Mağribilerin güneşli mirası: Alicante!
Fransız yazar Frédéric Beigbeder'in kitabı "Bir Fransız Romanı"nı okuduğum günlerde gittim Alicante'ye. Beigbeder, kitapta çocukluğunun geçtiği İspanyollaşan Fransız balıkçı kasabası Guéthary'yi tasvir ediyor ve denize dair pek çok anısını okuyucuyla paylaşıyor. Alicante'de dolaşırken kitaptaki sahneleri, diyalogları buldum her yerde. Sonuçta ülkeler farklı olabilir ama deniz aynı deniz
Levent Özçelik, HT Cumartesi'de Alicante'yi kaleme aldı. İber Yarımadası’nın güneydoğusunda, Valencia’da bulunan kent, tipik bir İspanyol olsa da Akdeniz’in toplum genlerine etkisi tabii ki yadsınamaz. Madrid’e kara yoluyla 4.5 saat uzaklıktaki “Costa Blanca” yani “Beyaz Sahil” üzerinde bir şehir Alicante. Bunu bilmek bile yolunuzu Alicante’ye düşürmek için bir sebep. Zengin tarihinden dolayı mimarinin her türlüsünün karşınıza çıktığı Alicante’de, sadece mimari değil; milletlerin de her türlüsü karşınıza çıkıyor. Özellikle plajlarda her dilin konuşulduğunu fark ediyorsunuz, haliyle hiç yabancılık hissetmiyorsunuz.
Bir yerin “şimdi”sini anlamak için önce di’li geçmiş zamanını bilmek gerekir ya, o yüzden Alicante’de ilk durak Santa Barbara Kalesi olmalı. 10. yüzyılda Mağribîler tarafından yapılan Santa Barbara, Ortaçağ’dan kalma en görkemli kalelerden biri. Yılın her mevsimi gezilebilecek bir yer burası. İçinde saraydan zindanlara, savaş toplarından hendeklere ve küçük bir kiliseye kadar her şey var. Merak etmeyin, yorgunluğunuzu giderebileceğiniz kafeler de bulunuyor.
Alicante Marina yani El Puerto, stil sahibi barları ve şık akşam yemeği vaat eden restoranlarıyla tatile lüks dokunuşlar katmak için tercih edilebilecek yerlerden. Yemekte ilk tercihinizin deniz ürünleri olmasını söylemeye gerek bile yok herhalde. Özellikle yaz aylarında bu bölge pek çok klasik müzik, caz, bale performansına ev sahipliği yapıyor.
Tipik İspanyol sokaklarından birini bulmak isterseniz ve bir önceki Sevilla gezisine doyamadıysanız, katedralin biraz ilerisinden yürümeye -aslında tırmanmak daha doğru bir sözcük- devam edin, dar sokak araları, güneşli ve renkli evleriyle Sevilla’yı andıran Santa Cruz kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlayacak.
YAPMADAN DÖNMEYİN!
-Plajlarıyla meşhur bu kentte Playa de San Juan’a gitmeden dönmeyin. Tramvayla kolayca ulaşılabilen bu plajdan ayrılırken hem kumsal hem deniz hem de servis kalitesi bakımından gözünüz arkada kalacak. Buradaki Restaurante el Mayoral’da hayatınızın en iyi paellalarından birini yiyebilirsiniz.
-Sadece İspanyol ve Akdeniz değil, dünyanın pek çok yerinden güzel yemekler bulacağınız Alicante’de kentin Mağribi köklerini akla getirebilecek Marhaba’da lezzetli Fas yemeklerinin tadına bakabilirsiniz.
-Windsurf, yelken, su kayağı, paragliding ve aklınıza gelen daha pek çok deniz sporu için bulunmaz bir yer Alicante. Bavulunuzu hazırlarken planınızı sadece kumlarda güneşlenmek üzerine yapmayıp hazırlıklı gelseniz iyi olur. Mesela yelken dersleri alabileceğiniz harika bir yelken okulu da var marinada. Denemek için doğru yerdesiniz.
DİNLEYİN!
Daha önce İstanbul’da konserler veren Buika’yı dinleyin. “Culpa mia” söylerken kendi hatalarınızı düşünün. Latin ezgileri Alicante gezisi için iyi bir motivasyon olabilir.
İZLEYİN!
İspanya kokan film denince aklıma hep Woody Allen’ın Vicky Cristina Barcelona’sı gelir. Filmin Oviedo sahnelerine siz kendi Alicante’nizi yerleştirin. Adrien Brody ve Penelope Cruz’un başrollerini paylaştığı 2005 yapımı Manolete de Alicante’de çekilmiş bir film olarak ilginizi çekebilir.
OKUYUN!
Nobel ödüllü yazar Carlos Luiz Zafon’un “Rüzgârın Gölgesi” adlı kitabını okuyun.
