentileri... Aslında beklenti derken çocukların neye meyilli olduğunu, neye daha çok yatkın olduğunu bilerek ebeveynlerin çocuklarına olanak sağlamaları olayları çok değiştiriyor. Filmin de işaret etmek istediği yer orası. Çünkü karakterimiz ‘Ömer Ali’, inandığı bir müziğin peşinden gidiyor ama bir şekilde oturtamıyor. Bir yandan da babasıyla birlikte tamirhanede hayat kavgası içerisinde. Görüşleri, yaşamış olduğu durumlar, sokak ve tribün var. Zaten anne ile babanın arasında acayip bir çekişme söz konusu. O iki anlayışın sonucu olarak çocuğun ismi öyle oluyor.

        Ömer Faruk Sorak: Karaktere ‘Ömer Ali’ adının konması da bir tesadüf değil.

        Gökhan Özoğuz: Yani yönetmenimiz Ömer, senaristimiz Ali... Karakterimizin adı ‘Ömer Ali’… Babanın ve annenin gelmiş olduğu durumlar ve pozisyonlarda biri ısrarla çocuklarına ‘Ömer’, diğeri ‘Ali’ adını vermek istiyor. Sünni baba, çocuklarının adının ‘Ömer’, alevi anneyse ‘Ali’ olmasını istiyor. İsim çatışmasında yaşadıkları kavgayı ‘Ömer Ali’ adı bitiriyor. ‘Ömer Ali’, aslında kavgaları bitiren bir isim oluyor. Film, aslında şunu söylüyor; arkadaşlar, herkes kendi dünyasında doğru. Kimsenin kimseye bir şey dayatmaması gerekiyor. Bu dünya, böyle bir dünya. Herkes istediği ve arzu ettiği gibi yaşamalı. Bunun içerisinde de birlikte yolunuzun kesiştiği insanlarla dirsek temasında, omuz vererek beraber çok güzel hayallere gidilebildiğini işaret ediyor. ‘Çağatay’ karakterimizin de orada çok büyük bir rolü var. Orada ben ‘Ömer’in sihirli parmağının değdiğini düşünüyorum. Filmde üç yerde imza var ve o imzalar ‘Ömer’in aslında neden burada olduğunu ve neden böyle bir karakter olduğunu gösteriyor. Çekerken “Hımmm, evet” oldum. Çünkü oradaki durum hiç aklıma gelmeyecek bir şeydi. Oturup ağlıyorsun. Nasıl oluyor? En son kurgu geldi ve Ömer’e “Ağabey, “Nasıl oluyor da her izlediğimde beni ağlatıyor?” dedim. Orada ne oluyor da ağlıyoruz? İşte o bir sihir.

        REKLAM

        "O ZAİYAT HİÇBİR ŞEYLE KARŞILANAMAZ"

        Ömer Faruk Sorak’ın alâmeti farikalarından biri o…

        Gökhan Özoğuz: Kesinlikle.

        Ömer Faruk Sorak: Bir de şu çok güzel oldu; Gökhan, genelde rahat bir aile içinde, daha hoşgörülü daha çocuklarının yapmak istediklerini fark eden ve onun olması için ona yol açan bir anneyle babanın çocuğu. Bu kimlikte çok insan var. Böyle olmayan çok insan da var. Biz aslında bu iki tarafı buluşturduk. Gökhan, tamirhaneye gelir ve hiç görmediği hiç anlamlandıramadığı, "Böyle baba - oğul nasıl olur?" diye şaşıracağı bir ilişkiyle karşılaşır. Çünkü “Senin anan mı şarkıcı, baban mı şarkıcı da sen şarkıcılığa özeniyorsun? Git şuradan bana ayarlı penseyi getir” diyen bir babanın çocuğuyla ilişkisini gördükten sonra kendini onun yerine koyduğu bir hikâyenin içine girmesi bizim en çok ihtiyacımız olan şey. “Tok, açın halinden anlamaz” derler ya hani… Bizim filmin "Ne acayip hayatlar var. Aslında insanların birbirini anlaması için empati kurulursa hayat ne kadar kolay" diyen bir yanı da var. O yüzden bizim mesleğimiz icabı film yapmış olmak çok hoş bir şey ama niye yaptığının cevabını kendine verebiliyor olmak yapmaktan daha değerli. Çok heyecanlıyız gerçekten.

        Gökhan Özoğuz: Ömer, çok güzel bir şey söyledin. Tekrar altını çizmek isterim. Az önce sordunuz ya “Neden bu kadar süredir film yapmadınız?” diye… Bir şeyi yapmış olmak için yapmanın hayatınıza verdiği zaiyat, hiçbir şeyle karşılanacak bir şey değil. Biz, bir şey söylemek için film yaptık. Öylesine “Bir sinema filmi yapalım, haydi biraz gülelim haydi bir de ağlayalım” diye yapmadık. Bu vesileyle ‘Athena Sanat’ adında bir film yapım şirketi kurduk. Oradan da inşallah devam edeceğiz. Çünkü müzikle beraber söyleyecek çok fazla şey olduğunu düşünüyorum. Ondan dolayı da bu film, bizim için sadece bir sinema filmi değil. Anlatmak, altını çizmek istediklerimizin de çok fazla yansıdığı bir film oldu. Çok ciddi bir başlangıç oldu.

        "BİZİM DİNİMİZDE DE DİĞER BÜTÜN DİNLERDE DE KARŞILIĞI VAR"

        Hayatın gerçekleri var. Bir de kurulan hayaller… Filmde bu konuyu işlediniz. İkisi arasında sıkışıp kalanlar için tavsiyeleriniz neler olur?

        Ömer Faruk Sorak: Aslında film onun cevabını çok güzel veriyor. “Kişi, hangi pozisyonda ne olurdu?”, “Nasıl bir hayat yaşanırdı?”… Bilinmez ama filmin, "İnsan ne yapıp edip kendi yolunu bulmalı" gibi bir ana fikri var. Aslında bunun dinimizde de diğer bütün dinlerde de karşılığı var. Kader meselesini “Ne yapalım, kaderim buymuş” deyip kestirip atmamak için Kurân-ı Kerim’de bir sure vardır; “Biz insanın kaderini kendi çabasına bağladık.” Bu kadar değerli bir açıklama daha olamaz. Bir şeyi "Kaderimdir" deyip kabullenmek değil, onu değiştirebilecek çabayı gösterecek bir bilince sahip olmak asıl olandır. Bunun üzerinden kurgularsak bizim filmin özellikle genç arkadaşlara verdiği mesaj çok anlamlı diye düşünüyorum.

        REKLAM

        "TÜRKİYE - ABD İLİŞKİLERİ GERİLDİĞİNDE ORANIN BİR KAPANASI TUTAR"

        ‘Ömer Ali’ye hazırlanma sürecini nasıl geçirdiniz?

        Gökhan Özoğuz: Bu karakter, Adana’da olduğunda böyle olurdu. Ne var ki bir noktada da yine meşrebinin gereği bu karakter, yine ayrık otu olurdu. “Burası böyle tamam ama ben de bunu söylemek istiyorum” diye devamlı altını çizmek istediği bir şey olurdu. Futbol tarafıyla alakalı olarak da bir gerçekliği var. Bu karakteri bezerken çok da fazla kendi hayatımdan uzakta değildik. "Ne olurdu? Böyle olurdu" diye düşündüğümüzün yanı sıra bir de orada hayal âlemi var.

        Ömer Faruk Sorak: Bir de güzel bir şey oldu. Bu ayrık otu duruş ve bu yine yaptığı müziğin anlaşılmamasına sebep olan durumu da şöyle oluşturduk. Biliyorsunuz Adana deyince İncirlik Üssü diye meşhur bir yer var. Türkiye – ABD ilişkileri gerildiğinde oranın bir kapanası tutar. Her rahatladığında da genişleyeceği… Burada da biz bunu özellikle kullandık. Çünkü aslında İncirlik Üssü’nün burada olması, çekimler için bizim tercihen Adana’yı seçmemiz… Tesadüfen haritada gelişigüzel bulduğumuz bir yer değil. Bunların hepsinin bir sebebi var. Bu ABD’nin kendi coğrafyası dışında başka coğrafyalarda kendi varlığını oranın sahibiymiş gibi ortaya koyma serüveninin de filmin içinde karşılıkları var. Biz Gökhan’ı ‘Ömer Ali’ olarak orada şekillendirirken İncirlik Üssü’nün oradaki varlığını da ve ABD’nin Türkiye’nin hayatındaki durduğu yeri de bir şekilde anlatan bir karşılığı olsun istedik. O yüzden bunlar bizim için ‘Ömer Ali’ karakterine bayağı anlam yükleyen ekler oldu.

        "KİM KAZANMIŞ KİM KAYBETMİŞ OLUYOR?"

        Filmin en önemli söylemlerinden biri de “İyilerle kötüler arasındaki savaşta kötüler kazanıyor gibi görünse de mutlak zafer her zaman iyilerin olacaktır, umutsuzluğa kapılmayın.”

        Gökhan Özoğuz: Ne durumda olursanız olun kendinize inanıyorsanız, samimiyseniz… Bu kısmın altını çizmek gerekiyor. Samimiyseniz günün sonunda yol kendi önünüze geliyor. Geçenlerde arkadaşlarımdan biri bir televizyon programında “Hayat hiç de güzel bir şey değil. Söylendiği kadar hoş değil. Söylendiği kadar güzelliklerin olduğu bir yer değil” dedi. Yaşamış olduğu durumlarından dolayı böyle söyledi. Hepimiz; çok varlıklı, 7/24 her şeyi 4/4’lük istediği gibi yapabilecek olan insanlar görüyoruz ama onların içindeki cehennemi biliyor muyuz? Hepimizin bir cenneti bir de cehennemi var. Hepimiz bunları yaşıyoruz. Zorluklara, istemediklerimize veya bir şekilde bir yerden canımız acıdığında hayat cehennem oluyor. Her şey süt liman, istediğimiz gibi gittiğinde cennet oluyor. Buradaki ikilemde şöyle bir şey var; bir kere hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değil. İkincisi, ortaya koymuş olduğunuz hayatınızla ilgili bütün durumları samimiyetle koyduğunuz zaman kendi yolunu buluyor. Filmimiz de kendi yolunu buldu. Filmi çekerken birbirimize “Ağabey, bu da mı?” dediğimiz o kadar çok olay oldu ki… Tevafuklar zinciri.

        Ömer Faruk Sorak: O iyiler - kötüler meselesini biz şöyle yaptık; “Amaca giden her yol mubahtır” diyenle “Sadece inandığım yolda yürüyorum” diyenler arasında bir fark yarattık.

        Gökhan Özoğuz: Amaca giden her yol mubah değildir.

        Ömer Faruk Sorak: “Amaca giderken her yol mubahtır” diyen arkadaşın üzerinden “Amaca giden her yol mubah değildir” diyen bir film yaptık.

        Gökhan Özoğuz: Mükemmel bir söylem. Çünkü tam anlamıyla amaca giden her yol mubah değildir. “Başarıya ulaşmak için arkadaşlarımı harcarsam, her şeyi yakıp yıkarsam, en sonunda da galibiyet benimdir” dersem, kim kazanmış, kim kaybetmiş oluyor? Geçenlerde Yılmaz Erdoğan bir röportajda bu konuda acayip güzel bir şey söyledi.

        Ömer Faruk Sorak: Yılmaz bu güzel laf söyleme işini o kadar çok yapıyor ki...

        Gökhan Özoğuz: “Hayata gelme sebebimiz başarılı olmak mı yoksa mutlu olmak mı?” Tam anlamıyla da bu işte.

        Ömer Faruk Sorak: Başarılı olmak, ille de mutlu olmak anlamına gelmiyor.

        Gökhan Özoğuz: Paylaşmanın tadını katrilyonlar verseler alamayacağını bilmek, hepimizin içindeki cennet noktası olduğunu söyleyebilirim. Bir şeyi paylaşmak ve samimi olarak yapmak... Tabii ki yanlışlar olur, tabii ki bir şeyler yaparken “Ben ne yapıyorum?” dediğimiz çok şey olur ama olayın samimiyetini, gerçekliğini ortaya koyduğunuz zaman bambaşka oluyor. Günün sonunda her zaman kazanan samimi olanlardır. Hepimizin gördüğü bir sahne var. Herkes aslında aynı şekilde okuyor. Aslında hepimiz aynı şeyi görüp aynı şeyi okuyoruz. Anlamak istediklerimizi filtreden geçirip ondan sonra kendimize göre bir anlam oturtup ona göre bir karşılık veriyoruz. Filmin içerisinde özellikle bazı noktalar var. Mesela, “Kazananı sevmek kolay, kaybetmeye de varız biz.” O takımın ortaya koymak istedikleri şey. Deniz Gezmiş’in fotoğrafı var, yanında da Yılmaz Güney’in... Neden özellikle o fotoğraflar var? Takımın taraftar ekibinin bunu ortaya koyması, zaten filmin sonundaki şarkı da tamamen onu anlatıyor. Aslında burada herkes hiçbir şekilde bir çıkar beklemeden birlikte hak, hukuk, adalet kendi aralarındaki sistemi kurup, halkçılıkla ortaya koymuşlar. Mesela, ben bir gittim. Şimşekler grubu kendi arasında “Ağabey bir şeyin bir ödemesi var? Onu sattıkları tişörtten çıkarıyorlar” dedi. İnanılmazdı, çok etkili. Bu insanlar halkımıza neler ifade ediyorlar? Özünde, gerçekten hâlâ yaşıyorlar ve yaşamasının sebebi de sırf bu. Neden bu kadar canımız gibi seviyoruz? Çünkü söylemler... Bunlar, gerisini düşünmeden kendisini halkı için öne atan insanlar. Bu çok değerli ve çok önemli. Bizim buralarda herkesin düşüncesi kendinedir. Kendi düşünceleri kendi sistemleri vardır. Herkes birbiriyle aynı fikirde olmak zorunda değil ama samimi olanı çok güzel ayrıştırabiliyoruz. Samimi olan demek yaptığı işin sonucunda tüme yararı olan demektir. Ondan dolayı söylem olarak da ortaya çok güzel şeyler koyan bir film. Ya bu komedi filmi mi? Dram mı? Yoksa aksiyon mu? Hepsinin çok güzel bir harmanı. Ben Ömer ve Ali ile böyle bir iş yaptığım için minnettarım. Gerçekten uzun ve zor bir yoldu. Film, koronavirüs geçirdi ama her şeye rağmen direnip ‘İlle de sinema’ diye diye bu zamana kadar beklettik. Geçirilmiş olan bütün badireler bugüne gelmesi içindi.

        Ömer Faruk Sorak: Filmin 3 - 5 karesini gördüğümüzde “Bu başka yerde olmamalı. Bu sinemada olmalı. Bu bir sinema filmi ve bu film sinemada izlenmeli” deyip bugüne geldik. Sinema gerçekten çok fazla etkili.

        Gökhan Özoğuz: İnandığın yolda sonuna kadar devam et, aslında deminki anlatmış olduğum şey, onun imgesiydi. Bu; sanat olabilir, iş olabilir… Oradaki ikonlar tam anlamıyla çok çok yüksek bir sistemin getirmiş olduğu, çok yüksek titreşimli. İkinci kez izlemek isteyeceğiniz filmler vardır. Bu film onlardan.

        REKLAM

        "ÇOK DA GÜZEL BİR NOKTADA SÖYLÜYOR"

        Anneler - babalar kendi hayallerini çocuklarının gerçekleştirmesini bekler. Çocukların kendilerine ait hayalleri göz ardı edilir. Bence memleketimizin en büyük sorunlarından biri bu. ‘Kendi Yolumda’ bu sorun üzerine inşa edilmiş…

        Ömer Faruk Sorak: Memleketimizin aslında her geçen gün daha da büyüyen sorunu; insanların istediği şeyi yapabilmekle bir şey yapabilmek arasında sıkışmaları. “Bir şey yapayım da ne olursa olsun” ile “Benim yapmak istediğim bu değildi” gibi iki kavram arasında mutsuz ve çaresiz insanlar topluluğuna dönüşme tehlikesi var. Bunu gençlik için söylüyorum. Sistemin öyle bir yere gitmesi gerekiyor ki anne ve babalardan başlayarak çocukları kendi haline bırakmaları gerek. Çocukların ilk oyun dönemindeki halleri vardır ya, o zaman anne ve babaların gerçekten izleyebilme fırsatları olsa.

        Gökhan Özoğuz: Gökçe Bahadır’ın canlandırdığı 'Zeynep' filmin sonunda söylüyor. Çok da güzel bir noktada söylüyor.

        Ömer Faruk Sorak: Evet, “Bir bırakın, ne olmak istediğimi kendim keşfedeyim” diyor.

        Gökhan Özoğuz: Memleketimiz o kadar güzel potansiyellere sahip ki… Memleketimizde yapılması gereken en önemli şey, birbirimizi saygıyla dinlemek. İkincisi de eğitim sistemiyle alakalı olarak çok radikal değişiklikler yapmak. Nasıl? Mesela, az önce söylemiş olduğumuz gibi eğitim sisteminin başlamasından itibaren çocukların neye meyilli olduklarını, nerede, hangi alanda iyi olacaklarını iyi bir şekilde analiz edebilecek bir sistem geliştirirsek 5 vites atarız. Eğitim sisteminin içerisinde, ilkokuldan başlamak üzere ufak ufak aralardan yoklamalarla gitmek gerek. Kuzey ülkelerinin eğitim sisteminde bu var ve bundan dolayı aşırı başarılılar. Bizim ülkemizde neden sürekli aşırı iyi edebiyatçılar, aşırı iyi müzisyenler, aşırı iyi oyuncular, aşırı iyi yönetmenler, aşırı iyi iş insanları çıkamıyor? Bu kadar yüksek potansiyele göre çok aşağıdayız. Sağlık sektörümüz müthiş oraya hiçbir şey söylemiyorum ama mesela, bu taraftan baktığımızda bir ülkenin can damarı sanattır. Can demek, nefes almak demek. Bir memleketin anlatımıdır. Biz bir de bu coğrafyada birçok kültüre sahibiz. O kadar renkli, o kadar derin ve o kadar güzeliz ki... Her birini alıp parlatarak ortaya koymamız gerek. Tarihi eserleri parlatırsınız ve bir yere koyduğunuzda değeri ortaya çıkar ya, o kadar çok ortaya çıkaracak müzik, örf, adet, gelenekler var ki... Hep şunu hayal ediyorum; bir gün en ehil kişilerinden kurulan bir ekip olsa ve bunlar memleketin her tarafında her ilinde her yerinde oradaki o kültürleri, altta kalmış olan müzikleri, adetleri, özellikleri ortaya çıkartsa ve parlatsa. Oralara ait olarak, "Bunlar buranındır, bu büyük bir mozaiktir, laik Türkiye Cumhuriyeti böyle renkli ve güzel bir yerdir" olarak tanıtsa. Biz konserler için her yere gidiyoruz, bütün şehirleri geziyoruz. Bizim gördüğümüzü benim diyen siyasetçi görmüyor. Çünkü biz içinde yaşıyoruz. Bir gidiyoruz 30 bin kişi konserde. Ben artık 30 sene içerisinde kitlenin halini okuyorum. Mutlu mu? Canlı mı? Kanlı mı? Durumu nedir? Gittiğimiz yerlerde geziyoruz, yemekler yiyoruz, bakıyoruz. Bu çok önemli bir şey. Hep kenara atarlar ama yemin ediyorum her şeyden önemlisi bu.

        Bizde bu kadar potansiyel varken neden yeterince değerlendirilemiyor?

        Gökhan Özoğuz: Çocukluğumuzdan itibaren hep bunu yaşadım. İlla bu son dönem değil. Çocukluğumuzda da böyleydi. Hep dışarıdan gelen müthiş, bizimki ‘Tu kaka’… Olur mu öyle şey? Burasının her bakımdan inanılmaz derin bir durumu var. Ne sayarsanız sayın ama şu anda değişiyor, değişecek de.

        "BİZ DE BABAMIZDAN BÖYLE GÖRDÜK"

        İnsanların kendilerinin değil de annelerinin veya babalarının hayallerini gerçekleştirme adına seçtikleri meslekte yaşayacakları mutsuzluğun toplumsal sorunlara yol açtığını düşünüyorum. Mutsuzluğun üretime, dolayısıyla ekonomiye de büyük ölçüde zarar verdiğini düşünüyorum.

        Ömer Faruk Sorak: Babam, “Ben televizyoncu olacağım” dediğimde burun bükmüştü. O da bizim filmde olan konulardan. “Biz de babamızdan böyle gördük” diye bakıyorlardı. Onların babası da onların hayal ettiklerini baskılayıp kendi istedikleri yolda yürümesine engel oldukları için doğrusunun bu olduğunu zannetmek gibi yanılgı yaşamışlar. Aslında biz de belki de o noktadayız. Ben şimdi çocuklarımla olan ilişkimde dikkat ediyorum. Bu filmle, onların hayatla ilgili beklentilerini dile getirdiklerinde, neyin endişesini duyup, onların önünü kesebilecek hangi cümleyi kullandığıma aşırı dikkat etmeye başladım.

        Gökhan Özoğuz: Biz de babamızdan öyle gördük. “Bu işi yapma, eczacı ol” demiş. Babam eczacılığı da çok seviyordu ama müzisyen de olmak istiyordu ve çalıyordu da… 1960’larda bir grupları vardı. O dönemden sonra okuyor, eczacı oluyor. Elinden gelen her şeyiyle bize destek verirdi. Prova yapmamız, gitar, davul almamız gerektiğinde gider borç alırdı. Biz de babamızdan böyle gördük. Hatta ‘Tamirhane’ filminde de “Biz babalardan böyle gördük” diye bir replik var. Onu çok beğendim, zaten çok güzel film.

        REKLAM

        "KENARA ATABİLDİKÇE ATSINLAR"

        Çocukların yeteneklerine ve arzularına göre bir mesleğe sahip olması gerektiği konusunda toplumsal bir bilinçlenme gerekiyor.

        Ömer Faruk Sorak: Önce evde… En önemlisi evde. Her şeyin başlangıcı olan, emeklemeye başladığında, kendi geleceğiyle ilgili bütün sinyalleri veren çocuğun yöneliminin ne olacağını keşfetmek gerek.

        Gökhan Özoğuz: Özgürlük… Farklı pozisyonlarda, durumlarda olan kardeşlerimiz, vatandaşlarımız var. Hayatını idame ettirebilmek için istemediği işlerde çalışmak zorunda olan arkadaşlarımız var. O kardeşlerimizle alakalı nacizane bir fikrim var; o işleri yaparken bir yandan da kendi dünyalarında, yapmak istedikleri hayallerindeki şeyi kafalarında sürekli çevirip, dile getirip, kenara ufak ufak bir şeyler atsınlar. Oyuncu olmak istiyordur ama bir yerde çalışıyordur. Orada çok istemediği bir durumdadır ama bir yandan onu da hayal edip onunla alakalı olayları okumak, dinlemek, koşturmak gerek. Onunla alakalı bir şeyler kenara atabildikçe atsınlar. Çünkü bir noktada zamanı geliyor ve oluyor. Ne kadar zorluk, o kadar daha iyi iş yapmak oluyor. Başarıya ulaşmak adına çok daha fazla çalışıldığı için çok daha büyük bir coşkuyla daha iyi yerlere geliniyor. Onun için her zaman umut kesilmeden devam edilip bir yandan da inanılan yolda sonuna kadar gitmek en önemlisi. Filmde de hep bunun altı çiziliyor.

        "BÖYLE BİR KÜLTÜRÜN KOLAY KOLAY KAYBOLACAĞINI DÜŞÜNMÜYORUM"

        Biraz da sinema sektöründen konuşalım. Pandemiye kadar gişeler iyiydi. Pandemi büyük hasar bıraktı. Bu sinema mevsiminde bir hareketlenme söz konusu. Sinemanın geleceği ile ilgili nasıl bir öngörünüz var?

        Ömer Faruk Sorak: Ekim - nisan arası çok film izlenen bir dönem ama bu sezon öyle başlamadı. Daha düşük rakamlarla devam ediyor. Bunun tabii bir sürü sebebi var. Pandemi döneminde dijital platformların da girmesiyle birlikte insanların evlerinde en çok tatmin ettikleri duygu, film izlemek oldu. Ne var ki sosyal hayatın içinde olmak, karanlık bir odada, hiç tanımadığınız insanlarla iki saat soluksuz bir film izlemek başka bir şey. Ben böyle bir kültürün öyle kolay kolay kaybolacağını düşünmüyorum. Zaman zaman, özellikle televizyon ilk çıktığı dönemde de bu tarz şeyler yaşandı. Toplumsal hayatın içinde ve onun bir parçası olmanın vermiş olduğu haz ve duyguyla yine eski günlerine, eskisi kadar olmasa bile eski günlerine yakın bir seyirle devam edeceğini düşünüyorum. En azından bir süre daha.

        Gökhan Özoğuz: Filmle alakalı olarak, müzikleri ve şarkıları Hakan ile birlikte ilk önce düşündük ve sonra Athena olarak hep beraber Ozan, Emre, Egemen, oturduk. Cahit Berkay, Korhan Futacı, çok sevdiğimiz Mikail Aslan ve çok sevdiğimiz müzisyen arkadaşlarımız bazı yerlerde bize eşlik ettiler. Fikret Kızılok şarkısı var. Yani filmin içerisinde bayağı müzikal bir durum var. Ve sinemada o sound sisteminde başka bir şey oluyor. Biz mesela en son bir kurguyu genel seyredelim dedik. Ömer'e dönüp “Bu film şu an başka bir şey oldu.” dedim. O sound ile başka bir şey oluyor.

        Ömer Faruk Sorak: Büyük perde duygusunun da etkisi var tabii. Hiç başka bir şeye konsantre olmadan, yerimizden kalkmadan, gözünüzü kırpmadan… Tabii bu filmin de başarısına göre değişiyor. Gözünü kırptıran ya da kırptırmayan o filmin enerjisidir ama gözünüzü kırpmadan 2 saat bir şeye konsantre olup izlemek ve çıktığınızda da kendiniz için iyi bir şey yaptığınız düşünerek oradan çıkma duygusu öyle kolay kaybolacak bir şey değil diye düşünüyorum.

        Gökhan Özoğuz: Acayip bir film izlersiniz ve bir anda böyle bir ağlama sesi duyarsınız ya. Sizden başka iki üç kişinin daha ağlama sesini duyduğunuzda kendinize “Aynı şeyi hissettik ve ağlıyoruz” dersiniz. O çok garip bir duygudur.

        Ömer Faruk Sorak: Zaman zaman tekpilerini izlemek için filmlerimizi sinema salonlarında izleyicilerle birlikte izleriz. Hissettiklerimizin izleyicilerle olduğunu görmenin hazzı başka bir şeydir. Dijital platformlarda yapılan işlerde ben bu keyfin bu kadar büyük alındığını düşünmüyorum.

        "ORASI AYRI BURASI AYRI"

        REKLAM

        Belki bir birkaç yıl sürebilir ama sinemanın güçlenerek pandemi öncesine döneceğini düşünüyorum.

        Ömer Faruk Sorak: İzleyicilerin bir arada verdiği film izleme duygusuna ilişkin verdiği tepki, filmden aldığı keyif başka bir şey. Nerede oturacağını arayan gözleriyle o insanların o kültürün içindeki halleri paha biçilemez. Bir sinemacı olarak o günlerin yine aynı coşkuyla geri geleceğini düşünüyorum

        Gökhan Özoğuz: Bir de evde izlerken şöyle bir durum oluyor; "Ya çok güzel bir film, müthiş sevdim" diyorsun ama sinemada herkesin odağı orada, sound, görsel, her şeyle birlikte oradasın. Dijital platforma göre yapılan çok güzel işler de var. Sinemayla dijital platformlar birbirini besliyor.

        Ömer Faruk Sorak: Ben bir tek şeye üzülüyorum, "sinema bitti" duygusuyla tercihini dijitale yöneltmek. Orası ayrı bir yer, burası ayrı bir yer. Oraya da buraya da işlerin üretilmesi lazım. Ben sadece şundan ürküyorum; “İyi ve nitelikli sinema filmi” diye yola çıkılıp “sinemada galiba hayat kalmadı” duygusuyla dijital platforma yapılmış işlerin arada kaybolduğunu düşünüyorum. Çünkü o kadar çok üretilmeye başlandı ki… “Hangi birini izleyeyim” derken arada birinin 3 bölümünde birinin bir bölümünde birini hiç izlememiş bulabiliyor insan kendini. Ne var ki sinema öyle değil, izleyiciler muhakkak o filme olması gereken değeri evlerinden kalkıp giderek daha fazla veriyor.

        "ÇOK FARKLI NOKTALARDAN BAĞLIYIM"

        Eklemek istediğiniz neler vardır?

        Gökhan Özoğuz: Her şeyi söyledik. Ben çok mutluyum. 3 senenin sonunda artık film bizden çıktı. Filmle beraber filmin içindeki şarkıları, Athena single olarak dörtlü çıkaracak. O single’ların kayıtlarını yapıyoruz. Filmle beraber acayip de bir marş geliyor. ‘12 Dev Adam’ gibi futbol sahalarının yeni marşı olacak. O marşın ilhamını ‘Şimşekler’ grubunun içinde aldım. Beraber maçlara gidiyoruz. Ben doğma büyüme Fenerbahçeliyim. Fanatik olarak Fenerbahçe takımı taraftarıyım ama ikinci takımım da Adana Demirspor. Çünkü çok farklı noktalardan bağlıyım. Bir genetik olarak aileniz vardır bir de hayatın içerisinde bir aileniz olur. Adana Demirspor ve ‘Şimşekler’, duruşlarıyla benim için çok ayrı bir noktada yer alıyor. Şu anda güney kaleye taşınmışlar. Bizim bir ekibimiz var, onlarla birlikte hep vakit geçirdik. Maçlara gittik, deplasmana gittik. O deplasmandaki duygular falan çok gerçek duygular. Bu yapmış olduğumuz beste Grup Yorum’un bestesi. Tribündeki sözler ile birlikte onu Athena yorumladı. Şimdi onun single'ı çıkacak.

        Ömer Faruk Sorak: Galiba başta milli takım olmak üzere bütün takımların ayrı ayrı “Bizim marşımız” diye sahipleneceği bir marş olacak.

        Gökhan Özoğuz: Zaten single öyle çıkıyor. Hatta ‘Şimşekler’ ile beraber de bir konuştuk. Çünkü “Haklıyız, kazanacağız” genellikle ‘Şimşekler’in tribününün sözüdür. Fenerbahçe tribününün pankartlarında da görülüyor. Göztepe taraftarlarının söylediği de bir marştı ama bu ‘Şimşekler’de çok yoğun giden bir damar. Bütün takımlar ve bütün fanatik taraftarlar, kendi takımlarını desteklerken, galibiyet almak için söyleyeceklerdir.

        ÖNERİLEN VİDEO
        Şurada Paylaş!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ