Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Anayasa Dağılan Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda konuşulanlar tutanaklara yansıdı

        Sibel ERDEM / HABERTÜRK TV

        Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda çıkan tartışmalar üzerine masa devrildi. Komisyonun dağılmasının ardından açıklanması istenen toplantı tutanakları ortaya çıktı.

        Yeni anayasa yapım sürecinde başlayan tartışma masanın dağılmasına yol açtı.

        Meclis Başkanı İsmail Kahraman, bugün yaptığı açıklamada, "Çözüm üretmek ve zorlukların üstesinden gelmek zorundayız. Meclisimiz bir bütün olarak milletimizin Meclisidir. Ortak aklı harekete geçirerek, anayasa yapım süreci yeniden ele alınacak ve başarıyla bitirilecektir" dedi.

        Kahraman'ın ardından konuşan komisyonun CHP'li üyesi Bülent Tezcan, "Başkanlık sevdasından vazgeçilirse masaya dönmeyi düşünüyoruz" dedi.

        İŞTE O TUTANAKLAR!

        Anayasa masasının dağılmasının ardından açıklanması istenen tutanaklar ortaya çıktı. İşte o tutanaklar:

        BAŞKAN – Efendim, toplantıyı açıyorum.

        Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını ve hayırlı neticeler tevlit etmesini niyaz ediyorum.

        Oktay Bey’i bekleyelim mi?

        MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Başlayalım efendim.

        BAŞKAN – Başlayalım mı?

        MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Başlayalım, bu esnada diğer gruplardan değerlendirmeler, görüşler ortaya konsun.

        BAŞKAN – Peki efendim.

        Biz bir önceki gündeme devam ediyoruz. O gündemde çalışma usul ve esaslarını görüşüyorduk, üzerinden bir geçiş oldu ön bilgi bakımından. MHP’nin getirdiği bir teklif vardı, diğer partilerimizin teklifini de tabii dinleyeceğiz.

        Şimdi, tek tek mi söz verelim veya parti parti mi söz verelim?

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Şöyle mi yapalım Başkanım?

        BAŞKAN – Buyurun.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yani Başkanım, çalışma usullerinin sorunları aşağı yukarı aynı. Şimdi, aşağı yukarı bir mevcut maddeler var, bir de eklenmesi düşünülen maddeler var. Biz sanki inşaya başlıyormuş gibi mevcut maddede, 1’inci maddede “A partisi, B partisi, C partisi ne diyor?” diye madde madde mi gidelim? Ben sesli olarak, öyle uygun olabileceğini düşünüyorum. Çünkü, aksi takdirde her parti, maddeyi 4 defa tekrarlayacak. Hâlbuki “1’inci madde…” diyeceğiz, her parti noktainazarını veya müzakere yaparak onu oluşturabilecek bir ifadeyi bitirmiş oluruz, 2’ye geçeriz.

        BAŞKAN – Zannediyorum uzun sürmeyecek de, 1’inci madde mühim.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yani, ilk maddeden…

        BAŞKAN – 1’inci madde: Komisyonun adı. Cumhuriyet Halk Partisinin…

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – 1 ve 2’nci madde.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Tabii, bir matlab var yani.

        BAŞKAN – 1 ve 2?

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Evet.

        BAŞKAN – Yani, bu 2 maddenin dışındakiler teknik, daha önce denenmiş hususlardır, hâllerdir. İçlerinde bir süre meselesi var, o da zaten kısa olsun diye bir düşünce var, pek başka bir şey yok.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Şimdi, çalışma usullerinin adı var. Ad, mesela, bakacaklar…

        BAŞKAN – İsterseniz, Bülent Bey’den başlayalım.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Tabii, tabii.

        Şöyle yapalım Başkanım: Bülent Bey’den başlayalım da mesela bizim 1’inci konumuz, başlık, “matlab” diyoruz, başlık. Çalışma usullerinin başlığı ne? Mesela onu bütün partiler şey yapsın, ondan sonra 2’nci maddeye geçtik…

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Şöyle, yani, zaten o dediğiniz şekle girer.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Tabii tabii.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Yani, aşağı yukarı 1 ile 2’yi… Ben, mesela 1 ile 2’yi birlikte anlatacağım.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Olabilir, hiç engel yok.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Doğrudan irtibatlı konular.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – 3’ü de birlikte anlatabilir, tabii mümkün.

        BAŞKAN – Bu 2’sinin birlikte anlatılması çok normal, hatta tek madde de olması…

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Tabii, tabii.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – İsim ile içerik yani görevi de tarif ediyor.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Evet, tamam.

        BAŞKAN – Bülent Tezcan Bey, buyurun.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Teşekkür ederim Değerli Başkanım.

        Değerli arkadaşlar, hepinize iyi bir çalışma haftası diliyorum.

        Şimdi, geçen hafta parça parça önerileri her birimiz sunmuştuk, bu hafta da çalışma usulleriyle ilgili derli toplu bir sistem belirleyeceğiz. Geçen, 24’üncü Dönem’deki Uzlaşma Komisyonun çalışma usullerini belirleyen bir sistemi elimizde, tabiri caizse 15 maddelik bir yönerge, “Çalışma Usulleri” denmiş, bir yönerge belki hazırlanmış. Burada, 1’inci maddede “Komisyonun Adı” diyor, 2’nci madde de “Komisyonun Görevi” diyor.

        Aslına bakarsanız bütün 15 madde içerisinde belki en önemli, belki de en fazla müzakere edeceğimiz konu bu konu. Çünkü bir anlamda bu 2 madde bu Komisyonun ne yapacağını, yol haritasını belirleyecek. Görüyorum ki, bundan önce 2 toplantı yaptık, 2 toplantıda da belki farklı farklı bakış açılarımız var. Yalnız, bu Komisyon çalışmasının özelliği, farklılıkları çalışma sonucunda uzlaştırıp belli bir noktada buluşturabilmektir, bunda bir tereddüt yok ama biz temel bir çalışmaya başlıyoruz. O temel çalışmaya başlarken pozisyonumuzu doğru tarif etmemiz lazım ve yeni anayasayı, Anayasa’nın yenilenmesini, anayasa reformunu -nasıl tarif edersek edelim, sözcüklere takılmadan ne dersek diyelim- hangi esaslar üzerinde yapacağımızı yani asgari müştereklerde nerede buluşacağımızı bir tespit etmek zorundayız. Eğer bunu yapamazsak burada altı ay da çalışsak, bir sene de çalışsak, iki sene de çalışsak sonuçta belli bir noktada buluşamayız. Eğer “Hiçbir asgari müştereğimiz yok, her şeyi konuşabiliriz.” diyorsak bu başka ama -ben geçen toplantıda da söyledim- biz Sayın Genel Başkanımızın Sayın Meclis Başkanımıza yazdığı cevabi mektupta bir anlamda tutumumuzu belirledik ve bu tutum çerçevesinde bir çalışma için buradayız. Bu nedenle, farklı farklı siyasi partilerin temel asgari noktalarda nerede bulaşabileceğini tespit edip ondan sonra bir çalışma yönergesi, görev tanımı yapmamızda yarar varın ötesinde elzem olduğunu düşünüyoruz.

        Şimdi, bakın, bir anayasa yapacağız. Yani, biz diyoruz ki: Bu süreç Türkiye’yi darbe hukukundan temizleme sürecidir. Biz böyle bakıyoruz buna ve buna göre bir çalışma yöntemi önerimiz var aşağıdaki maddelerde de “Nasıl çalışılır?” diye. Bunun hazırlığını yaptık. “Darbe hukuku”ndan kastımız, sadece 12 Eylül darbesinin getirdiği yasalar, yasal mevzuat değil. Darbe hukuku bir darbe kültürü yarattı, bu darbe kültürü de yeniden darbe hukukunu üretiyor kendi içerisinde. İşte bütün bu üretimiyle, tahkim eden hükümlerle beraber topluca ele alınması ve paralel, eş zamanlı bir çalışma yürütülmesi gerektiğini söyledik. Bunları tekrar için söylemiyorum sadece girişin çerçevesini çizmek için söylüyorum. Meramımı da buradaki bütün arkadaşlar anlıyorlar daha öne anlattığım için. Bu çerçevede, Komisyonun adı “Türkiye’yi Darbe Hukukundan Arındırma Komisyonu” olsun diye öneriyoruz, bu bizim önerimiz.

        Ancak, 2’nci maddeye geçtiğimizde bir görev tanımı var. Görev tanımında mevcut, önceki örnek yönergede “Komisyonun görevi, anayasa yapım sürecini yönetmek ve anayasa taslak metnini hazırlamaktır.” diyor. Bu bizim çizdiğimiz çerçevede ya da anladığımız anlamdaki bir görev tanımı değil; yetersiz, eksik, bunun tamamlanmasının gerektiğini düşünüyoruz, o yüzden 1 ve 2’nci madde irtibatlı. Bu çerçevede, darbeler ve darbe kültürünün ürünü olan darbe hukukunu ortadan kaldırmak, eş zamanlı olarak özgürlükçü, hukuk devleti, güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ekseninde parlamenter demokrasiyi güçlendiren bir anayasa hazırlamak. Şimdi, görev tanımını böyle öneriyoruz. Sebebi şudur: Yirmi beş aylık bir çalışma yaptı 24’üncü Dönem’deki Komisyon. Bir kere, bu yirmi beş aylık çalışmada hangi konularda anlaşmazlık olup o masanın dağıldığını hatırlamakta yarar var. Aynı şeyleri tekrar ederek, aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlara ulaşmak çok doğru bir yöntem değil. Bu yöntemin adı da var ama adını söylemeyi uygun bulmuyorum.

        GARO PAYLAN (İstanbul) – Kızıyorlar o zaman.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Yani, uygun bulmuyorum. Yani, aynı yöntemleri uygulayarak farklı sonuçlar beklemenin anlamı yok.

        Şimdi, anayasa yaparken darbe hukukundan arınma kısmını anlattım, bir kenara koydum. Şimdi, anayasa meselesiyle ilgili kısma geliyorum. Anayasa yaparken, şimdi, diyoruz ki: Bunun bir temel hak ve özgürlükler bölümü var. Zaten geçen mutabakat sağlanan 60 maddenin 43 maddesi temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümdü. E, bu tamam. Hadi, orada üç aşağı beş yukarı partiler anlaşıyor ama ondan sonra yasama, yürütme ve yargı bölümüne geldiğinizde bir erken tercih yapmak zorundasınız. Önceden bir tercih yapmak zorundayız, nedir bu önceden yapacağımız tercih? Hükûmet sistemi ne olacak? Hükûmet sistemi konusunda bir tercih yapmadığımız sürece, yapamadığımız sürece buradaki çalışma sadece vakit geçirmekten ibaret olur. “Başkanlık sistemi” diyecekseniz, yasamanın oluşum şeklinden tutun da yetkilerine kadar değişiyor, yürütmenin yapısı tamamen değişiyor, yargının dahi pozisyonu değişiyor başkanlık sisteminde. “Parlamenter sistem” dediğimiz zaman tamamen değişiyor. Demek ki bizim temel bir mutabakatı baştan sağlamamız lazım, temel bir meseleyi baştan çözmemiz lazım. Burada istediğimiz kadar, üç ay çalışalım. “Haziran” deniyor, “Ekim” deniyor, “Aralık” deniyor, öneriler var. Diyelim ki, mayısa kadar çalıştık, ne yaptık? Yine temel hak ve özgürlükleri, daha önceki maddeleri görüştük, hızla geçirdik. E, önümüze yine bir sistem tartışması gelecek.

        Biz net olarak şunu söylüyoruz, masaya otururken de bunu söyledik: Türkiye’de biz parlamenter demokrasinin güçlendirilmesi, parlamenter demokrasinin eksikliklerinin giderilmesi gerektiğini düşünüyoruz, yaklaşımımız budur. Bu çerçevede, bir başkanlık rejimi tartışmasının içerisinde olmayacağız. Bunu baştan deklare ettik, şu anda deklare ediyoruz, Genel Başkanımız mektubunda deklare etti. Çok doğaldır, herkes bir sistem savunabilir, saygı duymak gerekir. Bir başkasına “Niye başkanlık sistemini savunuyorsunuz?” deme lüksümüz yok, “Niye öneriyorsunuz?” demek lüksümüz de yok. Demokrasi içerisinde herkes bir sistem önerisi getirebilir ancak başka bir şey var: Herkes her şeyi savunabilir ama savunduklarımız bizi bir sonuca götürecek mi, götürmeyecek mi? Önce meseleyi bu çerçevede çözmek durumundayız. Şimdi, burada, başkanlık rejimi meselesi “Yahu durun bakalım, biz çalışmaya başlayalım da o üç ay sonra, o bölüme gelince konuşalım.” diyeceğimiz bir mesele değil. Niye değil? O devreyi geçtik. 24’üncü Dönem Parlamentosunda bu çalışma yapıldı ve temel ayrışmaların buralarda olduğu, özellikle sistem meselesinin önceden çözülmesi ve mutabakata varılması gereken bir mesele olduğu anlaşıldı. Biz diyoruz ki, Türkiye iki yüz yıllık parlamenter demokrasi birikimine sahiptir. Bu şu demek değil, “İki yüz yıl önce Türkiye’ye parlamenter demokrasi geldi.” demek değil. Bizim yaklaşımımız -bu tip düşünenler vardır, düşünmeyenler vardır ama- nasıl 1215 Magna Carta’yla İngiltere’de parlamenter demokrasiye yönelme varsa, 1808 Sened-i İttifak’la da bizde, Osmanlı’da sistem padişahın yetkilerini sınırlayan, Parlamentonun yetkilerini genişleten bir sürece girmiştir. Ondan sonraki 1876, 1908, 1921 -bir geçiş belgesi olmasına rağmen onun içinde de benzer Meclis Hükûmeti çerçevesinde parlamenter demokrasiye uygun bir kültür- daha sonra 1924, 1961, 1982… Bizim böyle bir parlamenter demokrasi geleneğimiz olduğunu düşünüyoruz. Türkiye demokrasinin bunun üzerinde güçleneceğini düşünüyoruz ve bunun dışındaki örneklerin Türkiye’de demokrasiyi… Kişiye özel sistem arayışı olduğuna inanıyoruz, başkanlık rejimi arayışının ülkeye özel değil, kişiye özel bir sistem arayışı olduğunu düşünüyoruz. Doğrudur, yanlıştır, bizim yaklaşımımız, bizim düşüncemiz bu. Ülkeler sistemlerini kişilerin günlük ihtiyaçlarına ya da günlük konjonktürüne göre değil, belli bir tarihî birikim, siyaset kültürü, kurumsal birikimin üzerinde tarif edebileceklerini, böyle şekilleneceğini düşünüyoruz. Bu nedenle, parlamenter demokrasinin güçlendirilmesi, buna ilişkin önerilerin bu anayasada tartışılması ve kurumsal yapının oluşturulması gerektiği inancındayız.

        Toparlıyorum. Bu çerçeveden baktığımızda, biz özellikle Türkiye’de kişilere özgü bir rejim dayatmasının kriz yaratacağı kanaatindeyiz. Şimdi, Sayın Başkanımızın, zatıalinizin Parlamento Dergisi’nde yayınlanan bir açıklaması var. “Bu anayasa başkanlık sistemine dayanmalı.” diyor. Sayın Başkanımız Meclis Başkanı olarak bu tercihte olabilir, buna saygı duyarız ama Sayın Başkanımız bu Komisyonun Başkanı olması sıfatıyla herhangi bir tercihin değil, bu Komisyonda çıkan mutabakatın temsilcisi olmak durumundadır. Şimdi, bunu şunun için söylüyorum, zatıalinizi eleştiriye dönük bir şey değil söylemek istediğim şey, bunu şunun için söylüyorum: Burada, bir başka örnek, Sayın Mustafa Şentop. İki gün önceki bir açıklamasında, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı, benim de muadilim görev olarak zannediyorum hukuk ve seçim işlerinden sorumlu…

        ABULHAMİT GÜL (Gaziantep) – Şu anda Anayasa Komisyonu Başkanı.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Şu an değişti, şu anda da Anayasa Komisyonu Başkanımız, birlikte orada da mesai yürütüyoruz. Sayın Mustafa Şentop da dedi ki: “Başkanlık sistemi gelmesi gerekir, başkanlık sisteminde uzlaşma olmazsa Türkiye seçime gider.” Bu bir yaklaşımdır, bunu da saygıyla karşılarım. Yani, bir siyasi parti başkanlık rejimi meselesini getirir, bu olmazsa bunun yöntemi 330’u bulup referanduma gitmektir veya 367’yi bulup yine gerekmediği hâlde referanduma gitmektir veya bulamıyorsa seçime Türkiye’yi götürüp “Bulmak istiyorum.” da diyebilir, bunlar siyasi tercihlerdir Ancak, burada herhangi bir şekilde bir taraftan tablo böyle yürürken, bir başka taraftan Sayın Cumhurbaşkanı özellikle başkanlık rejimi ekseninde bir kampanyaya başlamışken Cumhurbaşkanlığının hem maddi hem manevi hem kurumsal birikimini devreye sokarak, ayrı bir yerde böyle bir kampanya yürütürken bir başka taraftan da -yine dünkü gelişmedir veya önceki günkü gelişmedir- Sayın Cumhurbaşkanı açıkça bize göre Anayasa’ya aykırı bir şekilde, Anayasa’da istisnai olarak Cumhurbaşkanına tanınan ve parlamenter demokraside bize göre olmaması gereken bir yetkiyi mu’tâden kullanacağını, iki ayda bir Bakanlar Kurulana başkanlık edeceğini deklare etmişken, bir ay Millî Güvenlik Kuruluna, bir ay Bakanlar Kuruluna Başkanlık edeceğini deklare etmişken, ortada bize bu çalışma yaptırılırken fiilen bir başkanlık rejimi uygulamasının yerleştirildiği ve buna dönük de bir başka sürecin yönetildiği inancı var. Şimdi, bu süreci bir siyasi parti kendi çerçevesinde yönetiyor olabilir ama biz burada bulunan bir siyasi parti olarak, ana muhalefet partisi olarak o zaman buraya oturduğumuzda bu temel mesele çözülmeden bir sonraki aşamaya geçilmesinin mümkün olamayacağını ve bunu çözmeden bu çalışmadan bir sonuç beklemenin sağlıklı olmayacağına inanıyoruz.

        O yüzden, Genel Başkanımız 3 temel meseleyi söyledi mektubunda: 1) Biz, Türkiye’yi darbe hukukundan arındırma süreci olarak görüyoruz ve bu çerçevede eş zamanlı bir çalışma öneriyoruz. 2) Türkiye’de kurucu iradeyi tartışmıyoruz, Anayasa’nın ilk 3 maddesini tartışmayacağız bu anayasa çalışmalarında. 3) Parlamenter demokrasiyi güçlendiren hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ekseninde bir anayasa çalışmasının içerisinde olacağız. Biz böyle geldik, bu masaya çağrılırken de böyle geldik, cevap verirken de böyle geldik ve bu çerçevede buradayız. Bunu yapmayacaksak… Bizim yirmi beş aylık bir geçmişimiz var, daha önce yirmi beş aylık bir çalışma var, o çalışmada da görülmüş, tablo belli, 60 maddede, temel hak ve özgürlüklerde üç aşağı beş yukarı anlaşıyoruz. Hani, birimiz bir yerden fedakârlıkta bulunuruz, birimiz bir yerden fedakârlıkta bulunuruz ve bunu hemen bitiririz, bunda problem yok ama önümüzde, hemen akabinde gelecek problem çok açıktır ki, hükûmet sistemi meselesidir, “Parlamenter demokrasi mi, başkanlık rejimi mi?” meselesidir, bir de kurucu iradenin tartışılması meselesidir. Biz bu çerçevelerde mutabakat sağlanmasını ve 2’nci maddedeki görev tanımının da bu mutabakat çerçevesinde çalışma yönergesinin içerisine yazılmasını, bu Komisyonun parlamenter demokrasiyi güçlendiren bir sistem dışında başkanlık rejimi tartışmalarıyla vakit kaybetmemesi gerektiğini çünkü orada uzlaşma olmayacağının peşinen artık ayan beyan ortada olduğunu görüyoruz, böyle bir teklifte bulunuyoruz. Ön mutabakat ve onun da bu çalışma usullerine dercedilmesi gerektiğini söylüyoruz.

        Teşekkür ederim.

        BAŞKAN – İsim ne demiştiniz Sayın Tezcan?

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Önerdim, “Türkiye’yi Darbe Hukukundan Arındırma Komisyonu.”

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Usullerin adı ne? “Yönerge” dediniz, usul olmadı yani.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Görev kısmını mı?

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bu görev değil, usullerin adı? Var ya, ad var. İşte, “Anayasa Uzlaşma Komisyonu Çalışma Usulleri.” gibi.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Söyledim, “Türkiye’yi Darbe Hukukundan Arındırma Komisyonu.”

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – “…ve Çalışma Usulleri” mi diyorsunuz?

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Hayır, hayır, en başta, “…Çalışma Usulleri” deriz, o çok önemli değil.

        BAŞKAN – Şimdi Komisyonun adını böyle deyince, sonuna “…Çalışma Usulleri”ni ekleyeceksiniz.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – E, tabii.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bülentciğim, geçsin o orada. Yani, adı ne?

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – “Türkiye’yi Darbe Hukukundan Arındırma Komisyonu Çalışma Usulleri”

        MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Peki, 2’nci madde de görev olarak?

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Görevi de “Darbeler ve darbe kültürünün ürünü olan darbe hukukunu ortadan kaldırmak; eş zamanlı olarak özgürlükçü, hukuk devleti, güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ekseninde parlamenter demokrasiyi güçlendiren bir anayasa hazırlamak.”

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Peki.

        MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – “…parlamenter demokrasiyi güçlendiren…”

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – “…güçlendiren bir anayasa hazırlamak.”

        Not alınacaksa tekrar edebilirim,.

        MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Çok uzun hepsini yazamadık, sonra…

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Geçer canım, tutanağa geçiyor.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Tamam.

        O zaman tutanak için bir daha söyleyeyim 3 maddeyi izninizle Sayın Başkanım.

        BAŞKAN – Lütfen efendim.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Komisyonun usul önerisi: “Türkiye’yi Darbe Hukukundan Arındırma Komisyonu Çalışma Usulleri”

        1’inci maddedeki Komisyonun ismi olarak “Türkiye’yi Darbe Hukukundan Arındırma Komisyonu” olarak öneriyoruz. 2’nci maddede görev olarak da “Darbeler ve darbe kültürünün ürünü olan darbe hukukunu ortadan kaldırmak; eş zamanlı olarak özgürlükçü, hukuk devleti, güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ekseninde parlamenter demokrasiyi güçlendiren bir anayasa hazırlamak.” Bu çerçevede de parlamenter demokrasi, kurucu iradede mutabakat ve darbe hukukundan arınma konusunda bir ön mutabakatın hazırlanıp bu şekliyle usullere dercedilmesini ve çalışmanın bundan sonra bu çerçevede yürütülmesi gerektiğini öneriyoruz.

        BAŞKAN – Ahmet Bey, buyurun.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Değerli Başkanım, değerli arkadaşlar; yine, 3’üncü oturumda bütün arkadaşlara başarılar diliyorum. İnşallah milletin önünde modern, kabul edilebilir, sürdürülebilir bir proje üretmiş oluruz. Tabii, bu, komisyon teknik olur, anayasayı kuran komisyon olur. Komisyon müzakerelerinde geneli üzerinde bir konuşma yapılır ama şimdi, şu anda çalışma yöntemleri üzerinde müzakere yapıyoruz, olabildiğince teknik olmamız gerekir. Aksi takdirde, anayasanın bütün felsefesini çok genler kapsayıcılığında ve genler kısalığında özetlememiz mümkün değil. Burada ben Bülent Bey’in açıklamalarından 3 şey çıkardım: 1) Anayasa altı darbe mevzuatının tasfiyesi. 2) Anayasa yapımı. 3) Bunlarla birlikte komisyonun bidayette bir ön sorun çözme zorunluluğu, o da hükûmet sisteminin meselenin başında çözülmesi. Eğer o çözüm şu sisteme odaklanıyorsa veya şu sisteme odaklanmıyorsa kendilerinin içinde olmayacağı yönünde. Ben yanlış mı özetledim Bülentciğim?

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Şimdi, içinde olmayacağı değil.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yani, ön sorun.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Evet, ön sorun olarak bunun çözülmesi gerekir, bu çözülmezse bu masanın herhangi bir çalışmasının sonuca ulaşması mümkün değildir diyoruz çünkü daha önce de bu sebeple bölündü.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Anladım, teşekkür ediyorum.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Bir de kurucu iradede mutabakat, ilk 3 madde konusu.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – İlk 3, kurucusu. Zaten dedim, gen özetinde, insanın bütün vücudunu, gözünü, kulağını falan bir gende şifrelendiren bir yapı.

        Bir defa arkadaşlar, bir komisyonun verimli olabilmesi için usul normlarına ideolojilerin yüklenmemesi lazım. Usul normları başkandan, üyelerden, partilerden soyut hakem normlarıdır. O hakem normlar sırası neyi müzakere edecek? O hakem normlara göre sorun getirilmeli, o hakem normlara göre müzakere sürdürülmeli, o hakem normlara göre belli çözümler oluşabilmeli veya oluşamamalı. Yani, usulde böyle özlemci yüklemlerin anayasa yapım süreçlerindeki rasyolara aykırı olduğunu görüyorum yani mukayeseli anayasa yapımlarında bunu görüyoruz, bir bu. İki, anayasa altı darbe mevzuatının tasfiyesi. Bu, Anayasa’yı üstlenen bir komisyonun kapasitesi dışında kaldıktan başka, bir komisyonla dahi başarılamayacak bir sorun. Bunun hukuk bilimindeki, kodifikasyondaki adı Bülentciğim, süpürge kanunlarıdır. Bunun öncüsü -Cemil Ağabey belki hatırlayacaktır- rahmetli Özal; özel kurullar oluşturdu ve süpürge kanunları çıkartıldı ama tamamlanamadı tabii. Süpürge kanunlarıyla ilgili de bir makale var galiba sizin dergide.

        ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Adnan Kahveci’nin şeyi…

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yok, Adnan değil, bir arkadaşın, hukuk doktoru birisinin o konuda şeyi var.

        Yani, biz tamam… Bülent Bey, değerli arkadaşlar; zaten bu konu -işte Oktay kardeşimiz de vardı alt komisyonda- ısrarla daha önceki komisyon döneminde gündeme getirilmişti, alt komisyonda aşağı yukarı 3 oturum buna harcadık. Bir defa, darbe mevzuatını sırtında taşıyan bir demokrasi ayıplı bir demokrasidir. Bu, tasfiye edilmelidir. Bu hedef birliği tamam ama şeyi ne yani anayasa yapımı için toplanmış bir komisyona böyle bir işlev yüklenebilir mi? Bir defa, uzlaşma komisyonlarının oluşturucu iradesi, parlamento hukukunda oluşturucu iradesi başkanın iradesidir. Başkanın o iradesinin bütün partilerce kabul edilmesi hâlinde o kurucu iradedir ve -hocam ne diyecek bilmiyorum- uzlaşmanın olması hâlinde de bu uzlaşma supra pozitiftir, herhangi bir anayasanın dahi üstündedir, ona göre geliştirilecek usule göre şeydir. Arkadaşlarımızla aynı görüşteyiz, müzakere ettik; biz bir darbe hukukunun veya türevlerinin -sonraki gelişen var mı, onu tartışmadık tabii- bir demokrasi için yük olduğu düşüncesine katılıyoruz, tasfiyesi gerektiği düşüncesine katılıyoruz ama kapasite itibarıyla hiçbirimizin gündem gücü -kapasite liyakat anlamında değil- gündem yoğunluğu bakımından sonuçlandırılabilir bir yük olabileceği… Yani, biz sonuçlandıramayız, partiler ayrı bir komisyon oluşturabilirler. Bu, anayasa altı darbe hukukunun tasfiyesi. Ön sorun: Hiç yüklememize gerek yok, tartışacağız, oraya vardığımız zaman bunları aynen söyleyeceksiniz, söylenecek tabii ama usul ihdasının başında bir ön sorun olarak görmeyi -bilemiyorum- anayasa yolunda sağlam bir taş değil, dikenli bir ot olarak görüyorum ben ama tartışacağız tabii, zamanı geldikçe en güzel şekilde tartışacağız ve canhıraş tartışacağız “Şöyle olur, böyle olur…” Ben başkanlık sisteminin de, aralıklı başkanlık sisteminin de Oktay Bey, yarı başkanlık sisteminin de ve parlamenter sisteminin de parlamenter demokrasi olduğunu düşünüyorum. Yani, “parlamenter demokrasi” kavramı bu sistemlerin… Siz herhâlde parlamenter sistem anlamında, yoksa bunların hepsi parlamenter şeydir yani parlamentolar var bu gibi sistemlerde ama birisi, dediğin gibi, şey var yani yasama, iktidar…

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Ama teknik adı “parlamenter demokrasi sistem” değil, o ayrı bir şey.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Ha, parlamenter sistem ama o, onun adı parlamenter sistem Bülentciğim; terim olarak şey ediyorum ben, yoksa parlamenter demokrasi elbette ki ama bu şeyin adı parlamenter demokrasi ve parlamenter hükûmet sistemidir. Yani, hükûmet sistemlerinin tümü demokratik sistemlerdir; onda bir kaygı yok.

        Şimdi, biz ön koşul iradesini Cumhuriyet Halk Partimizin yumuşatacağını, zamanında granitten daha sert, en sert tartışmayı yapabilme iktidarına sahip olduğunu… Biz de onu güzelce şey edeceğiz. Ola ki farklı bir sistemde de bulabiliriz yani o döneme vardığımız zaman diye düşünüyorum ben.

        Somut önerilerimize geçeyim arkadaşlar çünkü madde inşasında olduğumuza göre. Biz o 2 hususta irademizi arz ettik. “Anayasa Mutabakat Komisyonunun Çalışma Usulleri” teklifimiz Başkanım, adı o, net geçebilir. Arkadaşlarımızın başka bir iradede birleşmesi hâlinde ihtirazi kaydımız da olmaz.

        1’inci madde aynı doğrultuda yine, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Mutabakat Komisyonu.

        Arkadaşlar, 2’nci madde, bu çalışma usullerinin ideolojiden arındırılmış en saf bir hakem maddesidir. Bir, süreci yöneteceğiz; iki, anayasayı yazacağız. Şöyle yazacağız veya böyle yazacağız, buraya özlem maddelerini doldurduğumuz zaman, biz iddialı bir genetik üretmeyi başta başarmaya çalışan şeye yani güç… Yani, bilemiyorum, öyle bir güç de dünyada yok. Biz Adalet ve Kalkınma Partisi olarak, 2’nci maddeyi bu usulde en hakem, en usul karakteri yüksek olan bir hüküm olarak kabul ediyoruz, arz ediyoruz. Yani, 2’nci maddede Komisyonun görevi, anayasa yapım sürecini yönetmek ve anayasa taslak metnini hazırlamak. Ha, onu, 4’üncü madde şöyle olacak, olacak elbette ki, hiç şüphemiz yok, kurucu şeyi de orada şey edemeyiz ama biz özlemci maddelerden çok hakem maddelerin daha sağlıklı olacağını düşünüyoruz.

        Arz olunur Başkanım.

        BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

        Mithat Bey, buyurun efendim.

        MİTHAT SANCAR (Mardin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

        Öncelikle, tabii, Bülent Bey’in altını çizdiği konuların biz de çok önemli olduğu kanaatindeyiz. Ahmet Bey’in tabii yaptığı tespite şu çekinceyle katılırım: Usul kuralları şüphesiz bir hakem niteliği meselesi olarak da görülebilir ancak böyle önemli bir işe kalkışmış bir Komisyonun görev tanımı -isim bir kenara- bu tartışmalardan bağımsız değil. Dolayısıyla, hani onu ideoloji değil ama amaçlar başlığı altında ele almak daha doğru görünüyor. Daha açık söylemek gerekirse, amaç konusunda belli bir mutabakat olmadan usul kurallarını da yazmak kolay değil. O nedenle, Komisyonun ismi bizim için çok hayati önem taşımıyor, görev tanımı ama çok önemli. Yani, bu Komisyonun hangi amaçla toplandığını burada 2 toplantıdır kendi aramızda değerlendirmeye çalışıyoruz, anlaşılan o ki biraz daha açık konuşmak gerekiyor. Öncelikle, tabii, şeye katılıyoruz, biz de bunu söyledik, bir yol temizliği adını verdiğimiz demokratik ortam oluşturma, anayasa yapım sürecinin demokratik ve özgürlükçü bir ortamda yürümesini sağlamak konusunda bir görev üstlenmesini biz de doğru buluyoruz bu Komisyonun ama sadece bununla anılmasını da, doğrusu, bugünkü şartlara ve beklentilere uygun görmüyoruz. Yani, adına bir “anayasa” kelimesinin eklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Şu nedenle: Buradan bir anayasa çıkıp çıkmayacağı önemli değildir; elbette önemlidir ama “Mutlaka bir anayasa çıkar.” diye masaya oturmamış hiç kimse oturamaz da. Böyle bir niyet olabilir, böyle bir istek çok güçlü bir şekilde var olabilir ama sonuçta çalışmalar böyle bir başarıyla nihayetlenmeyebilir. Buna rağmen, anayasa meselesini tartışacak bir komisyon, ele alacak bir komisyon olduğunun da vurgulanması gerekiyor.

        Şimdi gelelim diğer meseleye. Evet, başkanlık meselesi, daha genel bir ifadeyle hükûmet sistemi konusundaki tercih meselesi, Anayasa’nın sadece yürütme değil, yasama ve yargı bölümlerini de temelden etkiler. Bu konuda belli bir mutabakat oluşmadan diğer kısımları yazmanın, yazmaya geçmenin bir mantığı yok çünkü bambaşka bir yargı sistemi öngörür parlamenter hükûmet rejimi, başkanlık rejimi de farklıdır. Yalnız, CHP Grubundan, Bülent Bey’den farklılaştığımız nokta şu: Devletin yapısı ve temel normları yani hükûmet sistemi ve bizim eklememizle idari sistem konusunda farklı yaklaşımların, birbirinden çok farklı, ilk bakışta uzlaşamayacak gibi görünen yaklaşımların bulunması tartışmaya engel değildir. Yani, şöyle, izninizle 2-3 ülkenin bu konudaki tecrübelerini birer cümleyle aktarayım: Bir defa, “Anayasa yapmaya oturan -literatürde “bölünmüş” diye tabir edilir toplumlar yani- değişik eksenlerde kutuplaşmış, uzlaşma ihtimali o konularda zayıf olan toplum kesimlerinin bulunduğu bir ülkede anayasa tartışması yürütülmez.” diye bir şey yok, anayasa tartışması yürütülebilir. Şöyle bir beklentiyle yürütülebilir: Bu süreç toplum kesimleri arasında konuların daha açık, daha ayrıntılı, daha samimi ele alınmasını, tartışılmasını sağlar. Buradan bir formül bulunur mu? Bunu söylemek için erken ama çeşitli anayasa yapım teknikleri var, kademeli anayasa süreci denen bir şey var, açık uçlu anayasa süreci, anayasa metni hazırlama süreci var. Bütün bunları dikkate almadan, mesela kesin konular belirleyip “Biz bunları tartışmayız.” diye işe başlarsak, bu yöntemi biz doğru bulmayız. Yani, bizim tercihimiz belli, daha önce sunduğumuz metin var, parlamenter sistemden yana olduğumuzu, güçlendirilmiş, rasyonelleştirilmiş, işleyen bir parlamenter sistem önerimiz olduğunu söyledik. Başkanlık sisteminin, özellikle, zaten burada getirildiği şekliyle, daha önceki komisyon zamanında getirildiği şekliyle tarafımızdan kabul edilemez olduğunu da belirttik. Fakat, bütün bunlar bizim bunları tartışmayacağımız, bu konuları bütün ayrıntılarda tartışmaya açık olmadığımız anlamına gelmiyor. Şunu görmek istiyoruz: Eğer güncelleyecekse, başkanlık sistemi isteyen sayın üyeler, partiler güncelleyeceklerse, bütün unsurlarıyla birlikte yargı ve yasama için ne öngördüklerini de içerecek şekilde bu önerilerini getirecekler, tartışacağız. Biz, Türkiye’nin idari sisteminde nasıl bir yapılanma önerdiğimizi daha önceki taslağımızı güncelleyerek getireceğiz. Yani, buna “yerel demokrasi” dersiniz İspanya Anayasası’nın ifadesiyle veya başka ülkelerde açıkça adı konmuş “özerklik” mi dersiniz, isim konusu da tartışmaya açıktır ama ne önerdiğimizi bizim de güncelleyip getirmemiz gerekiyor.

        Üçüncü bir nokta kurucu irade. Geçen toplantıda bir parça konuşma imkânımız olmuştu. “Kurucu irade” diye bir tabirin ne kadar doğru olduğu tartışmaya açık, bunu da tartışmak isteriz. İkincisi: “Değişmez maddeler” denen konunun da çok daha açık tartışılması mümkün. Mesela, biz “Her şey tartışılsın, ilk 3 madde de tartışılsın.” derken, “‘Türkiye Devleti bir cumhuriyettir. Hukuk devletine dayanan, insan haklarına dayanan bir cumhuriyettir.’ ifadesini çıkaralım.” demiyoruz ama belli ki işte bazı kalıplara sıkışmış bir tartışma var. Geçen toplantıda söylediğimi bir kez daha tekrar etmem gerekirse, evet, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu süreci vardır, kurucu kadroları ve kurucu hedefleri vardır ancak “Bu konuda da yüzde 100 bir görüş birliği toplumda mevcuttur.” diye kimse iddia edemez. Hangi dönemi, hangi açıklamayı, hangi kararları esas alacağımıza da açığız. Ben de, arkadaşlarım da, grup olarak da, parti olarak da 1921 Anayasası’nı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesinin en güçlü metni olarak görürüz mesela; bunu tartışmaya açığız.

        Kısaca şunu söylemeye çalışıyorum: Anlaşılan o ki çok farklı hükûmet sistemi ve idari sistem anlayışlarına sahibiz. İlk bakışta, bu farklılıklar varken masaya oturmanın anlamlı olmayacağı gibi bir izlenim de doğabilir ama biz Türkiye’nin bu şartlarında anayasa tartışmasını da yürütemeyen bir Meclis algısının doğmasını doğru bulmuyoruz. Çok zor şartlarda yaşıyoruz, çok kutuplaşmış bir hâldeyiz, maalesef çok ağır bir savaş ortamı var özellikle Kürt illerinde -bunları ayrıntılı anlatmama gerek yok- Suriye politikasında yaşadıklarımız ortada. Buna rağmen, burada yapacağımız görüşmelerin yeni bir diyalog kültürünün oluşumuna, kutuplaşmaları engellemek için yeni arayışlara girme imkânı yaratabileceğine inanıyoruz biz ve bu Komisyonun çalışmalarını da bu esasla yürütmek gerektiğine inanıyoruz.

        Sonra geleceğiz belki ama bağlantılı olduğu için söylüyorum, süre bu açıdan önemli. Daha önce tartışılmamış, açıkça tartışılmamış konuların kamuoyunda daha açık tartışılması için bizim belli bir süreye ihtiyacımız var değerli arkadaşlarım. Yani, hemen yazmaya oturursak buradan hiçbir şey çıkaramayız, bu çok net. Bizim, bu diyalog kültürünün, müzakere kültürünün oluşması için daha geniş bir toplumsal çalışmaya ve arayışa ihtiyacımız olduğu kanısındayız. Komisyonun bu dönemki sorumluluğu bana göre 2011’deki şartlardan daha ağırdır, daha hayatidir, çok kritik yol ayrımları sanki belirmiş gibi bir hava var. Biz bu şartlarda bile Anayasa’yı, Anayasa üzerinden birlikte yaşamın temel ilkelerini ve değerlerini konuşmayı becerebilmeliyiz. Sadece, Hindistan’ın 1947-1950 yılları tartışmalarını ve sonrasını bir de hatırlatmak isterim. Risklidir, burada yapacağımız büyük yanlışlar -sadece Komisyonu kastetmiyorum elbette- Komisyonda ve Mecliste yapacağımız büyük hatalar büyük bedeller yaratabilir çünkü gerçekten, bize göre şartlar bu kadar ciddi veya 1920 İrlanda’sındaki gibi çok ağır şartları o diyalog, tartışma ve arayışla yumuşatma imkânı var. Bu şansı kullanma konusunda Anayasa Uzlaşma Komisyonu, şahıslardan bağımsız olarak, misyonu ve işlevi itibarıyla tarihin getirip ağır bir sorumlulukla karşı karşıya bıraktığı bir heyet gibi görünüyor.

        Şimdilik arz edeceklerimiz bunlar.

        2’nci madde için bir önerimiz var, arkadaşım Meral onu isterse aktarabiliriz.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – İsim öneriniz var mı?

        MİTHAT SANCAR (Mardin) – İsim konusunu sona bırakıyoruz, isim konusunda bir şeyimiz yok.

        ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) – Görev konusunda?

        MİTHAT SANCAR (Mardin) – Görevi söylüyoruz, evet yani sade bir görev tanımı yaptık.

        MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Evet, geçen komisyon döneminde de bu sistem tartışması çok olmuştu ve bu dönemde de olacak gibi ama şöyle: Bizim 2’nci maddeye ilişkin -yani, Mithat Bey’in söylediklerine katılarak tabii, tekrar etmemek için- “görevi”nin tanımını şöyle yapmayı öneriyoruz: Demokratik, özgürlükçü ve katılımcı bir anayasa yapım sürecinin yaratılması için gerekli çalışmaları yürütmek ve anayasa taslak metnini hazırlamak yani buradaki muradımız, alt şeyini kapsadığı şeyler oldukça geniş.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Demokratik, özgürlükçü ve katılımcı…

        MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Yani, biz “Demokratik, özgürlükçü ve katılımcı bir anayasa yapım sürecinin yaratılması için gerekli çalışmaları yürütmek ve anayasa taslak metnini hazırlamaktır.” diye görevi tarif ediyoruz 2’nci maddede. Tabii, burada, ileriki maddelerde tartışacağız oraya gelebilirsek. Yani, buradaki kastımız oldukça açık ama birkaç cümleyle açmak istiyorum. Yani, sonuçta, anayasa yapım sürecinin yazım süreci olmadığı, gerçekten, katılımcı ve şeffaf bir yöntemle Türkiye’de anayasa yapım ve ilkelerine dair toplantılarla, bizzat Anayasa Uzlaşma Komisyonunun da içinde olacağı, yürüteceği, öncülük edeceği halk toplantılarıyla, kurumsal toplantılarla geçen dönem de yapılmıştı. Bunun formatına, şekline burada karar verebiliriz. Orada önerilerimiz var yani bu çok önemli, hayati bir mesele. Katılımcılığı güçlendirmemiz lazım.

        Diğeri de tabii, anayasa yapım sürecinin yaratılması da önemli. Bunun için biz adına “yol temizliği” diyoruz. Yani, anayasayı gerçekten yapmamız için ve yazımı için herkesin anayasa ilkelerine dair görüşlerini özgürce açıklayabilmesi lazım, tartışma ortamının olması lazım. Sayın Çiçek bunu çok iyi hatırlar, geçen dönemde de çok tartışmıştık Komisyonda. Yani, insanlar herhangi bir konuda, basın-yayın özgürlüğü ya da anayasada yer almasını istediği bir maddeye dair bir kampanyaya imza attığı için yargılanıyorsa, o anayasa yapım sürecinin özgürlüğünden söz edilemez. Geçen dönem mesela, Diyarbakır Valiliği Anayasa Uzlaşma Komisyonu için imza toplayanlar hakkında soruşturma açılması için talimatlar verdi, gözaltılar oldu. Yani, böyle bir süreç, gerçekten, zaten var olan ağır koşulları, savaş ortamını, antidemokratik ortamı daha da ağırlaştıracaktır. Yani, bu Komisyonun görevi, anayasa yapım süreciyle birlikte, aynı zamanda toplumun nefes almasını da sağlamaktır, o tartışmayı güçlendirmek ve büyütmektir. Yol temizliğini de ilgili bölümde tartışacağız. Yani, Mithat Bey ayrıntılı açıkladığı için onları şimdilik geçiyoruz.

        MİTHAT SANCAR (Mardin) – Sadece şunu eklememe izin verir misiniz Sayın Başkan. Kendi aramızda yaptığımız değerlendirmelerin bir başka sonucunu da paylaşayım değerli üyelerle.

        Eğer Komisyonun görev tanımı bu şekilde kabul edilirse yani CHP’nin önerisi ile bizim bu önerimizin birbirine çok yakın olduğu, hatta örtüştüğü kanısındayız ama tabii ki farklılaşan yanları var. Bunun nasıl yapılabileceğine dair Parlamento işleyişinin gereklerini gözeten önerimiz de var. Yani, Komisyon var olacak ama buna ilaveten ve bununla birlikte ne yapılabilir, bunu da somut olarak takdirlerinize sunmaya hazırız. Yani, “demokratikleşme”, “yol temizliği” dediğimiz meseleyi bu Komisyonun nasıl yürütebileceği, Parlamentonun bu konuda, bu Komisyonu da esas alan, nasıl bir düzenleme yapabileceği konusunda da önerimiz var. Onu daha sonra aktarırız.

        ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) – CHP’nin önerisine katılıyor musunuz yani?

        MİTHAT SANCAR (Mardin) – CHP’yle bu konuda uzlaşıyoruz, yol temizliği konusunda, darbe hukukundan arındırma konusunda uzlaşıyoruz, Komisyonun böyle bir misyonu olmalı ama farklılaştığımız yerin sadece bundan ibaret olmasını doğru bulmuyoruz, eksik buluyoruz. Eğer anayasa tartışmasını da yürütürse bu Komisyon, darbe hukukundan arındırma veya demokratikleşme, ne dersek diyelim, o süreci de bu Komisyonun görev tanımı içine yerleştirmek gerektiğini düşünüyoruz.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Sayın Başkanım, hemen, bir cümleme müsaade eder misiniz.

        BAŞKAN – Buyurun.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Şimdi, aynı çerçevede tamamlama açısından söylüyorum, biz darbe hukukundan arındırma süreci olarak yeri gelince tartışacağız, sadece not olsun diye söylüyorum. 8’inci maddeye geldiğimizde, çalışma yöntemlerini konuşurken… 8’inci maddede 3 ayrı alt komisyon önerimiz var; 3 olur, 4 olur, 5 olur, onu konuşuruz orada. Bu alt komisyonlardan birisi ceza ve güvenlik mevzuatı komisyonu, diğeri düşünce ve ifade özgürlüğü mevzuatı komisyonu, bir diğeri de çalışma hayatı ve sendikal mevzuata ilişkin alt komisyon. Bu alt komisyonların bizim içimizden oluşturulması şart değil. Teknik isimlerden, bu konudaki akademisyen, pratisyen, konuyu bilen uzmanlardan, bizim Komisyonumuzun kontrolünde, sevk ve idaresinde dışarıda bu tip 3 ayrı teknik heyet oluşup bu çalışmaları çok rahat yürütebileceklerini düşünüyoruz.

        BAŞKAN – “3 ayrı teknik heyet” dediniz. Birincisi?

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Biri ceza ve güvenlik mevzuatını ele alacak alt komisyon, ikincisi düşünce ve ifade özgürlüğü mevzuatını ele alacak alt komisyon, üçüncüsü de çalışma hayatı ve sendikal mevzuatı ele alacak alt komisyon. Ha, “Bu 3 yetmeyebilir, 4 yapalım, şu alan da eksik kaldı.” diyebiliriz. Bu, komisyonun burada, “old” maddede konuşacağı şeylerdir.

        BAŞKAN – Yani “Teknik heyet maddesi olan 8’inci maddeye eklendi.” diyorsunuz.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Tabii, şeyle ilgili…

        BAŞKAN – Oraya geldiğimizde…

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Tabii, oraya gelince… Yani, şimdi söyleme sebebim: Hani “Ya, bu Komisyon darbe mevzuatını nasıl tanıyacak, ne yapacak?” diye tereddütler oluşabilir, onu anlatıyorum yani bununla ilgili 3 kişilik olur, 4 kişilik olur, yeter ki bunu temizleme konusunda ciddi bir iradeye sahip olalım, bu çalışma yapılabilir.

        BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyoruz Bülent Bey.

        Oktay Bey, buyurun efendim.

        OKTAY ÖZTÜRK (Mersin) – Şimdi, Sayın Başkanım, hepimizin bu masada otururken birinci olarak gayesi, hâlâ üzerinde bir vesayet iddiası olan Anayasa’nın 113 maddesi değişmiş olmasına rağmen geriye kalan darbe ürünü olan maddeleri. Ha, bir zararı var mı? Yok ama onun ürünü.

        Sivil iradenin ürünü olan bir anayasanın yapılması noktasında hemfikirdik, biz böyle oturduk buraya, bizim maksadımız da bu. Elbette ki hukukumuzdaki darbeden sâdır olan, darbeyle hukukumuza girmiş olan ya da darbenin karar verdiği bütün unsurların ayıklanmasını biz de istiyoruz ama bu Komisyon başka komisyonların kurulmasına amir bir komisyon değil. Biz sadece Anayasa üzerine odaklandık geçen dönemde, şu kadar zaman geçti, Anayasa üzerinde çok fazla bir mesafe katedemedik. E, kaldı ki bir de şimdi üzerimize anayasa yapımının bin katı ağırlığı olan bir meseleyi üstleneceğiz. Ha, bu, “Yapılmasın.” anlamında değil. Nasıl ki Anayasa Uzlaşma Komisyonunun oluşmasına bir karar verildiyse, orada Meclis Başkanı karar verir, komisyonlar kurulur, o da ayrı bir komisyon olarak bununla beraber paralel devam edebilir, bunlara da itirazımız yok ama bu Komisyonun görev sahası içerisine alırsak burada herhangi bir netice almamız mümkün değil; ne onu yapabiliriz ne Anayasa’da bir mesafe katetmiş olabiliriz.

        Tekraren söylüyorum, “darbe hukuku” dediğimiz kanunlarımızdaki bütün unsurların ayıklanmasından yanayız ama buranın işi değil o. Bir başka komisyon kurulabilir, hatta acilen de kurulmalı, kurulsun da, o noktada da bir itirazımız yok ama burada faydası olmaz, bizi neticeye götürmez diye düşünüyoruz.

        Şimdi, bir şeyde de bir tenakuza düştük. Biz, çaktırmadan, maddelere geçtiğimiz vakit konuşacağımız konuları da burada bir tezekkür ettiriyor muyuz, yoksa bir el ense mi çekiyoruz, bir köşeye mi… Böyle bir şey de var. Çalışma usullerini belirlemek üzere, bugünkü gündemimiz bu idi. Elbette ki maddelere geçtiğimiz vakit bunlar üzerinde teferruatıyla konuşacağız ama hâlâ bir belirsizlik var. Evet, bu Komisyon sivil iradenin ürünü olan bir anayasa yapımına hayatiyet vermek üzere toplanmış ama bu Komisyon rejim değişikliği gibi görevle de mükellef mi, yoksa değil mi? Bu tartışmalardan hâlâ böyle bir endişemiz var. Hatta, ben ilk Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurulduğu vakit -Sayın İyimaya, Cemil Bey oradaydılar- “Önce bir şey söylemek istiyorum.” dedim sonra bizim aklımızla alay etmeyesiniz diye. “Sizin aslında anayasa yapmak vesaire falan diye bir iradeniz yok. Sizin anayasanız, Ergun Özbudun’a -aynen, cümleleri söylüyorum- 5 milyon liraya hazırlattığınız anayasa kasanızda duruyor, bizi burada çalıştıracaksınız -ilgi kuracağım Sayın İyimaya, oraya geliyorum yani aynı şeyi sanki tekrar ediyor gibi de- sonra da uzlaşılamayacak, masadan kalkacaksınız. ’Bu yapıyla olmuyor, buradan bir anayasa çıkmıyor, onun için biz kendi anayasamızı gündeme getiriyoruz. Ama üzerlerinde anlaştıkları maddeleri de bu anayasa koyuyoruz.’ deyip milletin önüne anayasayı çıkaracaksınız.” demiştik. Şimdi de sanki, yani, burada bu sistem tartışmasını Sayın Tezcan gündeme getirirken tepkilere baktığımız vakit, burada da birtakım maddeler üzerinde anlaşabilirsek, 60’ın üzerine birtakım maddeler koyabilirsek, süre de sınırlı, o noktada, yine, zaten -başka yerlerde de halk oylamasına gitmek, referandum vesaire falan lafları da ediliyor- 60’ı biraz fazlalaştırmak suretiyle kendi anayasanızı referanduma götürmenin yollarını arıyorsanız bunun da bu Komisyona pek saygılı bir davranış olmayacağı kanaatindeyim. Ama böyle bir endişeyi taşıdığımızı da ifade etmek isterim.

        2’nci maddede -zaten söylemiştik- Komisyonun görevi, anayasa yapım sürecini yönetmek ve buradan sivil iradenin hükmünü taşıyan bir anayasanın çıkarılmasıdır. Yeniden kurumlara, kuruluşlara müracaat edeceksek bunlar zaten bize görüşlerini daha önce bildirmişlerdi ama şu yapılabilir: Daha önceki görüşlerinden farklı olarak yeni, dikkate alınması gereken, dikkate değer düşünceleri var ise bunlara da bir kapı açıp bunları da almanın yolları düşünülebilir.

        Bu aşamada, ben bunları arz etmek istedim. Arkadaşlarımın belki ekleyecekleri vardır.

        Çok teşekkür ediyorum efendim.

        BAŞKAN – Sağ olun Oktay Bey.

        Buyurun Mehmet Bey.

        MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, evvela, toplantımızın, Komisyonumuzun bu üçüncü toplantısının hayırlı olmasını diliyorum ve buradan milletimiz için hayırlı kararlar almamızı Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

        Sayın Başkanımızın ifade ettiği özden hareketle ben birkaç ilavede bulunacağım. Öncelikle şunu ifade edeyim: Usul çerçevesinde, biz bugün çalışma usullerini görüşüyor olduğumuza göre daha teknik götürmekte, daha, böyle, siyasi yaklaşımlardan maada, bu Komisyonu nasıl daha verimli çalıştırırız, nasıl amaca dönük çalışmaları daha sağlıklı, daha etkin, daha verimli yürütebiliriz, o kapsamda sınırlı tutmakta fayda mülahaza ediyorum.

        CHP’nin önerisinde ve HDP’nin de buna öz olarak katıldığını da nazara almak suretiyle, iki yaklaşıma da istinaden şunu ifade etmek istiyorum: Tıpkı Sayın Başkanımızın söylediği gibi, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz de sadece bu darbenin değil, tüm darbelerin ve sadece hukuku değil tüm kalıntılarından arınmak gerektiğine inanıyoruz. Buna samimiyetle, yürekten inanıyoruz. Fakat bu, bizim Anayasa Uzlaşma Komisyonunun ya da Mutabakat Komisyonu -ne konuda mutabık kalacaksak- bu Komisyonun görevi değildir. Elbette ki Komisyonumuz Anayasa’yı yenileme çalışmalarını yürütürken mümkün mertebe darbeyle ilintili her türlü müesseseyi, düzenlemeyi, her türlü kırıntıyı bertaraf etmeye, yok etmeye gayret etmelidir ama yegâne amacı bu değildir.

        Daha geniş bir şekilde ifade edeyim: Biraz önce denildi ki doğru, bir öneri olarak: “Bu yönde Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir ayrı komisyon kurulabilir.” Türkiye’yi darbelerden arındırma komisyonu olabilir bunun adı, burada aynı çalışmalar yürütülebilir ama darbelerin kırıntılarından, kalıntılarından arınmak tek başına Türkiye Büyük Millet Meclisinin dahi altından kalkabileceği bir durum değildir bize göre. Bu çerçevede, örneğin, bir yargısal faaliyette dahi, darbe hukukuna ilişkin bir kalıntı görülmüş ve bu, örneğin, Anayasa’nın hukuk devleti ilkesine aykırı olarak telakki edilmişse somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesine götürülmelidir. Yahut bir idari yapımız bununla ilgili bir sıkıntıyı tespit etmişse bunu çözmek için idari işleyiş içinde mesafe alabilir.

        Dolayısıyla bu çok kapsamlı bir görevdir, evet, çok önemli bir görevdir ama bizim toplanma gayemize, bize göre, uygun değildir. Ondan dolayı biz “Darbe hukukundan arınalım ama burada değil, daha geniş bir şekilde bu perspektifle değerlendirelim.” yaklaşımına sahibiz. Bizim yaklaşımımız, buradan samimiyetle, iyi niyetle, yapıcı bir şekilde Anayasa’nın yenilenmesi çalışmalarını en verimli bir şekilde, en makul sürede bitirerek ve en milletimizin hayrına olacak şekilde neticeye vardırmaktan ibarettir. Bundan dolayı biz somut olarak Anayasa Uzlaşma Komisyonunun çalışma usulleri ya da eğer 4 parti mutabık kalırsak, yani böyle apayrı bir adla değil de aynı yaklaşımla, “uzlaşma” yerine bir dil tercihi olarak Mutabakat Komisyonunun çalışma usulleri diyebiliriz. O anlamda, bununla paralel olarak Komisyonun adında mutabık olabiliriz. Bize göre Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonudur. 4’ümüz mutabık kalırsak Mutabakat Komisyonudur.

        Komisyonun görevi de aynen kalmalıdır. Özellikle Meral Hanım söz etti, doğru, altını çizerek “Bu bir yazım işi değildir sadece.” dedi, nitekim, anayasa yapım süreci olarak zaten ifade edilmiş burada. Bunlar zamanında hep ölçülmüş, biçilmiş, doğru noktalara da varılmış.

        Biz başlıkta da Komisyonun adına ilişkin 1’inci maddede de, Komisyonun görevine ilişkin 2’nci maddede de hiçbir sorun alanı olduğunu düşünmüyoruz. Bunları bir an önce neticeye bağlayarak diğer maddelere geçilmesi gerektiğine inanıyoruz.

        BAŞKAN – Buyurunuz Namık Bey.

        NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu önemli çalışmamızda tüm siyasi partilere başarılar diliyorum.

        Şimdi, öncelikle ifade etmek istediğim, usul kuralları esası belirler. Yani usul esas kadar önemlidir ve usul bize gideceğimiz yolu, nasıl gideceğimizi tarif eden, hukukun usulün ne kadar önemli olduğunu… Şekil keyfiyetin düşmanı ama hürriyetin ikiz kardeşidir. Usul kurallarının ne kadar önemli olduğunu…

        Şimdi, buradan, biraz somut olsun diye söylüyorum, Sayın Başkan, biz bir yol haritasından bahsediyoruz. Usul, esasında bir rota belirlemektir, rotanın nereye gideceğini belirlemektir. O bakımdan, Cumhuriyet Halk Partisinin hassasiyeti -demin değerli Bülent Başkanımızın ifade ettiği- biz bu usulü tartışırken bu Komisyonun rotasının bizim için ki rota, parlamenter rejim, “Hükûmet sistemleri bir rota tayinidir.” olarak görüyoruz. Dolayısıyla yola çıktığımızda, Tarhan’a mı gideceğiz, Riyad’a mı gideceğiz, yoksa Paris’e mi gideceğiz, Strazburg’a mı gideceğiz, bunun belirlenmesi bu kadar önemlidir bizim için. Yani, o bakımdan, “Durun bakalım, ileride ne olacak, efendim, çıkalım bir yola da.” Şu anda Komisyonda diğer parti sözcülerine bakıyorum, “Çıkalım bir yola da bakalım, dur bakalım ne olacak, yani gidelim. Konya’ya doğru gidelim, işte, Diyarbakır’dan, Urfa’dan geri döneriz, tekrar Sofya üzerinden Paris’e gideriz.” gibi bir yaklaşım kabul edilemez çünkü daha önce bu yola girilmiş. Yani 4 siyasi parti oturmuş burada, yirmi beş ay mesai vermiş, bir yol gitmişler ve o yolun nerede tıkandığı somut olarak belirlenmiş. HDP’nin ademimerkeziyet, özerklik yaklaşımı; Adalet ve Kalkınma Partisinin başkanlık ve Hükûmet rejimi tartışmaları yolu tıkamış. Şimdi, biz bu yol üzerinden yeni bir yol açmak istiyorsak, bir defa, uzlaşılan bu usulü konuşurken varılmak istenen rotanın net olarak belirlenmesi gerekir. Aksi hâlde, siyasetin doğası gereği bize umut bağlayan…

        Ha, bu, şu noktaya katılıyorum ben de: HDP sözcüsünün, şu masanın etrafında, her türlü farklı yaklaşımlara rağmen toplumda kutuplaşmayı önleyecek, gerçekten aşırı kutuplaşmanın bir Parlamentoya gücü, Parlamentoya, işte, siyasetin sorunlara çözüm görme yaklaşımı, işin… Bir platform olabilir burası, buradan mesajlar verilebilir ama buradan yeniden, bir önceki Komisyon gibi, o noktaya gelindiğinde kalkılırsa büyük bir hayal kırıklığı olur ve toplumda büyük bir umutsuzluk yaşanır. O bakımdan, daha önce yaşanan deneyim, ortaya konulan somut şeyler karşısında bizim buradan gereken dersi çıkararak usulü belirlerken aslında bizim biraz da rota olarak tayin ettiğimiz rotanın iyi belirlenmesi gerekiyor ki şimdi, geçen Komisyonda da geçen toplantı da sayın 2 üye yeni bir anayasadan bahsederken biz şunu ortaya koyduk: Sayın Çiçek “5 general anayasa yapıyor da milletin seçtiği Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri niye anayasa yapamasın?” dediğinde, doğrudur ama şunu belirlemek lazım: Şu anda bir darbe anayasasından bahsedemeyiz artık çünkü bu Anayasa 177’nci maddesinin 112 maddesi, bizim tespitimiz ama şeyler de 113 diye ifade etti, biz 112 olarak biliyoruz. Olsun, 112 ya da 113 ama 177 maddede 112 ya da 113’ün değişmiş olması artık ortada bir darbe hukuku anayasası yok, sivil bir anayasa var, eksikleri var, reformist anlamda tamamlanması gereken şeyler var. Alt mevzuatta darbe hukukunu aratmayacak darbeci yasalar var.

        Hep örnek veriyoruz Anayasa’nın “Basın hürdür, sansür edilemez.” maddesi var. Peki, o zaman Can Dündar’la Erdem Gül niye cezaevinde, gazeteciler niye cezaevinde? Anayasa buna engel mi yani gidip de o gazeteci arkadaşlarımız şu anda ne yaptılar, terör suçu mu, banka mı soydular, silahlı çatışmaya mı girdiler, gidip bir yeri bombaladılar mı? Sadece gazetelerinde düşünce açıkladılar. Bu konuda bizim samimi olmamız için, somut durumlarda Parlamentonun somut adım atması gerekiyor. Aksi hâlde inandırıcılıktan uzak, toplumun, “Ya, bunlar burada ‘mış gibi’ yapıyor. Herkes kendine göre bir rol oynuyor.” Kamuoyunda siyaset kurumuna bir güvensizlik olarak addederiz. Net olmamız lazım, halka gerçeği söylememiz lazım. Bakın, biz şunu söylüyoruz: Evet, yapabilir, Anayasa’da değişiklik, demokratik bir anayasa yapabiliriz, bunun üzerinde birçok çalışma yapabiliriz ama bizim için bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanının, Hükûmetin meşruiyet kaynağı mevcut Anayasa’dır ve bu Anayasa’ya göre biz Anayasa’yı değiştirebiliriz. Eğer bu Anayasa’yı biz masanın üzerinde yok sayarsak o zaman bütün devlet kurumlarının meşruiyeti yok olur. O bakımdan, teknik olarak bugünkü Anayasa’yla hepimiz bağlıyız. Eğer bu noktadan hareket ettiğimizde, aksi hâlde bir sivil darbe olmuş olur. “Bu Anayasa’yı biz yok sayıyoruz, kendimizi bununla bağlı saymıyoruz.” dediğiniz noktada, “Anayasa yoksa biz de yokuz.” anlamına gelir. Devletin bütün kurumlarını, şu andaki, bu Anayasa’ya göre yasa yapan, bu Anayasa’ya göre alt mevzuatı düzenleyen, bu Anayasa’ya göre tasarrufta bulanan Cumhurbaşkanı, bu Anayasa’ya göre tasarrufta bulunan Hükûmet, bu Anayasa’ya göre savaşa, seferberliğe karar verecek olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin meşruiyeti yok olur. Bu çok önemli.

        O hâlde, bununla bağlıysak -ki biz bağlı olduğumuzu düşünüyoruz- bu Anayasa’nın ilk 3 maddesi çok açık: “MADDE 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” diyor.

        “MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

        III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti

        MADDE 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.”

        Ve “MADDE 4- Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” diyor ve Anayasa’nın 6’ncı maddesi de, Sayın Başkan, çok açık bir şekilde, bakın, “MADDE 6- Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” Buraya dikkatinizi çekmek istiyorum, bu çok önemli. Hiçbir kimse veya organ -biz de dâhil olmak üzere, şu kurum da dâhil, burası da dâhil olmak üzere- kaynağını Anayasa’dan almayan bir devletlik yetkisini kullanamaz.

        Sayın Başkan, bu Anayasa’nın ilk 4 maddesi ve egemenlik kullanan 6’ncı maddesi, Anayasa’nın hangi usul ve esaslara göre değişeceğini belirleyen 175’nci maddesine bakıldığında, burada devletin kurucu iradesine, Anayasa’nın amir hükümlerine yönelik olarak usulün buna paralel, az önce, CHP sözcüsü olarak Bülent Tezcan Başkanın ifade ettiği, bu Komisyonun nasıl bir anayasa yazacağını düzenleyeceğini, yani usulde bunu açık ve net olarak belirlenmesi lazım. Aksi hâlde, Anayasa’yı bu şekilde zorlamak Türk Ceza Kanunu’muzun 309’uncu maddesinde Anayasa’yı ihlal suçu oluşturuyor ve korkarım ki…

        ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) – Şu anki çalışma mı?

        NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Hayır, ben şey için diyorum, ilk 3, 4 maddeyi zorlamak bakımından diyorum.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – 4’üncü maddeyi?

        NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Hayır, 3 ve 4’üncü madde.

        Yoksa, burada temel yaklaşım olarak biz her türlü düşüncenin özgürce toplumda tartışılmasını, toplumumuzun bütün kesimlerinde özgürlükçü, çoğulcu demokratik parlamenter sistemi güçlendiren bir anayasa yapılmasıyla ilgili burada o iradenin belirli olmasını ama Anayasa’nın bu kadar amir hükmüne göre rejimi tartışmak, bu şeyleri tartışmayı şu anda bulunduğumuz pozisyon gereği uygun ve doğru bulmuyoruz.

        Son söz: Usulü belirlerken, şu anda çalışma usul ve esaslarını belirlerken rotayı yani yolun haritasını, yolun nereye gideceğini belirlememiz ve belirtildiği gibi rejimin ön şartı olarak parlamenter rejimi, hükûmet rejimini değerlendirip bu konuda mutabık kalmamız gerektiğini düşünüyoruz.

        OKTAY ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkanım, bir ilave yapmak mecburiyetindeyim bir yanlış anlaşılma olmasın diye veya eksik bıraktık.

        BAŞKAN – Buyurun Oktay Bey.

        OKTAY ÖZTÜRK (Mersin) – Biz zamanı biraz cimri kullanmak adına bazı şeyler açıklamadık ama geçen hafta biz uçak biletimizi buraya koyduk, rotamızı da belirledik, nereye gideceğimizi ortaya koyduk. O güçlendirilmiş parlamenter demokrasiden yana olduğumuzu, kurucu iradenin aynı iradesine saygılı olduğumuzu ve bağlı olduğumuzu ve Anayasa’nın 1, 2, 3 ve onu koruyan 4’üncü maddeleri noktasında hassasiyetimizin olduğunu ifade etmiştik. Dolayısıyla bizim rotamız belli, rotamızı ortaya koymuşuz. Onun için, şimdi yeniden zikretme gereği duymadık. Yoksa böyle, “Uçağa bindik, işte, Van’a giderken Viyana’ya götürecek.” falan, böyle bir sallapati durumumuz yok, ne yaptığımızı ne ettiğimizi, hangi uçağa bindiğimizi, rotamızın ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. Geçen hafta söylediğimiz için tekraren burada zikretmedik. Onu ayrıyeten belirtmek istedim efendim.

        BAŞKAN – Abdulhamit Bey, buyurun efendim.

        ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben çok vakit almadan bir iki cümleyle özetlemek istiyorum. Zaten Sayın İyimaya bizim görüşlerimizi ifade ettiler.

        Burada bizim yaklaşık yirmi beş aydır daha önce yapılan Komisyonun tüm çalışmalarını bir müktesebat olarak yani katılım aşaması, veri toplama aşamasında çok önemli birtakım kazanımlar elde edildi. Yani burada usul olarak da konuşulabilir. Gerekirse yeniden sürece katkıda bulunmak isteyen kurum, kuruluş, kişiler görüşlerini ifade edebilir. Yani bu süreç dinamik olarak işleyebilir ama bizim burada, özellikle AK PARTİ heyeti olarak olsun, diğer heyet olarak bizim bir yeni anayasa ya da bir anayasa yapımına ilişkin bir süreci deruhte etmek üzere bir arada olduğumuzu düşünüyoruz ve bu sürecin bir parçası olarak biz buradayız.

        Aksi takdirde, darbe hukuku gibi birçok kanun, birçok yönetmelik, hatta birçok, belki, kararları ihtiva eden bir sürecin bu masanın bir şekilde alt komisyonlarla bile olsa takvimi asla yetmeyecektir, yasama dönemi bile yetmeyecektir, belki bizim milletvekilliğimiz dahi yetmeyecektir.

        Burada bugün Sayın Başbakanımız, Genel Başkanımız da ifade ettiler, darbe hukukunun arındırılması, mevzuatımızdan darbeye ilişkin bütün bir şekilde, gölgelerin ortadan kalkması için AK PARTİ olarak bizim çalışma yaptığımız ifade ettiler. Bu çerçevede, zatıaliniz Meclis Başkanı olarak ya da buradaki her partinin temsilcileri var, ayrı bir komisyon, bütün partiler bir araya gelir, bu konuda, Anayasa gibi, 175’e göre yapımı zor bir süreç değil, yani kanun tekniği daha kolay ve bu konuda da bütün partilerin ortak iradesi bu yönde. Dolayısıyla bunu ayrı bir masanın ayrı bir, belki, komisyonun gündemi olarak değerlendirilebilir. Biz AK PARTİ olarak da görüşlerimizi zaten söyledik, asla bu konuda, bunu savunacak hâlimiz yok. Ama burada anayasa yapımı için bir aradayız, bunu bir şekilde, milletimize karşı bu vecibeyi yerine getirmek zorundayız.

        Burada bir diğer husus şu: “Parlamenter sistemi konuşacağız, başkanlık sistemini konuşmayız.” gibi öneriler de bu anlamda usul açısından kabul edilebilir şeyler değil. Anayasa neticede insan ürünüdür ve en iyi anayasa o ülke için en iyi yönetim tarzı, çoğulcu, yargı bağımsızlığını sağlayan, insan hürriyetini egemen kılan bir anayasadır. Dolayısıyla, bir yeni anayasa yapmak için -Cemil Bey’in de söylediği daha önce- bir darbe ya da bir savaş gibi bir şart mı gerekir? Demokratik toplumlar da, devletler de kendi ihtiyaçlarına göre anayasalarını yeniden yapabilirler.

        Bu çerçevede, bu sistemi önce konuşalım, sonra yürüyelim anlamında değil. Bölümleri konuşuruz, orada her parti görüşünü ifade edebilir, serdedebilir. Bu Komisyonun amacı zaten asla bir dayatma değil, bir partinin görüşünün diğer partiler tarafından kabul edilmesi gibi bir icbar, bir zorunluluk yok. Bir oy birliğiyle, görüş birliğiyle sürecin yürüyeceği bir mutabakat sürecini bir şekilde ifade ediyoruz. Dolayısıyla bir parti söyler, diğer 3 parti ya da 2 parti karşı çıkabilir. Mutabakat varsa bu bizim anayasa metnimizde yola devam edilir. Dolayısıyla ben meselenin tartışılma, her şeyin tartışılması… Belki bizim başkanlık sistemi önerimizi yasama, yürütme, yargı geldiğinde revize edeceğiz ya da etmeyeceğiz, belki kabul edilecek. Yani bu anlamda, baştan bir ön kabulle belki güçlendirilmiş parlamenterle ilgili sizin bazı bir şekilde öneriler değerlendirilecek. Bu anlamda, anayasa yapımına ilişkin bu sürecin bir şekilde, millet bizden onu bekliyor ve bir ön şartlarla değil de biz 4 parti olarak yola devam edip anayasamızı yapalım temennisini de arz ediyorum.

        Teşekkür ediyorum.

        BAŞKAN – Cemil Çiçek Bey, buyurun efendim.

        CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim.

        Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; evvela, açıklanan görüşler için teşekkür ediyorum.

        Yirmi beş aylık bir tecrübeyi bu masa etrafında yaşadık. Aslında bundan azami ölçüde istifade etmemiz lazım gelir diye düşünüyorum. Şimdi, konuşulanlara baktığımda, biz yirmi beş ay evvel aynı ölçüde tartışılmış -o tutanaklara bakabilirsiniz- üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri bizden evvelki arkadaşlar, o dönem görev yapan arkadaşlar, şimdi burada olmayan ve bulunanlar da kendi usulünce, üslubunca bunları ifade ettiler.

        Evvela, mutabık kaldığımız bir husus var, o mutabakat üzerine bu Komisyon oluştu. Nedir? Türkiye’nin adına yenilenmiş, yenileştirilmiş –ne dersek diyelim- yeni anayasa falan -ben kavramlar üzerinde çok fazla durmanın da doğru olduğu kanaatinde değilim, konuşa konuşa bunların içini dolduracağız- evvela bir anayasa yapacağız. Belli ki bu Anayasa’nın işimize yaramadığını, sıkıntı çıkardığını her parti, Türkiye'deki bu işlerle uğraşan herkes kendi üslubunca ifade etti. Bunu tekrar tartışmanın ya da konuşmanın doğru olmadığı kanaatindeyim. Öyle olmasa zaten biz olmayız. Birinci mutabakatımız bu.

        İkincisi: Bizim için, Değerli Başkanım, zaman çok önemli, zamanı verimli kullanamazsak kamuoyu karşısında da bir sorumluluğumuz var, “Bunlar konuşuyor, konuşuyor, dağılıyor; konuşuyor, konuşuyor, dağılıyor.” Vatandaş sonuç odaklı bakar. Bizim içeride ne konuştuğumuzdan daha çok “Ya, bunlar bir ay konuştu, beş ay konuştu, on ay konuştu. Sonuçta ne yaptı?” Bu, o zaman bizim kendi konumumuzu da bir değerlendirmeyi zaruri kılıyor. Biz neyiz? Biz bir akademik kurul değiliz, bir fikir kulübü de değiliz. Bunları küçümseme falan anlamında söylemiyorum. Elbette bir şeyi yapacağız. Bunu yaparken akademik tartışma da yapacağız, bir fikir kulübünde olan serbestlik içerisinde burada her fikri de konuşacağız, tartışacağız. Ama sonuçta bir hukuk metni yapacağız, bizim esas işimiz bu. Yoksa konuşup dağılmak, konuşup dağılmak, konuşup dağılmak, bu elbette faydalı ama otuz üç yıldır biz bu işi konuşuyoruz. Bizden daha iyi konuşanlar oldu, bizden daha iyi gerekçeler sunanlar oldu. Bugün de konuşuluyor ama ortada sivil siyasetin yeni bir anayasa yapma rüştünü ispat ettiğini gösterecek bir metin ortaya koymak mecburiyetindeyiz. Bunu göz ardı etmemek gerekir. Onun için de usul kurallarını tespit ederken neyi yapacaksak onunla ilgili usulü tespit edeceğiz. Her şeyin usulünü biz tespit etmiyoruz. Bir anayasa yapacağız, o anayasayı vatandaşın beklentisine uygun olarak, mümkün olan en kısa zamanda ve en verimli şekilde zamanı kullanarak yeni bir anayasa yapmak, vatandaş da bizden bunu bekler. Dolayısıyla, şimdi, usul kurallarını bu manada, buna göre teşekkül ettirebilirsek bizim işimiz daha kolaylaşır.

        İkincisi: Burada tartıştığımız bazı konular o zaman da tartışıldı, üç hafta tartışıldı –tutanaklara bir bakabiliriz, arkadaşlar muhtemeldir ki okumuş olabilirler- o tartıştığımız konuları o zaman fiilen karara bağladık ve kaldığımız yerden devam ettik. Nedir o? O zaman da o “darbe hukuku” terimi ilk defa burada gündeme gelmiyor, Cumhuriyet Halk Partisinin çok uzun zamandan beri üzerinde durduğu bir konu, doğru, ona şey yok yani. “Yol temizliği” kavramı zannediyorum o zaman da gündeme geldi. Demek ki bu kavramları ilk defa burada konuşuyor değiliz. Peki, konuşulmuş, sonra ne olmuş? Geçen konuşmamda şöyle bir şey ifade etmiştim, dedim ki: 2011’deki bu Komisyonu oluşturan partilerle bugünkü partiler bir isim değişikliği dışında, orada bir yanlışım inşallah yoktur…

        GARO PAYLAN (İstanbul) – Biz yeni bir partiyiz.

        CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Öyledir de ama savunulan fikirler itibarıyla. Bunu şey anlamında söylemiyorum. Bunu da zamanı iyi kullanmak adına bir özellik olarak ifade ediyorum.

        Yol temizliği o zaman da gündeme geldi. Sonuçta tartışıldıktan sonra denildi ki: “Bu Komisyonun görevi evet bunlar, doğrudur, bir temizlik yapmak gerekecek, bir, bilmem, bu hukuktan Türkiye’yi kurtarmak gerekecek.” Arkadaşlar gayet güzel izah ettiler ve sonuçta bir şeye karar verdik, dedik ki: “Bizim görevimiz bunlar, doğru ama anayasayı yapmak üzere bir araya geldik ve ondan sonraki çalışmalar hep bunun üzerine yürüdü. Şimdi, gelin, o zaman işi kolaylaştıralım. Yani işi kolay kılmak siyasetin işidir. Evet, darbe hukuku, adına öyle diyelim veya yol temizliği diyelim, ne diyorsak, böyle bir temizlik, böyle bir ayıklama yapılacak yapılması gerekiyorsa. Mecliste tek komisyon bu değil, bu özel bir komisyon. Bir özel komisyon daha kurulabilir. Sayın genel başkanlar, grup başkan vekilleri bir araya gelebilirler, temas olur, bu işleri daha çok gündemde tutan arkadaşlarımız bir inisiyatif alır, biz de yardımcı oluruz, dışarıdan destek veririz, bir komisyon öylece kurulmuş olur. Çünkü bakınız, işin o kısmına girdiğimizde -yine o tutanaklarda CHP’li arkadaşların telaffuz ettiği rakamlardır- 688 yasa, 90 kanun hükmünde kararname, yaklaşık 800’e yakın bir mevzuat gözden geçirilecek, elden geçirilecek. Bunun ne kadar zaman alacağı belli. Bir.

        İki: Bir de bunlar içerisinde ehemmi mühimme tercih ederek bir sıralama yapılacak, hepsini aynı anda yapamayacaksınız. Bazı darbe hukukuyla ilgili falanca kanunda bir madde var, varlığını sürdürüyor ama aradan geçen süre içerisinde artık fiilen o madde uygulanmıyor olabilir ama ortada bir Siyasi Partiler Kanunu var, seçim mevzuatı var, bilmem, toplantı gösteri yürüyüşleri vesaire dâhil, örgütlenme özgürlüğü de dâhil birçok düzenlemeler var. Denilecektir ki belki de bir ehem mühim sıralamasında “En evvel buradan başlayalım.” Şimdi, bu işin ikisi bir. Bir komisyon yapacaksan bir koltuğa iki karpuz sığmaz, bunu yapamayız arkadaşlar, gerçekçi olmaz. Bu, söylenenlerin doğru olmadığı anlamına gelmiyor.

        İkincisi: Burası bir şeyi de gözetmek mecburiyetinde. Şimdi, bizim İç Tüzük’ümüzün 38’inci maddesi, sizin de hepinizin de çok iyi bildiği: “Komisyonların görevi” diyor. Şimdi, bu Anayasa’daki bu yanlışlıklar burada duracak, yanlış kurallar. “Yanlış kurallara göre doğru düzenlemeleri nasıl yapacağız?” temel soru budur işin pratik kısmında. Diyelim ki o filanca, filanca, filanca yasalarda değişiklik yapılacak. O değişiklikleri yaparken ister kanun teklifi olarak gelsin ister tasarı olarak gelsin bunun Anayasa’ya uygun olarak düzenlenmesi gerekmiyor mu? Teknik olarak, dışarda olmasa bile bu kararı biz burada verelim. Hükûmet bir partiler kanunu sevketti, seçim mevzuatı sevk etti, siz de teklif verdiniz, Adalet Komisyonuna geldi. “Komisyon en evvel, önüne gelen tasarı veya teklifin Anayasa’nın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik etmekle yükümlüdür.” diyor Şimdi, neye göre tetkik edecek? Diyoruz ki: Bu Anayasa yanlış, buradaki kurallar. Yani biz 1 kilogramın 1.000 gram olması gerektiğini söylüyoruz, bunda mutabıkız ama Anayasa 950 gram diyor 1 kilograma. Şimdi, siz bu ağırlığı neye göre tartacaksınız da bir sonuca varacaksınız?

        O nedenle, biz parti olarak da bu işin daha fazla, böyle tartışma konusu yapmak yerine bir yerden başlanması gerektiğini düşünerek, “Önce anayasayı yapalım, sonra kanunları, diğer mevzuatı, bunun arkasına bağlayalım.” demiyoruz. Bu noktadaki samimiyeti ifade babında diyoruz ki: Eş zamanlı olarak, bu Mecliste Bu kadar değerli arkadaşımız var, onlar da -partiler de- kendi aralarında anlaşsın. Belki on ikişer kişilik komisyon kurmaya da gerek yok. 2 tane komisyon kurulur, her partiden ikişer kişi veya birer kişi. Onların birisi siyasi partiler ve siyaset hukukuyla ilgili, öbürü insan haklarıyla ilgili kısmı, bir başkası başka alandaki şeyleri otururlar hazırlarlar ama bizim de bu arada temel hak ve özgürlüklerden başlamamızın gerekçesi de budur çünkü burada evvela ölçüleri bilelim ki -1 metre 100 santim olacak- o arkadaşlar da ona göre bu taslakları hazırlayacaklar. Onun için, gelin, bakın, usul kurallarını bu gidişle hâlen birkaç hafta daha tartışır hâle geliriz. O zaman da vatandaş daha başlangıçta der ki, bunlar işi yine… Geçen dönem bizce verimli bir çalışma yapıldığını kabul etsek bile sonuçta yeni bir anayasa metni ortaya çıkmadığı için -biz kendimizi ne kadar beğenirsek beğenelim- vatandaş “Konuştular, konuştular, dağıldılar…” Bu işi, bu imajı ortadan kaldırmak bakımından isim Mutabakat Komisyonu. Ne konuda mutabakat? Yeni anayasa yapmak konusunda veya Anayasa’nın yenilenmesi konusunda. Tamam, oraya koyduk “Mutabakat Komisyonu” diyelim. Mühim olan isimden ziyade içeriğinde ne yaptığımız önemlidir. Yani, biraz da adımızı, görevimizi, bizimle ilgili hususları yaptığımız görev tayin edecek. “Ya, bunların adı şudur, budur ama doğru işler yapıyorlar...” Doğru bir anayasa yapmanın çabası, gayreti içerisinde olalım.

        İki: Bu toplantıları verimli hâle getirebilmek bakımından Sayın Başkan, Oktay Bey’in söylediğine ben de katılıyorum. Yani, burada yapılan her konuşma şüphesiz çok önemli ama daha usulü tespit ederken, belki bir ay sonra yeri geldiğinde konuşacağımız mesela nasıl bir anayasa? İşte, çoğulcu, demokratik, özgürlükçü, insan odaklı. Nerede yazacağız bunu? Bunu yazacağımız maddeler var ya da yazıp mutabık kaldığımız. Belki gözden geçireceğiz, orada bunları daha detaylı konuşacağız ama şimdi biz ne diyoruz gündem maddesi olarak toplantıda? Evvela komisyonun adı, bunu bir konuşalım. Cumhuriyet Halk Partisi de, HDP de söyledi -biz adına ne dersek diyelim- diğer arkadaşlar da genel bir yaklaşım ortaya koydu, bunun için ayrı bir komisyon kurulsun, bunu zatıalinizin bilgisine sunuyoruz. İster siz inisiyatif kullanırsınız isterse partiler kendi aralarında -partinizin yetkili organları var, grup başkan vekilleri var- bir gün içerisinde bu temaslar yapılır, bir komisyon kurulur. O da Meclisin itibarı açısından da önemlidir. Geçen dönem de kuruldu. Mesela, bir İç Tüzük Komisyonu, burada konuşulurken gelmişti, İç Tüzük Komisyonu kurduk. Siyasi Etik Komisyonu kurduk, milletvekilliğiyle bağdaşır bağdaşmaz işler bakımından o maddeyi yazarken. O türlü komisyonlar kuruldu, bir komisyon daha kurulabilir, istiyorsak iki komisyon daha kurulabilir. Biz olaya böyle bakıyoruz ama bu anayasa yapım dışına çıktığımız takdirde, emin olun, ömrümüz yetmez bizim buna, o kadar şey olur.

        Efendim, isim konusunu söyledik. Bunları karara bağlayarak gidelim çünkü emin olun, o tutanakları bir defa daha birlikte gözden geçirelim, şu masada bugün gündeme getirilen konular 2011 19 Ekiminden sonraki ilk toplantılarda aynen gündeme getirildi ve sonuçta -adım adım çıkıyoruz- bizim görevimizin anayasa yapmak olduğu ifade edildi.

        Üçüncüsü: Tabiatıyla temel hak ve özgürlükler Anayasa’nın başlangıcında yer alan hükümler. Bunları bir mutabakat çerçevesinde netleştirelim ki, Anayasa’nın hangi fikri temeli üzerine, hangi felsefi temel üzerine oturtulacağı belli olacak. Başkanlık sistemi de, yarı başkanlık, parlamenter sistemleri de tartışırken dikkat ettiğimiz bir husus var ifade edilen: “Efendim, başkanlık sistemi olursa tek kişi yönetimi olur.” Olursa ne olur? Hak ve özgürlükler vesaire bunlar sıkıntıya girer. O hâlde, bu buraya girmesin diye evvela insan hakları, özgürlükler kısmını bizim netleştirmemiz lazım. İşin temelini sağlam atmamız lazım, sonraki binayı onun üzerine inşa edeceğiz. Bina olmadan daha yukarıdan, 3’üncü kattan, 4’üncü kattan tartışmaya başlarsak bu da bize bir başka türlü zaman kaybı olur yani şöyle bir sıkıntıya gireriz: Bir de hani “güven artırıcı önlemler” diye bir tabir çıktı ya şimdi, bir defa daha şu işlere bir bakalım. İşin hiç olmazsa temel hak ve özgürlüklerle ilgili kısmı, bunun sistemlerle, hükûmet sistemleriyle çok fazla alakası yok arkadaşlar. O söylediğiniz idare vesaire filan tamam ama yani ifade özgürlüğü başkanlık sisteminde şu kadar, parlamenter sistemde bu kadar diye bir şey yok.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Aynısını, onu demin farklı söylediniz de ben de şaşırdım.

        CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Yok, yok, hayır, hayır.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Biraz önceki cümleniz farklıydı da ondan.

        CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Yok, yok, hayır.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Şimdi, tamam. “Başkanlık rejimi olacaksa” dediniz yanlış hatırlamıyorsam.

        CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – “Rejim” dediğim hükûmet rejimi, hükûmet şekli.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Hayır, hayır. “Başkanlık sistemi olacaksa işte hak ve özgürlükler daha tehlikeye girer…”

        CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Girer.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – “…o zaman temel hak ve özgürlükleri nasıl yapmamız lazım?” dediniz de o dikkatimi çekti.

        CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Hayır, işte onu söylüyorum. Hayır, hayır, şöyle: Yani, buna niye geçen sefer de buradan başladık? Sebebi, işin bu bölümünün hükûmet sistemleriyle doğrudan alakası yok. Burayı bir yapalım çünkü anayasa dediğimiz -bugünkü Anayasa’yı biz esas almadık ama- 4 tane kısımdan, 9 tane bölümden ibaret. Bir iki bölümü ilgilendiren meseleleri getirir, öbür 7’sinin önünü tıkayıcı bir şey olarak koyarsak olmaz. Hâlbuki, oraya geldiğimiz zaman da, sistemlerden ne bekliyoruz onu tartışacağız. Ben de şimdi Oktay Bey’in tenkit ettiği duruma düşüyorum ama mecburen, bir daha dönmek istemediğim için. Oraya geldiği zaman bunları konuşacağız. Bir sistemin demokratik olmasını istemiyor muyuz? Demokratik olmak kaydıyla her üçü de mümkün ama dengesi ve denetimi nasıl olacak? Belki bunları oturup konuşacağız.

        Sayın Başkanım, onun için işi kolaylaştırmak bakımından ben diyorum ki, ismi Mutabakat Komisyonu, arkadaşlarımızın söylediği hususlar.

        İkincisi: Görevimiz yeni bir anayasa yapmaktır. “Bismillah” deyip buradan başlayalım ve ondan sonraki usul maddelerine geçerek… Bugün usulle sınırlı. Hadi, ikinci toplantı olduğu için yine ben dâhil biraz dağıttık, geniş aldık işi. Bundan sonra mümkünse ne gündem varsa bu sınırlar içerisinde kalırsak daha verimli olur, aksi takdirde dikkatimiz dağılıyor.

        BAŞKAN – Çok teşekkür ediyoruz Sayın Cemil Bey.

        Efendim, on beş dakika ara veriyorum.

        Kapanma Saati: 16.38

        -----------------

        İKİNCİ OTURUM

        Açılma Saati: 16.58

        BAŞKAN: TBMM Başkanı İsmail KAHRAMAN

        -----0-----

        BAŞKAN – Efendim, ikinci oturumu açtık.

        Yine hayırlı çalışmalar diliyorum.

        Deminki söz sırasına göre Garo Paylan Bey ilk konuşmayı yapacaklar.

        Buyurunuz.

        GARO PAYLAN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

        Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

        Sayın Başkan, Cemil Bey konuşmasına tekrar başlarken “Aynı şeyler konuşuldu.” diye başladı. Sanıyorum bunu çok duyacağız, sonuç olarak geçen seferin Başkanı olarak. Ancak, ben şöyle düşünüyorum: Geçen sefer dillendirildi, şartlar farklı yani şartlar gerçekten çok farklı ve ülkemiz ciddi bir riskle karşı karşıya. Yani, herkes bunu çok dillendiriyor, bu da bir klişe olabilir: “İçinden geçtiğimiz olağanüstü günler.” cümleleri sanıyorum bugünlerde çok dillendirilecek. İçeride ve dışarıda ciddi risklerle karşı karşıyayız. Ve tekrar bu da bir klişe olabilir: “Toplum hiç bu kadar kutuplaşmamıştı.” diye bir söylem de çok dillendirilir oldu her cümleye başlarken. Ve gerçekten ülkemiz ciddi bir riskle karşı karşıya. Suriye’den gelen pek çok göçmenle benim iletişimim oldu çünkü milletvekili olmadan önce bir aktivist olarak çalıştım iki yıl boyunca bu Suriye’den gelen göçmenlerle ilgili. Herkes şunu dillendiriyordu: “Ya, ülkede bir karışıklık vardı ama o karışıklık her zaman vardı. İşte ama bir baktık ki ateş bir yerde vardı, sonra bir baktık kapımıza geldiler silahlı insanlar ve ‘Bu ev artık sizin değil, bu şey sizin değil.’ dedi ve biz gitmek zorunda kaldık.” dedi. Çünkü böyle risk anlarında toplumlar -batı, özellikle Türkiye’nin bu tarafı olarak söyleyeyim- bunu hissetmiyor ama ülkemiz şu anda ciddi bir riskle karşı karşıya ve siyaset kurumu buna bir çözüm bulabilmiş değil. Yani hamaset dili hâkim, birbirini suçlamak, kutuplaştırmak, kriminalize etmek, hain ilan etme dili çok hâkim ve siyaset kurumu da buna çözüm bulacağına dair herhangi bir işaret henüz veremedi, bu kutuplaşmaya yani bu büyük riske çünkü fay hatları enerji doldu ve deprem riskiyle karşı karşıyayız şu anda. Bu riski görmüyoruz. Hani “İstanbul deprem yaşayacak otuz yıl içinde.” diyoruz ama her an o enerji orada bekliyor, ne zaman olacağı belli değil ama şu anda bence toplumsal fay hatlarında ciddi bir enerji birikmesi var ve bunu çözme iradesini siyaset kurumu yapmalı.

        Çünkü “Bakın, bu masadan bir şey çıkmaz.” düşüncesi anlamında… Geçen sefer söylemiştim, Başkan beni eleştirmişti ancak ben bu algının olduğunu düşünüyorum ve bu algının da bilinçli olarak bazı kesimlerin isteği olduğunu düşünüyorum. Yani bu yönde böyle olsun, bu masadan bir şey çıkmasın ki başka birtakım, işte ne bileyim Beştepe’deki irade ya da başka düşünceler, Türkiye üzerine sonuçta fistan biçme üzerine düşünceleri olan başka gruplar bu siyasi kaos ikliminde başka dinamiklerin devreye girmesi anlamında… Bu dinamikler farklı dinamikler de olabilir; Beştepe olarak söylüyorum ama geçmişte yaşadığımız gibi farklı dinamikler de şu anda ellerini ovuşturuyor olabilirler. Böyle yakıcı bir durumla karşı karşıyayız ve bu masanın çalıştığı farkındalığının dahi toplumda son derece düşük olduğunu düşünüyorum. Bir anket yaptırabiliriz, gerçekten bunu samimiyetle öneriyorum. Yani “Bu masa şu anda çalışıyor.” algısı dahi son derece düşüktür.

        Bu anlamda, madem ki biz toplum adına, halk adına bu çalışmayı yapıyorsak bu masanın “çalıştığı” farkındalığı son derece önemlidir. Bunu da nasıl yapacağız? Şimdi, geçen sefer ki hatalarımızdan ders çıkararak… Şimdi, “Geçen sefer katılımcı bir çalışma yürütüldü.” diye bir sunum yaptınız Sayın Başkan ancak “katılımcılık” dediğimiz şey maalesef şöyleydi yani “100 küsur platform, sivil toplum örgütü” filan diye dillendirildi sunumda ancak onlar gelip yalnızca önerilerini anlattılar, sundular ve çok büyük bir heyecanla yaptılar hem de bunu ama onlara hiçbir geri bildirim yapılmadı ve onlar, o katılımcılık noktasından çıktıktan sonra odadan dışarıya çıkarıldılar ve partiler yine kendi pozisyonlarına döndüler ve kırmızı çizgileri çerçevesinde kendi iddialarını anlatıp birbirleriyle müzakereye veya tartışmalara girdiler. Durum buydu.

        Madem öyle, bu hatadan dönmeliyiz yeni dönemde. Hani, Cemil Bey geçen sefere referans veriyorsa ben de bunu vermeliyim. Yani bu sefer de bu partilerin kendi kırmızı çizgilerine, kendi pozisyonlarına hapsolmasını engelleyecek şey. Yani çünkü herkes, bu kutuplaşmadan partiler de nasibini aldı. Her parti daha keskin. Kendi tabanı onu zorluyor, bizim tabanımız da bizi zorluyor. Hatta “Ne işiniz var o masada?” diyenler dahi var. Anlatabiliyor mu çok ekstrem örnekler olarak söylüyorum veya CHP’nin tabanından da zorlamalar oluyor, MHP’nin de, AKP’nin de AK PARTİ’nin de zorlamaları vardır.

        ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) - Bizimkiler “yapın” diye zorluyor.

        GARO PAYLAN (İstanbul) – Hayır “yapın” şu anlamda söylüyorum ama sonuç olarak bir başkanlık çerçevesinde oturulmuş gibi bir pozisyon, algı var. CHP’nin kırmızı çizgileri noktası var, MHP’nin kırmızı çizgili noktaları var.

        KADİR KOÇDEMİR (Bursa) – Hayır, MHP’nin hassasiyetleri…

        GARO PAYLAN (İstanbul) – MHP “hassasiyetler” dedi. Peki. “Kırmızı çizgi” demedi, “hassasiyetler” dedi.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Bize “kırmızı çizgi” lafını kullanmayın, bizim adımıza kullanmayın.

        GARO PAYLAN (İstanbul) – Yok, geçen sene tutanaklarda var.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Hayır, bu dönem hiç…

        GARO PAYLAN (İstanbul) – Peki, ben özür diliyorum o zaman, tamam.

        BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Yok da demiyorum, “kırmızı çizgi” ifadesi doğru değil, onu söylüyorum.

        GARO PAYLAN (İstanbul) - Yani sonuç olarak “hassasiyetler” olarak söyleyelim veya olmazsa olmaz yani ilk 4 madde. Zaten ilk 4 maddenin bağışık olduğu bir başlangıç metni var. Bunlara baktığınızda bunların değişmemesidir mesela. “Değişemez” diye oturdunuz masaya.

        MİTHAT SANCAR (Mardin) - “Tartışılamaz.”

        GARO PAYLAN (İstanbul) – “Tartışılamaz” diye de, evet, söylediniz.

        Şimdi bütün bunlara baktığımızda, bu masayı buradan çıkaracak şey katılımcılıktır, bu masanın toplumsallaşmasıdır. Bu yalnızca öneri anlamında değil, “Ey sivil toplum, gelin işte anlatın, bakayım, ne istiyorsunuz.” demek değil, bütün aşamalarında katılımcılıktır. Yani biz sizleri dinledik, sizin önerilerinizi alıp şuralara koyduk, şu noktaları tartışıyoruz, tekrar geri bildirim yapıp bir kez daha öneri almaktır yani toplumsallaşmasını sağlamaktır ve diğer boyutu da şeffaflaşmasını sağlamaktır. Yani burada ne konuşuluyor, ne oluyor, önermeler ne… O açıdan, parti pozisyonuna hapsolmaktan çıkar orası, toplum da bunları duyacağını bilerek ve daha esnek noktalara evrilebilir. Hani, tersi tez var ya, “Birileri duyarsa biz daha esneyemeyiz.” tezinin ben tam tersini savunuyorum. Duyarsa insanlar, belki partilere daha uzlaşıcı gözükmek… Çünkü uzlaşıcı gözükmemeyi mesela AK PARTİ bir şey olarak kullandı seçim kampanyasında ve hani biliyorsunuz, MHP’yi, diğer partileri ters yönde etkiledi. Hani “Biz işte uzlaşıyoruz.” filan noktasında, “Diğerleri ‘hayırcı, istemezükcü’ filan noktasında kullandı bunu tezlerinde.

        O çerçevede baktığımda, burayı şeffaf ve katılımcı bir anlayışla çalışma, bunu bir ilke olarak sunuyoruz yani bunu açmak için söyledim. Mutlaka öyle olmalı ve her aşamasında katılımcı olmalı, yalnızca veri toplama aşamasında değil, geri bildirimlerin yapılması ve tekrar önerilerin alınması, belli bir sonuç olarak hakem -“hakem” demeyelim buna, yanlış bir şey olabilir- danışma heyetinin ve evrensel kriterler ve sonuç olarak burada yaratacağımız ilkeler doğrultusunda bir danışma heyetinin de mutlaka aktif olması önemli diye düşünüyorum.

        Şimdilik bu kadar.

        Teşekkür ederim.

        BAŞKAN – Teşekkürler.

        Ömer Süha Aldan Bey, buyurun.

        ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

        Aslında belki şöyle söze başlamak doğru: En önemli üç tane sorunumuz var ama bence bu, ilerisi için de mutlaka çözümlenmesi gereken bir sorun. Yani bir gün, yarın, yarından sonra yine başımıza gelecek. Evet, bir, ad sorunu var; iki, süre sorunu var; üç, görev tanımlaması sorunu var. Zaten bir anlamda çalışma usullerinin ana dayanağını da bu teşkil ediyor. Bundan sonraki maddelere ben buradaki kimsenin karşı çıkacağını sanmıyorum. Temelde süreyi belirleyeceğiz, görev tanımlamasını belirleyeceğiz ve adını koyacağız.

        Bu noktada tabii şunu gördüm ben: Bizim ad tanımlamamızın dışında diğer 3 partinin birbirine yakın olduğunu gözlemledim. Geçtiğimiz hafta MHP’li dostlarımız “uzlaşma komisyonu” üzerinde duruyorlardı ama bugün “mutabakat da olabilir” gibi bir yaklaşım gösterdiler. Sanıyorum, Sayın Meclis Başkanım siz zaten duvara asmıştınız yazıyı, arkada duruyor. O size bir jest olarak diye düşünelim.

        BAŞKAN – Süha Bey, eski Uzlaşma Komisyonunun adının dışında uyum komisyonu, partiler arası görüşme, bilmem ne, bir sürü isimler var.

        ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Biliyorum.

        BAŞKAN – Artı, “uzlaşma”, malumaliniz, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alan bir hukuk müessesesi. İki faili, iki kişiyi bir araya getiriyor, konuşturuyor, savcı, icabında barodan getiriyor. Yani apayrı bir müessese. “Mutabakat” çok daha geniş. Ben hepinize saygı duyuyorum tabii.

        ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Ama yani şimdi ona bakarsak Sayın Başkanım, “mutabakat” demek de “görüş birliği” demektir, “Anayasa Görüş Birliği Komisyonu.”

        BAŞKAN – Evet.

        ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Onu da ben çok kapsayıcı…

        BAŞKAN – Öyle olacak inşallah.

        ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – …olacağını, hele bugünden sonra çok olacağını düşünmüyorum.

        BAŞKAN – İnanın. Ben ona inanıyorum. Niye öyle olmayalım ki?

        Affedersiniz, insicamınızı bozdum, kusura bakmayın.

        MİTHAT SANCAR (Mardin) – Tartışma açılmışken eğer bozulmayacaksa konuşmanızın akışı, “mutabakat”la ilgili şunu söyleyeyim: Tabii, Sayın Başkanın önceden hazırlatmış olması bir parça bir tereddüt yarattı fakat “mutabakat” kelimesi “uzlaşma”dan daha esnek ve daha kapsayıcı şu anlamda. Yani benim kendi yazılarımda –naçizane- hep kullandığım bu Anayasa gibi süreçlerde daha işlevsel gördüğüm bir kelime. Keşke bu hazırlığı yapmasaydı hiç tereddüdümüz olmazdı.

        Şeyi demek istiyorum, mutabakat yüzde yüz olma değildir ama “mutabakat” genel bir oydaşmadır.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Etimolojisi, Arapça’da…

        MİTHAT SANCAR (Mardin) – Tabii yani mutabık üst üste…

        BAŞKAN – Affedersiniz, inşallah insicamınızı bozmadık.

        MİTHAT SANCAR (Mardin) – Yani kusura bakmayın.

        ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – En azından yani bu konuda daha ilk günden böyle bir ayrışma yapıp bize gönderilen boş kâğıtların üzerine “mutabakat” yazmasaydı Sayın Başkan.

        BAŞKAN – “Boş kâğıtlar” mı?

        MİTHAT SANCAR (Mardin) – Not kâğıtları…

        ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Yani not kâğıtlarımızın üzerine hiç değilse öyle bir şeyi yazmasaydı daha şık olurdu.

        BAŞKAN – Ben davet sahibi olarak zannediyorum…

        ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Ama biz bu anlamda…

        BAŞKAN - Normal Süha Beyciğim.

        Buyurun.

        ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Şimdi, biz tabii ki yine Sayın Tezcan’ın belirttiği şekilde, adının bir anlamda “Darbe hukukundan arınma” olması konusunda ısrarlıyız.

        Şimdi, tabii şey konusuna gelirsek ikinci olarak yani bir yol temizliği konusuna gelirsek; aslında madem bu masadayız samimi olmak zorundayız. Ben size bir haber okuyacağım, 13 Aralık 2015 tarihli yeni bir haber. Adalet ve Kalkınma Partisi Sayın Mehmet Ali Şahin Başkanlığında bir komisyon oluşturmuş ve komisyon, Mevzuatta Darbe Temizliği Komisyonu. Partinin kendi içinde. Hatta şöyle bir ayrışma yapılmış: 27 Mayıs 1960’la 20 Kasım 1961; 12 Mart 1971’le 26 Ocak 1974; 12 Eylül 1980’le 13 Aralık 1983 ve 28 Şubat 1997’yle 18 Kasım 2002 tarihleri arasındaki 4 bölüm hâlinde bütün yasalarda ve mevzuatta bir tarama yapılmış ve bu sonuçta 1.998 kanun, 227 kararname, 220 tüzük ve 375 yönetmelikte değişiklik yapılması gerektiği sonucuna varılmış.

        Yine haber şöyle sonuçlanıyor: “Üç ay içerisinde bu inceleme yapılıp gerekli düzenlemeler Parlamentodan geçecek.”

        Şimdi, dolayısıyla, Adalet ve Kalkınma Partisinin böyle bir çalışma içerisinde olduğunu, bu çalışmanın bayağı bir aşama kaydettiğini görüyoruz. Bu noktada tabii ki elbette ki biz bu Komisyonun kapsamı içerisinde, en azından alt komisyonlar dâhilinde ve Adalet ve Kalkınma Partisinin bu tip tespitlerine bizim de yapacağımız katkılarla bu düzenlemelerin olabileceğini düşünüyoruz ama ha, bu kabul görmezse, ben, en azından Sayın Meclis Başkanımızın bu konuda bir irade belirtmesinde yarar görüyorum. Yani madem böyle bir hazırlık var, madem böyle bir çalışma var, biz de buna gereken katkıyı gösterelim, ona istinaden bu yol temizliği yapılabilsin.

        Ha, yol temizliği için bence Anayasa’yı beklemenin de çok gerekliliği yok. Öyle düzenlenmesi gereken şeyler var ki böyle her türlü, demokratik ülkede artık olmaması gereken maddeler var. En azından ondan başlanarak bir yol temizliği yapılmasında ben de yarar görüyorum.

        Şimdi, tabii görev tanımlaması şunu ortaya çıkardı bir anlamda bugünkü istişaremizde de bunu gördük: Evet, 3 siyasal parti yani Adalet ve Kalkınma Partisi, Halkların Demokratik Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi, bir süre dâhilinde bir görüşme trafiğini arzuluyor. Bu görüşme trafiğinin içine her şey dâhil. Yani demokratik temel hak ve özgürlükler yanında Türkiye’nin yönetim biçimine ilişkin düzenlemeleri de tartışmaktan yana 3 siyasal parti.

        Ben tabii bu noktada… Sayın İyimaya da söyledi yani “Başkanlığın da özünde bir parlamenter yapı vardır.” diye. Doğrudur ama en azından, parlamenter sistemin görev tanımlamasında yer almasından yanayım çünkü daha önceki ilk konuşmamda da ifade ettim, biz bireysel bir talebin gölgesinde bir komisyon olmamalıyız. Bu komisyonda bizi bir araya getiren anlayış temelde bu, hepimiz kabul edelim bunu. Yani bu konuda şey davranmaya gerek yok. Her siyasal partinin burada olması… Bu masa başından ayrılıp ayrılmamasının temelinde birtakım nedenler olabilir, o siyasal partinin, o siyasal yapının kendine özgü nedenleri olabilir. Bunları saygıyla, anlayışla karşılarım ama şöyle bir gerçek var: Yani işte, bu esner, esnemez… Ben bu konuda iyimser değilim. Yani Cemil Çiçek “Yani yapacaksak bir Anayasa’yı baştan yapalım.” dedi, “Herkes taşını bir anlamda ortaya koysun.” dedi.

        Sayın Genel Başkanımız bir yol haritası çizmiş, göndermiş. Eğer o yazıyı ben yazacak olsaydım iki şeyi yazardım sadece: Bir, yargı bağımsızlığı; iki, Cumhurbaşkanının yetkilerinin kısıtlanması.

        Türkiye’yi düze çıkaracak hiçbir anayasaya gerek yok, başka hiç maddeye gerek yok bu iki unsur üzerinde biz bugün anlaşabilirsek Türkiye’yi düze çıkarırız. Eğer bu konuda bir oyalama anlayışı içerisinde süreci devam ettirmeye çalışırsak inanın bu topluma en büyük zararı biz veririz. Süreç öyle bir noktaya götürür ki bu ülkeyi, hani kırılma modeli diyoruz ya -evet, ben Sayın Paylan’a katılıyorum- Türkiye giderek bir kırılma sürecine doğru gidiyor. Bu kırılma sürecinden dönmeliyiz.

        Bakın, şu beğenmediğimiz, “82 Anayasası, darbe Anayasası” dediğimiz Anayasa, Türkiye’yi bir krizden çıkardı. 7 Haziranda öyle bir tablo oluştu ki Hükûmet kurulamadı. Ha, bize çok büyük haksızlık yapıldı, görev verilmedi bize, Cumhuriyet Halk Partisine Hükûmeti kurma görevi verilmedi, onları tartışacak noktada değilim ama şöyle bir gerçek var: Bu Anayasa “Kırk beş günlük süre sonucunda madem bir Hükûmet krizi doğdu, hadi doğru millete gidelim.” dedi ve 1 Kasıma yaşadık.

        Bakın, yani bu, hiç beğenmediğimiz Anayasa’nın o krizi bertaraf etmekteki bir rolüdür, bunu da görelim.

        Şimdi, bu noktada eğer biz Türkiye’de o bireysel talep üzerinde her şeyi angaje edersek… Sonuçta başarılı olur olmaz hiç o noktada değilim, isterseniz 450 değil, 500 milletvekiliniz olsun, hiç fark etmez ama Türkiye gerçekten sancılı bir süreç yaşıyor, bu süreçten çıkmasının yolu daha fazla yetkiyi bünyesinde toplama anlayışı değil, toplumu kucaklama anlayışıdır. Daha çok demokratik hak ve özgürlükleri bu ülkeye, bu ülke insanına verme anlayışıdır.

        Ben bu noktada ısrarcı olduğumuzu belirtiyor, sizlere teşekkür ediyorum.

        BAŞKAN – Teşekkür ederim.

        Mehmet Parsak Bey, buyurun.

        MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Efendim, ben sözlerimi ifade ettim.

        BAŞKAN – Peki.

        Sıra Ahmet İyimaya’da.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Teşekkür ediyorum.

        Değerli Başkanım, değerli arkadaşlar; tekrar saygılar.

        Tabii, yirmi beş aylık tecrübe yaşadıktan sonra ister istemez oradan edindiğimiz dersleri buraya uyarlamaya çalışıyoruz.

        Bir defa, bu Komisyonun bir normatif misyonu var, işte onu tanımlamaya çalışıyoruz, bir de sosyal fonksiyonu var. Bir defa, böyle bir Komisyonun Türkiye’de kurulmuş olması ve sorunlar arasında bir sıra düzeni yapmaksızın tüm sorunların değerlendiriliyor olması, demokrasimizin gelişmesi ve toplumsal algı ve rahatlatma bakımından önemli -katılıyorum Hocaya- diyalog bakımından da önemli, ayrıca depolarizasyon -yani kutuplaşmadan, polarizasyondan bahsediyorlar- kutuplaşmayı azaltıcı etkisi bakımından da önemli ama biz, ayrıca bir fonksiyonel komisyonuyuz, misyonu olan bir komisyonuyuz.

        Bir: Toplum 1982’den bu yana Anayasa’yı o günden itibaren beğenmedi, eleştirdi, talep ve katılım süreci oradan bu yana devam ediyor.

        İki: Ara değişikliklerde katılım süreçleri yapıldı, 17 -sayı da bazen artırılabilir reddedilen çalışmalar var çünkü- katılım süreçleri var ve bundan önceki komisyonda katılım sürecini teknik olarak yaptı. Garo Bey, geri dönüş olmadı diyor. Yani geri dönüş zaten bizim aşamalara baktığımız zaman, eğer gerçekten o talep ekseninde ürettiğimiz, yani bir proje üretebiliyorsak, topluma onu sunacağız, geri dönüm olarak dönecek –tanımlanmış o- ve orada beliren değerlendirmelere, görüşlere, eleştirilere ve ek taleplere göre Değerli Başkanım, yeni bir metin oluşturacağız. Yani katılımı fazlasıyla yaptı ve konuşuyor yıllardır.

        Bana göre 1876’tan bu yana Türkiye Anayasa’yı konuşuyor ama mimarı millet değil. Şu Anayasa, arkadaşlarımızın ifade ettiği gibi, sivil değil, mimari bakımından bir defa darbe Anayasası, yapımcısı bakımından darbe Anayasası ve kriz normları aynen duruyor.

        Ha, biz şimdi şunu yapıyoruz: Şu andaki görüşmemiz, bilemiyorum yani olması gerekenin çok üstünde yoğunlaştırılmış bir görüşme. Şu anda biz bundan önceki komisyonda bunları tartıştık ve başardık. Zannediyorum, üç veya dört çalışmada usulü ihdas ettik, başardık.

        Bir, turfanda tartışmalardan kaçınmamız lazım. Yani sonradan…

        OKTAY ÖZTÜRK (Mersin) – İlk çalışmada.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Efendim?

        OKTAY ÖZTÜRK (Mersin) – İlk çalışmada.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Alt komisyona gittik, 3 toplantı yaptık veya hiç çalışmadı, doğru.

        MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Orada sadece şeyler yani indeks filan da konuşuldu, çalışma usulleri…

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yok, yok, o indeksi değil, şeyi, bu usul.

        MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Çalışma usulleri ilk toplantıda…

        AHMET İYİMAYA (Ankara) - Ama alt komisyonu var, altta çalıştık biz o şeyde.

        Şimdi, ben yarın konuları bir tartışalım…

        BAŞKAN – “Turfanda” diyordunuz, “turfanda”…

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – “Turfanda” “taze, erken, dönemi gelmemiş tartışmalar.”

        Şimdi Başkanım, şu: Ben yarınki algıyı düşünüyorum ve bir yöntem önereceğim, arkadaşlarımızın kabulüne bağlı tabii. Yani yarın bu Komisyon… İşte, ikincisi, yarın usul tartışıldı, bugün tamamen usul tartışılıyor ve hiçbir madde oluşmadı. Yarınki toplumsal algı ne, ne olacak onu düşünüyorum. Ben mutlaka şu elimizdeki taslağa kısa gerekçelerle arkadaşlar, “Benim teklifim bu”, “Benim teklifim bu”, “Benim teklifim bu.” Bu bölümü bu akşam bitirelim, yarın da yakınlaştırmaları şey edelim yani ne olabilir? Yani eğer usulde, ben usule bu kadar…

        MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Bence bugün bitiririz bunu.

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Hayır, ben düşüncemi şey ediyorum. Hayır, bitirirsek güzel olur, çok şahane olur veya bitiremeyiz, anlaşamayız. Yani bence,

        MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) – Hayır, şey yani bir daha burada yazalım, yarın bir daha bakalım falan…

        AHMET İYİMAYA (Ankara) – Sonra bakın, 1982 Anayasası elbette ki rasyonel Anayasa. Ömer Bey, 1982 Anayasası rasyonel Anayasa. Yani çoğu anayasalarda olan hükümler aynı ama mimari dolayısıyla kriz kapasitesi bakımından şey.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ