Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam VATAN MİLLET DEDİLER GENELEVİ BASTILAR

        1955 yılında Kıbrıs’ta Rum terörü yükselirken Türkiye, Yunanistan’a sert bir nota verir. Bunun üzerine İngiltere iki ülkeyi de Londra’ya görüşmelere çağırır. Ve Kıbrıs konusu milli bir histeriye dönüşür. 6 Eylül’de Beyoğlu’nda başlayan dükkanları yakma, yağmalama işi Bakırköy’den Adalar’a kadar yayılır. Hatta saldırı o kadar şiddetlenir ve çılgınlık öyle artar ki göstericiler Abanoz Sokak’taki genelevi bile basarlar

        YIl 1955...

        İktidarda, halkın Demir Kırat dediği Demokrat Parti (DP) bulunuyor. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes. Demokrat Parti’nin kılıcının önü de kesmektedir ardı da. Çünkü, 1954 seçimlerinde Demokratlar, 541 milletvekilinden 502’sini almışlardır. Kıbrıs’ta Rum terörü yükselirken Türkiye, Yunanistan’a sert bir nota verir. Çünkü Yunanistan, Kıbrıs’ın bir Rum adası olduğunu iddia etmekte ve Enosis (Yunanistan’a katma) peşinde koşmaktadır. İngiltere bunun üzerine Yunanistan ve Türkiye’yi Londra’da görüşmelere çağırır. 27 Ağustos’ta başlayan konferansı Türk kamuoyu büyük bir dikkatle izlemeye başlar. Hükümet, Kıbrıs konusunu milli bir histeriye çevirmiştir.

        DP’NİN GAZETESİ KIŞKIRTTI

        Bu ortamda DP yönetimi, halkın kendi arkasında olduğunu dünyaya göstermek için bir gösteri düzenlenmesini planlar. Bu planın parçası olarak 6 Eylül sabahı, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evde bir bomba patlatılır. Bu haber İstanbul’daki Adnan Menderes’e ulaştırıldığında, o hemen emir verir: “Bu haberi saat 1 ajansına (13.00 haberleri) yetiştirin!”

        DP Milletvekili Mithat Perin, İstanbul Ekspres Gazetesi’nin sahibidir. Bu gazete öğleden sonra ikinci bir baskı yapar. Manşette şu haber vardır: ‘Atamızın evi bomba ile hasara uğradı’

        Zaten önceden hazırlanan kitleler harekete geçirilir ve Tünel’den Taksim’e doğru binlerce insan yıkıp yakmaya başlar.

        Olayların Büyük Ada’ya yansımasını anlatan Ahmet Tanrıverdi; örgütçülerin Ada’daki DP temsilcisi esnaf olduğunu belirtir. İstanbul’dan sürat motorları ile buraya gelen çapulcular davul çalarak adaya çıkarlar, her yeri yakıp yıkmaktadırlar. Eli baltalılar, “Bu gece 10 Rum’u üst üste koyup kesmezsem bana da adam demesinler!” diye nara atmaktadırlar. O gece adada 2 kilise ve 200’den fazla dükkan yakılıp yıkılmış, yağmalanmıştır.

        Aslında Anadolu, o sıralar hızla İstanbul’a akmaktadır. İstanbul’un çevresi gecekondularla dolmakta, buralarda yoksulluk dizboyu gitmektedir. İstanbul’daki Rum esnafın durumu ile kenardaki Türklerin durumu, birbiri ile 180 derece terstir. Yoksul Türk, zengin Rum’un malına göz koymuş bulunmaktadır.

        SAVAŞ ALANI GİBİ

        Kışkırtılmış kara kalabalıklar, korkunçlaşır. Tek başına fare gibi olan korkak kişi; kalabalığın içine girdiğinde canavara dönüşür. 6 Eylül, öğleden sonrasında yaşananlar bunun eseri idi. Yoksul, itilmiş, dışlanmışlar ile ‘mukaddesat kavgası için yemin edenler’ yola çıkmışlardı. Bunlar; baltalar, levyeler ve odunlar ellerinde caddeleri, sokakları sel gibi doldurmuşlardı. Havanın kararması ile başlayan dükkanları yıkma, yakma, yağmalama işi Beyoğlu’ndan başlamış, sonra Beşiktaş, Sarıyer, Eminönü, Eyüp, Fatih, Bakırköy, Kadıköy hatta Adalar’a kadar yayılmıştı.

        Beyoğlu’nda lüks mağazaların kepenkleri parçalanıyor; ipek topları sokaklara atılıyor; bunlar balta ile kesiliyordu. Kör bağnazlık ve yıkma tutkusu o kadar coşmuştu ki kumaşı kesen adam, “Rumlara ölüm!” sloganı atan kadına, “Kelime-i Şahadet getir bakalım, belki sen Rumsun!” diyor; kadını balta ile öldürmeye kalkışıyordu.

        İstanbul’da başlatılan ayaklanma İzmir’e de sıçratılmıştır ve Fuar’daki Yunanistan pavyonu da dahil, bu ilimizdeki Rum dükkanları yakılıp yıkılmaktadır.

        PAPAZLARA ZORLA SÜNNET

        Tünel tarafından yola çıkanlar otomobilleri devirmekte, içine tutuşturulmuş pamuk atıp yakmaktadır.

        Galatasaray’daki Lion Mağazası; Odeon Mağazası, dönemin ünlü kuyumcusu Diamanştayn da dahil bütün dükkanlar tahrip edilmektedir. Kumaş mağazalarındaki her şey yollara saçılır, yakılır. Yiyecek, giyecek, ne varsa yok edilmektedir. Üç mağazadan ikisi kundaklanmıştır. Baylan, İnci, Haylayf pastaneleri gibi Atlantik Birahanesi de yerle bir edilmiştir.

        Kiliseler de saldırıdan payını şiddetle alır. Aya Triada Kilisesi’nden alevler yükselmektedir. Balıklı Rum Kilisesi’nin papazı ise dövülerek öldürülmüştür.

        O gün olay yerinde bulunan yazar ve politikacı Yılmaz Karakoyunlu’nun anlattığına göre; iş bununla kalmamıştır. Kiliseleri basıp, yakan yıkan mukaddesatçı kitle, papazları tutmuş, zorla sünnet etmişlerdir. Fener’deki kilise de basılmış, yıkılmış; buradaki Rum mezarları bile açılarak kemikler çevreye saçılmıştır.

        Bu tahrip ve yağmalardan Ermeni ve Yahudiler ile bazı Türk evleri de nasibini almıştır. Saldırı o kadar şiddetlenmiş ve çılgınlık öyle artmıştır ki göstericiler Abanoz Sokak’taki genelevi bile basmışlardır. Buradaki Rum patronlara ait evler de yakılıp yıkılmış, sermaye kadınları yarı çıplak halde dışarı atılmışlardı. Bu işte onlara, genelevdeki Türk işletmeciler de yardımcı olmuşlardı. Bazı genelev kadınları o sırada, “Haydi, bugün bedava!” diye reklam yapıyorlardı. Yağmacı takımının bu fırsatı da değerlendirdiği daha sonra anlatılmıştır.

        Bu saldırıların dehşetini, dönemin patriği olan Athenagoras, 12 Eylül’de Başbakan Menderes’e yazdığı mektupta anlatırken diyor ki: “... Kutsal yerler tahammül edilmez surette ihlal ve tahrip edilmiştir. Aziz heykellerinin gözleri oyulmuş; patriklerin ve diğerlerinin mezarları tecavüze uğramıştır. Kemikler meydana saçılmış ve yakılmıştır. Bir papaz öldürülmüştür, diğerleri taciz edilmiştir. “

        6-7 EYLÜL ZENGİNİ

        Bu yağmadan kurtulmak isteyen Türkler, dükkanlarına, evlerine Atatürk resmi ile Türk bayraklarını asıyorlardı. Bununla kurtulamacağını anlayan mağaza sahipleri, dükkanın kapısına Kuran-ı Kerim asıyor; hatta ‘Elhamdülillah Müslümanız’ diye tabela bile takıyorlardı. Necmi Rıza, kalabalığı ikna etmek için dükkanının önünde yüksek sesle mevlit okuyordu.

        Fakat ortam; yoksul kesimin İstanbul’u yağmalamak için eline geçmiş bulunmaz bir fırsattı. Kalabalığın içindeki bazıları ceplerini doldurmanın peşindeydi. Bunlar daha sonra ortaya zengin olarak çıktılar. Giyecek ayakkabı bulamayan tipler, hamallar, köfteciler bir anda paraya kavuşmuşlardı. İstanbul’da bu kişiler parmakla gösterilir ve “6-7 Eylül Zengini” denilirdi.

        VURUN SOLCULARA

        Güç durumda kalan Başbakan Menderes, 7 Eylül’de bu saldırıyı komünistlerin işi ilan etti. Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Nurettin Aknoz solcuları asmaktan söz ediyordu. Gazeteler, bu işi kışkırtanların komünistler olduğunu yazıyorlardı. Ele geçirilen 43 sosyalist aydın tutuklanmıştı. Bunların arasında Aziz Nesin, Hasan İzzettin Dinamo, Faik Muzaffer Amaç, Kemal Tahir, Arslan Kaynardağ, Nihat Sargın, Hulusi Dosdoğru, Boratav kardeşler gibi isimler de bulunuyordu.

        5538 mağaza, 73 kilise, 1 havra, 2 manastır, 8 ayazma, 1 fabrika yakılıp yıkılmış, bunu da komünistler yapmış idi (!).

        DP; Amerika’dan uzman getirtip bu işi komünistlerin yaptığına kamuoyunu inandırmaya bile çalışsa da ABD’li uzman, “Türkiye’deki komünistler bu eylemi yapacak güçte olsalar, ülkeyi ele geçirirlerdi!” anlamında bir cevap vererek bu propagandayı geçersiz hale getirmiştir.

        YENİ 31 MART

        İçerideki gazeteler hala Rum avcılığı yapsalar da dış basın olayları şiddetle eleştiriyordu. Başbakan Menderes, kısa süre sonra 12 Eylül’de yaptığı açıklamada şu gerçeği itiraf etmek zorunda kalmıştı: “Hadise hakikaten misli görülmemiş denecek kadar mühimdir. Şurasını arzedeyim ki mahiyeti itibarıyla başka olmakla beraber, 31 Mart hadisesiyle boy ölçüşebilecek bir hadise karşısında bulunduğumuzu kabul etmek gerekir.”

        6-7 Eylül vahşetinden sonra Rumlar, Türkiye’yi terk etmeye başlamışlar; dünyada Barbar Türk imajı yeniden hortlatılmıştı.

        Siyaseti, tertiple yönlendirme yolu bu olaylarla açılmış, 1980 öncesinde Çorum-Maraş-Sivas olayları ile sürmüş, 1993 yılında yine Sivas faciası ile geliştirilmiş, 1995 Gazi olayları ile sürdürülmüş, Susurluk’ta kamyona toslamıştır.

        Acaba ders aldık mı?

        BOMBAYI TÜRK HÜKÜMETİ KOYDURDU

        OlaylarI başlatmak için Atatürk’ün doğduğu evin bombalanması DP Hükümeti’nin bir planı idi. Yunan Hükümeti, yaptığı araştırma ile Türkiye’nin Selanik konsolosluk görevlilerinin işin içinde olduğunu ortaya çıkarmıştı. DP’nin Dışişleri Bakanı olan M. Fuat Köprülü, 5 Haziran 1960 tarihli Yeni Sabah Gazetesi’ne yaptığı açıklamada şöyle diyordu: “6-7 Eylül hadiseleri, Fatin Rüştü Zorlu’nun ilhamı ile Menderes ve Gedik (Namık) tarafından tertiplenmiştir.”

        Dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik, daha sonra “Olacağını biliyorduk ama bu kadarını beklemiyorduk!” diyecektir.

        Daha sonra anlaşıldı ki Atatürk’ün doğduğu eve bombayı koyan kişi, Yunan vatandaşı Oktay Engin adlı bir öğrenci idi. Olaydan sonra Türkiye’ye kaçmıştı. Oktay Engin, Türkiye’de affedildiği gibi okuyup valilik makamına kadar yükseldi.

        Akşam

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ