Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Yerebatan'da çığlığın sırrı

        HABERTÜRK PAZAR

        Kimsenin aklına gelmeyen bir yerde sabahlama projemizin bir sonraki ayağında, Yerebatan Sarnıcı’nda bir gece geçirdik. Bizans’tan kalma 1483 yıllık bu mekân bütün bir gece bizimdi. Tabii gözlerine bakılmaması gerektiğine inanılan Medusa’nın, daha doğrusu onun hikâyesinin bizi bu kadar etkileyeceğini hesaba katmamıştık.

        Cesaretle başladığımız gece, eğlenceliydi. Tarihin derinliklerinde keşfe çıkmış gibi hissediyorduk kendimizi. Gecenin ilerleyen saatlerindeyse, işler değişti; nereden geldiğini bilmediğimiz acayip çığlık sesleri ve tekinsiz gölgelerle karşılaştık. Bazen korktuk, bırakıp gitmek istedik, bazen de içimizi saran ürpertiyi unutmak için şarkılar söyledik. Sabah olunca anladık: Biz aslında o gece Medusa’dan değil, birbirimizden korkmuştuk...

        'MEDUSA'DAN DEĞİL BEN SİZDEN KORKUYORUM'

        Ece ULUSUM

        Kütüphanede, denizin ortasında ve nice yerlerde kaldık. “Sırada ne var?” diye düşünürken Gülenay Hanım, “Açıkçası benim hayalim müzede, daha doğrusu tarihi bir mekânda kalmak” dedi. İşte bu! Fikir aklımıza düşer düşmez telefona sarıldım. Gönlümüzden Ayasofya Müzesi geçse de bunun imkânsız olduğunu biliyorduk. Önce davetlerde bahçesini açan İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni aradım, sonra Ankara’yı... “Merhaba, müzede kalmak istiyoruz” dediğimde telefonun ahizesini ağzından uzak tutan tok sesli kadın bana inceden ayar verdi. Bunun üzerine “Kalabalık bir davet versem ve gecenin bir vakti bitirsem, yine de kalamaz mıyız?” diye sorduğumdaysa, ücretlendirme ayrıntılarından söz etti. Ümidi kesip İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Yerebatan Sarnıcı’nı aradım. İşler yolunda gitti. Hatta öyle heyecanlandılar ki, “Korkmasak biz de gelirdik” dediler!

        Böylece her şey ayarlandı, müzenin güvenlik şefi Cihat Bey’i arayıp bilgi aldım. Kapatırken, “Valla, orada 2 saat bile kalabilen yok, dayanırsanız helal olsun!” demesin mi? Haydaaa!

        Medusa’nın mekânında kalacağımızı öğrenen başlıyor duyduğu rivayetleri sıralamaya; “Taa Sapanca’dan gizli geçit varmış sarnıca kadar ama hiç kimse sağ çıkamamış”, “Sarnıç karanlığa bürününce üç harfliler geliyormuş”, “Osmanlı döneminde orada sayısız cinayetler işlenmiş, kimse çözememiş”, “Ayet-el Kürsi ve Felâk-Nas surelerini yanınıza almadan gitmeyin”... İnsanın korkacağı yoksa bile korkuyor, üstelik daha gitmeden!

        BİR ELDE TELSİZ DİĞERİNDE EL FENERİ

        Her neyse, Gülenay Börekçi, Sema Ereren, Mehmet Emin Demirezen rivayetlere ve korkutmalara aldırmadan Ghostbusters tişörtlerimizi giyip gazetedekilerle helalleşerek bir akşam vakti yola koyulduk. Sabaha kadar orada kalacak ve sonra da bu deneyimi yazıya dökecektik... Yerebatan Sarnıcı hareket sensörlü alarm sistemiyle korunuyor. Bizim için 2 güvenlik görevlisi yukarıda bekleyecek, alarm içeride biz varız diye mecburen kapalı olduğu için de kapıları üzerimize kilitleyecekti. İçeride ne telefon ne internet çektiğinden, çözümü yanımıza telsiz almakla bulduk. “Görevimiz Tehlike” filmlerindeki gibi oldu! Uzatmayayım, eşyalarımızı, yiyecek içeceklerimizi toparlayıp sarnıca girdik. Başta her şey sakindi ama sonra olanlar oldu.

        GECELERİ DUYULAN KORKUNÇ ÇIĞLIKLAR KİME AİT?

        Sarnıç loş, tavandan damlayan suların sesi, araç geçince duyulan uğultu, balıkların suyu dalgalandırması, derinlik, hikâyeler... İnsan ister istemez korkuyor. Sürekli telsizden haberleşiyorduk, bir süre sonra heykellerin yanında buluştuk. “Geceleri burada Medusa’nın ruhu dolaşıyor” dedikleri için yanımıza bir de ayna almıştık. Malum, mitolojiye göre yılan başlı Medusa’yı alt etmenin tek yolu bu. Derin bir nefes alıp geçtik karşısına, aynı anda baktık gözlerine. Medusa’nın yüzyıllar süren yalnızlığına üzülen, üstelik mitolojideki hikâyede de onun tarafını tutan Gülenay Hanım birden “Hem burnu çok güzelmiş!” deyince başladık gülmeye. Boşuna gerilmişiz meğer. Sema da rahatladı, hatta Mehmet Emin HT Ekler ekibi adına güzel dilekler dileyip Dilek Havuzu’na bozuk para atmayı bile ihmal etmedi.

        Aşağı indiğizde Gülenay Hanım ile Mehmet Emin sarnıcı turlamaya karar verdi. Gözden iyice uzaklaştıklarında kan donduran kahkaha sesleri gelmeye başladı. Sema ile birden el ele bulduk kendimizi, telsize sürekli “Gülenay Hanım n’oluyor?” diyorum, tık yok. Sesler Mehmet Emin’den geliyormuş. Kahkahaları sarnıcın doğal ekosuyla birlikte gitgide büyüdü, iyice korkunç bir hal aldı. Birden telsizden ses geldi: “Ece, kurtar beni, Mehmet Emin delirdi!” Meğer Mehmet Emin’in aklına seyrettiği korku filmleri gelmiş, o filmlerde en yakın arkadaşların bile birbirlerine saldırdığını hatırlamış ve “Gülenay Hanım, ben şu an Medusa’dan değil sizden korkuyorum” deyivermiş. Biri gülüyor, diğeri sinirli sinirli bizim tarafa yürüyor. Böylece “en cesur” arkadaşımızın ruh hali bize de bulaştı, iç dünyamızda adeta bir psikolojik savaş patlak verdi. Kısacası eğlenme planlarımız suya düştü, sessiz sedasız oturmaya başladık.

        GHOSTBUSTERS DEĞİL ‘TOST BASTIR’

        Sessiz sedasız dediysem, tam öyle değil tabii. Etrafı dinledikçe illa birtakım sesler duyuyordu insan. Sema “Burada eko süper, sesim güzel olsa şarkı söylerdim” deyince, “Nasıl olsa Medusa bizim sesimizle uyanmaz” diyerek başladık şarkı söylemeye; hem de Barış Manço şarkıları... Gülenay Hanım en sakin olanımızdı, onun dizinin dibinden ayrılmadık. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde, hele mumyaların olduğu bölümde kalsaydık, halimizi düşünemiyorum.

        Neyse ki oradan çıkarken rahatlamıştık. Neticede upuzun felaket ihtimalleri listemizdekilerden hiçbiri gerçekleşmemiş, karşımıza korkunç bir şey de çıkmamıştı. Anlayacağınız, giydiğimiz Ghostbusters tişörtleri havalıydı ama bizden olsa olsa “tost bastır” olurdu. Bütün gece birbirimizi korkutup durmuş, güzelim sarnıcın tadını pek çıkaramamıştık. Şimdi düşünüyorum da bu gerçekten bir korku filmi olsaydı, biz bu saflığımızla ilk ölenler olurduk. Hem ayrıca herkes bilir, önce gözlüklü eleman ölür..

        EVİNİN İÇİNDEKİ DELİKTEN BALIK TUTAN İNSANLAR

        Gülenay BÖREKÇİ

        Arkeolojiye, tarihe merakım malum. Eh, tekinsiz konuları da seviyorum. Hayaletler, metruk evler, esrarlı hadiseler bana korkutucu değil, eğlenceli geliyor. O yüzden arkadaşlarla gecenin bir vakti ateşin etrafında oturup birbirimize ürkütücü hikâyeler anlatmak gibi bir hayalim hep vardı. Ama işte bir türlü olmamıştı. Buna en yakın deneyimim, Pera Palas’ta, Agatha Christie’nin “hayaletli” odasında kalmak olmuştu. Bir şeyi çok istiyorsanız gerçekleşirmiş. Benim bir müzede sabahlamak hayalim de Yerebatan Sarnıcı’nda gerçekleşti.

        Ayasofya Müzesi’nin hemen yakınlarındaki bu sarnıç, içeriye gölgeli bir atmosfer kazandıran loş koridorları ve suyun içinden yükselen uzun mermer sütunlarıyla görkemli ama ürkütücü bir mekân... Hikâyesi de sahiden tuhaf. Bizans İmparatoru Justinyanus tarafından 532’de Bizans Sarayı’nın su ihtiyacını karşılamak için yaptırılmış ve yeniyken bile bir çeşit hayalet binaymış, çünkü inşasında kullanılan 336 sütunun her biri buraya yıkılmış, terk edilmiş tapınaklardan getirtilmiş.

        Kırmızı ışıkla aydınlatılmış sarnıca girince sütunların hiçbirinin birbirine benzemediğini fark ediyorum. Eh, sonuçta farklı tarihlerde ve farklı üsluplarla üretilmişler. Bazılarının üzerinde eski Mısır stili iri gözler var mesela ve bence Yerebatan Sarnıcı’nı tedirgin edici kılan şeylerin başında bu üslup karmaşası geliyor.

        Uzatmayayım; o meşum gecenin devamında olanları Ece yazdı zaten. En iyisi koridorlarda yankılanan fısıltıları, çığlıklarını dinlerken zihnimin bir yerinde duran hikâyeyle bitireyim: Osmanlıların İstanbul’u fethinden sonra sarnıç unutulmuş. 16. yüzyılda Hollandalı seyyah P. Gyllius’a kadar... Ayasofya civarındaki evlerin içinde kuyuya benzer iri, yuvarlak delikler gören Gyllius sormuş, soruşturmuş. İnsanlar evlerin içindeki bu deliklerden kova sarkıtarak su çekiyormuş; balık tutanlar bile varmış. Derken büyük bir evin avlusundan aşağıya inen taş merdivenleri fark etmiş ve elinde bir meşaleyle yola çıkmış. Yerebatan Sarnıcı’nın yeniden keşfini işte ufacık bir sandalla karanlıkta dolaşıp köşe bucağın ölçüsünü alan ve tek tek sütunları belirleyen bu adama borçluyuz.

        Evdeki delikten oltayı sarkıtarak balık tutan insanlar görüntüsü sizce de harikulâde değil mi? Fransız Marc Caro ile Jean-Pierre Jeunet’nin sürreal filmlerinde rastlanabilecek tbir manzara. O şahane manzaranın bir parçası olduğumuz için mutluyum.

        Unutmadan; güvenlik görevlisi Erdal Bey’e “Kimse burada kalmak istemedi mi?” diye sormuştuk, istememiş. Ama biz soruyu ısrarla tekrarlayınca, “Deliler gelmek ister ara sıra” dedi. Teşekkür ederiz Erdal Bey, son sözü siz söylediniz.

        BİR DAHA KALIR MIYIM? İŞİN DOĞRUSU HİÇ SANMIYORUM

        Mehmet Emin DEMİREZEN

        Aslında başta hiç korkmuyordum. Ekiptekilerle şamata yaparken, nasıl olduysa birden korkmaya başladım. Bir ara sütunların arasında koşan birini görür gibi oldum, bir ara da çığlık sesleri işittim. Meğer çığlık sesi balıklardan geliyormuş, koşan biri sandığım ise meğer suyun dalgalanmasıymış. 2 Medusa heykeline yakın olmak ve saatin ilerlemesi herhalde bende psikolojik bir baskı yarattı. Gülenay Hanım’dan bile korktum, düşünün! Bir daha kalır mıyım? Hiç sanmıyorum.

        GAZETEYE GÖNDÜĞÜMDE EVİME GİRMİŞ KADAR HUZURLUYDUM

        Sema EREREN

        Ağaçların arasından orta yaşlı bir adam beliriyor. Gülümseyerek bana doğru geliyor. Yüzündeki ifade hiç hoşuma gitmiyor, içim ürperiyor. Ama deli fırtına var, kaçamıyorum...

        Geceyi Yerebatan Sarnıcı’nda geçireceğimiz gün bu rüyayla uyanıp yataktan fırladım. İçimde nasıl bir telaş var, anlatamam. Bir türlü evden ayrılamıyorum. Önceden hazırladığım ‘Yerebatan Gecesi Listesi’ni kontrol edip duruyorum, sanki bir şey unutacağım. Termal tayt mı dersiniz, birkaç çift çorap mı? “Bununla Everest’e bile tırmanırsın” dedikleri montum, matım, yönetmen koltuğum... Listede yok yok. Zorla da olsa toparlanıp çıkıyorum ama ayaklarım geri geri gidiyor.

        Neyse gece oluyor, içeri alınıyoruz. Yerebatan’ın ‘kimsesiz’ hali daha girer girmez beni ürpertiyor. Gözlerim faltaşı gibi açık, uyurum sanıyordum ama ne mümkün! Soğuk kahvelerimi açamadım bile. Sabaha karşı geç de olsa bu soruna çözüm buldum ve kendime sağa-sola, ileri-geri bakmayı yasakladım. Cezalandırılmış çocuk gibi yere bakıp durdum. Böylece kafamda canlandırdığım şeyleri gördüm sanıp korkmayacaktım.

        Bizimkiler sohbet ederken sabaha karşı sakinleşip 15 dakika kadar uyumuşum. Ece uyandırdı telaşla, “Kalk Sema, dün geceki gibi rüya görürsün falan ve korkarsın” diyerek... Kalktım, yavaş yavaş toparlanmaya başladık. Araç gelsin, hemen bizi alıp götürsün istiyordum. Gazeteye döndüğümde evime girmiş kadar huzurluydum ama “Pişman mısın?” diye sorarsanız, asla, hayır!

        MEDUSA'NIN GİZEMİ

        Kimi sanat tarihçileri bu 2 Medusa heykelinin saldırı ve işgalleri önlemek için sarnıca yerleştirildiğini düşünüyor. Zaten o dönemde gözlerine bakanları taşa çevirdiğine inandıklarından, büyük yapıları ve özel mekânları Medusa mozaikleri ve heykelleriyle koruyorlarmış. Bizans askerlerinin savaşta kullandığı kılıçların kabzalarına da hep birer Medusa başı işleniyormuş.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ