Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Ertuğ Uçar ve Mehmet Kütükçüoğlu, Venedik Mimarlık Bienali'ni anlattı

        ASLIHAN LODİ/ aslilodi@gmail.com

        Venedik Mimarlık Bienali’nde gündem çok yoğundu; pavyonları ziyaret ederken kilometrelerce yürüdük, bir yandan da dünyanın nereye gittiğini düşündük.

        Türkiye Pavyonu’nda sergilenen, “Darzana: İki Tersane, Bir Vasıta” başlıklı proje için inşa edilen “hayal gemisi” Baştarda, bienaldeki diğer işlerden ayrı bir yerde duruyordu. Şiirsel bir “zamanda yolculuk” mesajı veriyor, belki bir yandan da “Dünyanın durumu ümitsiz, ancak boyut değiştirerek kurtulabiliriz” diyordu...

        Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu için çalışmalar; İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunda, Schüco Türkiye ve VitrA’nın eş sponsorluğunda gerçekleştiriliyor bu yıl.

        Proje; Feride Çiçekoğlu, Mehmet Kütükçüoğlu ve Ertuğ Uçar küratörlüğünde, Cemal Emden ile Namık Erkal’ın küratöryel işbirliğiyle, Hüner Aldemir, Caner Bilgin, Hande Ciğerli, Gökçen Erkılıç, Nazlı Tümerdem ve Yiğit Yalgın’dan oluşan güçlü bir ekip tarafından hazırlandı.

        Uçar ve Kütükçüoğlu’nun birlikte yönettiği Teğet Mimarlık aslında son dönemde farklı kültürsanat projelerinde karşımıza çıkıyor. 2013’te tasarladıkları İstanbul Beşiktaş’taki Deniz Müzesi ve çalışmaları devam eden İstanbul Beyoğlu’ndaki İş Bankası Müzesi ile Yapı Kredi Kültür Sanat binası da merakla beklediğim işleri arasında.

        “Darzana: İki Tersane, Bir Vasıta” başlıklı proje için önce İstanbul’da bir “hayal gemisi” inşa edildi ve Baştarda adı verildi. 30 metre uzunluğundaki ve 4 ton ağırlığındaki bu vasıta, ahşap kalıplar; mobilya, tabela ve gemi ıskartaları gibi sahada bulunan terk edilmiş tam 560 parçanın bir araya getirilmesiyle tasarlandı.

        Parçalar, Baştarda’nın Türkiye Pavyonu için Venedik’e nisan ayında gönderildi ve orada bir araya getirildi. Merak edenleriniz olabilir, bu gemi suda yüzmüyor ama bence günümüze ve buralara kadar gelebildiğine göre, zamanda yolculuk edebiliyor!

        Çıkış noktası Venedik’le İstanbul arasındaki ortak kültürel mirası vurgulamak olan “Darzana: İki Tersane, Bir Vasıta”, aslında bienal genelindeki diğer işlerden ayrı bir yerde duruyor. Görsel olarak kesinlikle heyecan verici. İçerik ve hikâye olarak da. Çağrışımları çok, zengin metaforlarla dolu: Sınırları aşıyor, Akdeniz’de bir köprü kuruyor, hatta belki tersanenin geleceği için umut dolu bir kıvılcım da çakıyor. Fakat ana sergisinin küratörlüğünün modern mimariye farklı bakış açısıyla tanınan Şilili ünlü mimar Alejandro Aravena’ya emanet edildiği bienaldeki diğer işlere çok da doğrudan bağlanmıyor. (Aravena, mimarlık dünyasının Nobel’i denilebilecek Pritzker Ödülü’ne sahip.

        “Sorun karmaşıklaştıkça basitliğe daha çok ihtiyaç duyulur” sözünü mimariye bakışı hakkında bir ipucu olarak alabilirsiniz.)

        Biliyorum bu ilham biraz da Venedik’teki Türk Pavyonu’nun eski bir tersanede olmasından geliyor ama düşünmeden de edemiyorum; diğer tüm işler gelecek üstüne akıl yürütürken, sorunlara alternatif çözümler ve söylemlerle bakarken, Baştarda şiirsel bir “zamanda yolculuk” mesajı veriyor.

        Belki bir yandan da “Dünyanın durumu ümitsiz, ancak boyut değiştirerek kurtulabiliriz” diyor, kim bilir? Bunu tartışmayı mimarlara, küratörlere ve sanat eleştirmenlerine bırakıp devam edeyim.

        NE OLACAK BU DÜNYANIN HALİ?

        Farklı ülkelerden mimarların bakış açılarını buluşturan bienalin genel hissiyatı oldukça depresif. Venedik’in ara sokaklarını dolaşırken hemen her köşede gördüğüm kayıp Alzheimer’lı yaşlı hastaların ilanlarının etkisini üzerimden atamamışken, bir pavyonda şehir yaşamının Alzheimer’la bağlantısını anlatan projeyle çarpışıyorum.

        Çöp manzaraları da var, deprem de ve sonuçta hepsi bize bizi anlatıyor, dünyamızla bir kez daha yüzleşmemizi sağlıyor. Sorumlulukları hatırlatarak geleceğe dair olumlu çalışmalara ilham vermesini dilediğim Venedik Mimarlık Bienali, 27 Kasım’a dek ziyarete açık. Önümüzdeki dönemin seyahat planları arasına alıp organizasyon yapmak mümkün yani.

        Venedik; mutlaka görülmesi gereken, yüzlerce yıldır hiç değişmeyen bir müze şehir ve kesinlikle büyüleyici... Hatırlarsanız, Türkiye Pavyonu’nun küratörleri arasında yer alan Ertuğ Uçar ve Mehmet Kütükçüoğlu’nun Haliç’te büyük bir proje üstüne çalıştıkları yazılıp çizildi. Onları bu konuda eleştirenler de oldu.

        İstanbul’a döndükten birkaç gün sonra konuşmak istedim. “Tepkiler oldu evet ama kimse bize ne yaptığımızı sormadı, doğrudan eleştirmeye başladılar. Anlatmayı elbette isteriz” diyen Uçar ve Kütükçüoğlu ile konuşmaya bienalden başladık, Haliç projesini ve tartışmaları masaya yatırdık.

        Mimarlar günah mı çıkarıyor bu yıl Venedik Mimarlık Bienali’nde?

        Ertuğ Uçar: Mimarlar daima sosyal, toplumsal konularla, çevre sorunlarıyla, gezegenin geleceğiyle ilgilenir. Çok doğal bu. “Şehirler binalardan oluşur” diyerek suçu mimarlara haksızlık olur. İnsanlık şehirleri hep beraber yaptı. Ortadoğu hep karışıktı ama Suriye çok acı yaşadı. Dolayısıyla bu havanın bienale hafifçe sirayet etmesi normal.

        Mimar çevreyi korumak zorunda mı yoksa işini yapıp devam mı etmeli?

        Mehmet Kütükçüoğlu: Mimarlara parseller veriliyor. Mimar ve müteahhitler işini yapıp geçiyor. Yan sokakta, şehirde, dünyada olup bitenden bağımsız. Ama bu perspektifi mimarlar tek başına koyamaz, koysa bile yürütme gücüne sahip değil. Bu ülkeyi, şehri yönetenlerin işi.

        Venedik’le İstanbul arasında bağ kurarken İstanbul’un hal ve gidişatına hayıflandınız mı?

        E.U: Türkiye’de şehirler kötü yönetiliyor. İstanbul üzerine kafa yoran, onu merkezi kararlara karşı savunan, şehrin geleceğini düşünen bir yönetim yok maalesef.

        Haliç Tersaneleri üzerinde bir süredir çalışıyorsunuz...

        M.K: Biz Camialtı ve Taşkızak tersanelerini çalışıyoruz. Bugün rölöve ve restitüsyonların onay süreçleri devam ediyor. Alanda 50 irili ufaklı bina, kızaklar ve vinçler var. Projede yüzer pontonlarla oluşan İstinye’dekine benzer 70’er kapasiteli iki tekne park olacak. Bunları, kamusal hareketi zedelemeyecek yerlerde konumlandırmaya çalışıyoruz. Binaları, meydan ve sokaklarıyla, dolgu yapmadan korumak istiyoruz. Burası Dalan’ın yıkımından kurtulmuş yegane endüstri alanı. Atmosfer olarak tersane alanını kentin kolektif hafızasına katmak ve kıyı hattını kamusal kullanıma açık tutmak önemli amaç.

        Bu çalışmayla Bienal projesi arasındaki ilişkiyi açar mısınız? Eleştiriler aldınız ama ne yaptığınızı hiç anlatmadınız.

        E.U: Kimse bize bununla ilgili soru sormadı aslında. Yargıya vardılar ve onları yazdılar. Biz iki yıla yakındır tersane alanını anlamaya çalışıyoruz. Tarihini, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası geçirdiği değişimleri araştırıyoruz. Bugün elimizde olan parçaları doğru anlamlandırmak önemli. Bienal çağrısı doğal olarak bu projeyle ilişkilendi bizim açımızdan. İkisi de masamızda duruyordu. Tabii bunda Mimarlık Bienali’nin mekanının tarihi Venedik Tersanesi olması, Türkiye pavyonunun da bir tersane gözünde yer alması ana etken.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ