Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Sinema tarihinin en tuhaf 10 korku - gerilim klasiği
        1

        Tiksinti 1965
        (Repulsion) Yönetmen: Roman Polanski

        Belçikalı manikürcü Carol Ledoux (Catherine Deneuve), ablası Helen'le birlikte Londra'da yaşar. Cinsel ilişkiden ve her tür yakınlaşmadan iğrendiği için erkeklerden uzak durur. Ablasının erkek arkadaşı Michael'ın varlığından da rahatsızdır. İkisinin evde birlikte olmasına tahammül edemez, çıkardıkları seslerden rahatsızlık duyar. Ablasıyla bu yüzden tartışırlar... Evde yalnız kalmasıyla birlikte dış dünyadan iyice izole olur, gerçeklikle bağları zayıflar.

        2

        Biz de bir süre sonra neyin hayal, neyin gerçek olduğunu anlamakta zorluk çekeriz. Depresyona giren Carol, tecavüz ve şiddet içerikli korkunç hayaller görmeye başlar. İlk filmi “Sudaki Bıçak”la dikkat çeken genç Polanski, senaryosunu Gerard Brach ile birlikte yazdığı bu siyah beyaz filmde, anaakım sinemanın alışılmış hikâye kurallarını tümüyle bir yana bırakarak, seyirciye benzersiz bir kâbus yaşatmayı denedi ve başarılı oldu.

        3

        Karanlığın Gölgesi 1973
        (Don't Look Now) Yönetmen: Nicolas Roeg

        Daphne Du Maurier'nin romanından uyarlanan film, İngiltere'deki evlerinin önünde oynarken bir su birikintisinin içinde boğulan kızlarının acısıyla baş etmeye çalışan Laura (Julie Christie) ve John Baxter'ın (Donald Sutherland) öyküsünü anlatıyor... Kızlarının ölümünden sonra çift, oğullarını İngiltere'de bir yatılı okula vererek Venedik'e giderler. Sanat tarihi uzmanı olan John Baxter, tarihi bir kilisenin restorasyonunda çalışır. Bu arada, Venedik'te kanalların kirli sularından cesetler çıkmakta ve polis, katilleri yakalayamamaktadır. Laura ve John Baxter, kardeşiyle birlikte Venedik'te bulunan, gözleri görmeyen medyum bir kadınla tanışırlar.

        4

        Laura, onun yardımıyla kızıyla iletişim kurmak ister. Batıl inançlara karşı olan John, hayal mi, gerçek mi olduğunu anlayamadığı bazı gizemli olaylar yaşamaya başlar ve kızına benzeyen bir silüetin peşine düşer... Venedik'in tenha semtlerinde, gri bir kış ışığı altında çekilen etkileyici bir gerilim. Asıl gerilim ise birçok sahnede geçmiş ve geleceği aynı anda gösteren kurgu oyunlarında...

        5

        The Wicker Man 1973
        Yönetmen: Robin Hardy

        Dindar ve muhafazakâr Çavuş Howie, bir kayıp çocuk ihbarını araştırmak üzere dış dünyadan izole hayat sürdüren bir adaya gider. Ada sakinleri ona pek yardımcı olmaz. Howie, Hıristiyanlığı terk edip paganizmi kabul eden adalılara tepki duyar; çocuğun başına gelebileceklerden endişe duyar. Seyirci ise çok da sempatik biri olmayan çavuşla adalılar arasında tarafsız kalır, gerçeği kendi başına bulmaya çalışır.

        6

        Sadece içerdiği fanatizm eleştirisiyle değil görsel yapısıyla da bu hafta gösterime giren “Ritüel”e (Midsommar) ilham veren filmlerden biri... Şok edici sürpriz finallerin çok da moda olmadığı bir dönemde “The Wicker Man” seyircisini allak bullak eden bir filmdi... Seyircinin alıştığı hiçbir film türüne tam olarak benzemiyordu. Polisiye havasında başlıyor, mizah dokunuşlar içeriyor, korku gerilim unsurları taşıyordu. Tıpkı “Ritüel”de olduğu gibi anlayamadığımız bir şeylerin bizi rahatsız ettiği garip bir filmdi.

        7

        Teksas Katliamı 1974
        (The Texas Chainsaw Massacre) Yönetmen: Tobe Hooper

        Gençlerin peş peşe öldürüldüğü, “teen-slasher” tarzı korku gerilim filmlerinin öncülerinden biriydi “Teksas Katliamı”. Korku sinemasına “elektrikli testere şiddeti” ve “maskesini hiç çıkarmayan sapık katil” gibi daha sonra klişe haline gelecek iki motif armağan etti. Gençleri bekleyen asıl tehlike, “Derin Amerika”nın karanlığı ve tekinsizliğiydi. Üç kuşak Amerikan erkeğinin yaşadığı ev, Vahşi Batı'nın kanlı geçmişini, erkeklik kültürünün şiddetini ve kırsal kesimin şehre olan gizli öfkesini yansıtıyordu.

        8

        Civardaki eski mezbaha ile ev arasında bir bağ vardı. İnsanlara kesim hayvanı muamelesi yapan ve onlarla hiç iletişim kurmayan Leatherface, kasapmış gibi davranıyordu. Asıl önemli olan nokta ise gençlerin “özel mülk”ten içeri girmeleriyle birlikte, insan olma imtiyazlarını kaybetmeleri; öldürülüp kesilecek, eti yenilecek bedenlere dönüşmeleriydi. Hayvan kemikleriyle dolu kokuşmuş pis bir evde, kadınsız bir hayat sürdüren ve yamyama dönüşen avcı erkeklerin şiddeti huzur edici ve gerçekten çok garipti.

        9

        Eraserhead 1977
        Yönetmen: David Lynch

        Henry Spencer (Jack Nance), büyük bir silgiyi andıran gür ve dik saçlarıyla tuhaf bir görünüme sahiptir. Evinin yakınlarındaki bir fabrikada çalışır. Ama emin olun, bu filmde tuhaf olan tek kişi o değil. Spencer'ın mutsuz ve asabi kız arkadaşı Mary X'in de ondan kalır yanı yok. Bebeklerinin ise bir insana benzediği söylenemez. Uzaylı bir yaratığı andırır daha çok... Üstelik sürekli ağlar... David Lynch, siyah beyaz olarak çektiği ilk uzun filmini parasızlık nedeniyle birkaç yılda tamamlayabilmişti.

        10

        Ama gerek çekimlerine gerekse ses bandına büyük özen göstermiş, üstünde hiçbir baskı olmadan sanatsal bir özgürlükle hareket etmişti. Belki de bu yüzden, ortaya sinema tarihinin en tuhaf ve tekinsiz filmlerinden biri çıkmıştı. Popüler korku gerilim sinemasının ticari kodlarından çok uzak, deneysel nitelikli bir film...

        11

        Suspiria 1977
        Yönetmen: Dario Argento

        Amerikalı Suzy'nin (Jessica Harper), Almanya'daki yatılı dans okuluna gelmesiyle başlayan film, bir insanın iradi gücünü kaybetme ve başkalarının kontrolüne geçme korkusundan yola çıkıyor... Suzy, önce her şeyin ardında bir cadılık tarikatı olduğunu anlıyor ve finalde de kötülükle yüzleşiyor... Argento, ayak sesleri ve fısıltılarıyla okul binasını yaşayan bir organizma gibi ele alıyor. Suzy'nin arkadaşı Sara, görünmeyen biri tarafından takip edildiği sahnede bina tarafından sanki tuzağa düşürülüyor. Hatta bina tarafından yenilip yutulduğunu söylemek mümkün... Sadece dans okulu değil, duvarları geometrik şekillerle boyalı o tuhaf apartman ve tenha sokaklar da bir rüyadaymışız izlenimini veren gerçek dışı bir hava veriyor filme...

        12

        Argento, şimdi kullanılmayan Technicolor formatında, kırmızı gibi abartılı sıcak renklerle beyazperdeyi tuval gibi boyuyor. Alman dışavurumculuğunun gölgelerini kullandığı karanlık sahnelerin yanı sıra canlı renklerin hâkim olduğu çok renkli, aydınlık sahneler de var. Görüntü ve sanat yönetimi açısından her tür denemeye açık 1970'ler sineması için dahi tuhaf seçimler bunlar... Argento bütün filmi kendi bilinçdışında geçen bir kâbus gibi tasarlamış sanki...

        13

        Şeytanın Ölüsü 1981
        (The Evil Dead) Yönetmen: Sam Raimi

        Beş genç üniversite öğrencisi, tatil için ormanlık arazideki bir kulübeye gelirler. İçerde buldukları bir ses bandını dinlemeleriyle birlikte civardaki kötü ruhlar harekete geçer... Özellikle kulübenin yakınındaki bir ağacın gençlere karşı saldırıya geçtiği sahne benzersizdir. İçerdiği şiddet unsurları nedeniyle birçok ülkede sansürlenmemiş eksiksiz bir kopyasının gösterilmesi uzun süre mümkün olmamıştı. Düşük bütçeli bir film olsa da iğrençlik ve rahatsız edicilik konusunda kendi döneminin en cesaretli filmlerinden biriydi.

        14

        Gerilimden ziyade korkutmayı hedefliyordu ama aynı zamanda güldürüyordu. İçerdiği korkunç ve tiksindirici şeylere rağmen kara mizah da eksik değildi. Filmin gerçeküstücülükle akraba olduğu dahi söylenebilirdi... Özellikle kamera çalışması yenilikçiydi. Sinema tarihinin en ilham verici korku filmlerinden biridir. Raimi, daha sonra iki devam filmi daha çekmişti.

        15

        The Possession 1981
        Yönetmen: Andrzej Zulawski

        Uluslararası bir casus olan Mark (Sam Neill) karısı Anna (Isabelle Adjani) ile Berlin'de yaşar. Bir iş gezisi sonrası eve döndüğünde Anna, Mark'a kendisinden boşanmak istediğini açıklar. Nedenini tam olarak açıklamak istemese de hayatında başka bir erkeğin olmadığını söyler. Mark, artık tanıyamaz hale geldiği Anna'nın tuhaf davranışları nedeniyle olayın peşini bırakmaz ve karısının şehirde gittiği bir apartman dairesinin varlığını öğrenir... O dairede karşısına çıkan gerçek, hiç de beklediği gibi değildir.

        16

        Gelmiş geçmiş en tuhaf ve ürpertici filmlerden biri. Seyirciye olup biten her şeyi açıklama konusunda ketum bir film. Fransız aktris Isabelle Adjani'nin Cannes'da ödül alan performansı da unutulur gibi değil.

        17

        Videodrome 1983
        Yönetmen: David Cronenberg

        Max Renn (James Woods), seks ve şiddet içerikli programlarla ayakta duran küçük bir televizyon kanalının sahibidir. Seyredip çok etkilendiği Uzakdoğu kökenli Videodrome adında bir televizyon şovunu lisanssız olarak yayınlamaya karar verir. Videodrome şiddet dozu çok yüksek kanlı bir programdır... Renn, televizyondaki bir tartışma programında tanıştığı psikiyatrist Nicki (Deborah Harry) ile çıkmaya başlar. Nicki ve Renn, Videodrome seyrederek sadomazohistik fantaziler yaşarlar...

        18

        Belirli bir noktadan sonra, gerçeklerle halüsinasyonların birbirine karıştığı ve ayırt edilmez hale geldiği filmin en acaip sahneleri hiç kuşkusuz, televizyon cihazlarıyla insanların bedenlerinin birbirine karıştığı anlar. Cronenberg senaryosunu da kendi yazdığı filmde aşırılıktan hiç kaçmıyor, televizyonla insan bedeninin bütünleştiği anları görüntülüyor. Gösterime girdiğinde gişelerde başarısız olmuş ama daha sonra özellikle video satışlarıyla birlikte kült bir film haline gelmişti.

        19

        The Witch: A New England Folktale 2015
        Yönetmen: Roger Eggers

        1630'lu yılların New England'ında, Amerika'dayız... İngiliz kökenli William ve ailesi, dinsel konulardaki bir anlaşmazlık nedeniyle içinde yaşadıkları püriten topluluktan kovulurlar. Beş çocuklu William ve eşi, orman yakınlarında buldukları bir yerde kendilerine yeni bir hayat kurarlar...

        20

        Ama bir süre sonra kötü ve görünmez güçler, aileyi rahatsız etmeye başlar. Roger Eggers, ilk filminde aileyi çevreleyen ıssızlığı ve ormanın tekinsizliğini huzursuz edici, karanlık bir gerilime çevirmeyi başarıyor. Alt metinleri itibarıyla, keskin bir bağnazlık eleştirisi içeren film, çocukların çılgınlığın esiri olmasını anlatıyor aslında. Eggers aileyi çevreleyen dünyayı bize çocukların algıladığı gibi yansıtıyor. Neden ve kimlerden korktuğunuzu anlamadığınız boğucu ve rahatsız edici bir film.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ