Yerel Haber Hattı 0536 266 79 69
KONUŞMAYI BAŞLAT
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

Anıl EMRE / YAZI DİZİSİ 1 / GAZETE HABERTÜRK

‘Savaş cehennemdir’ sözünü çok sık işitiriz. Ancak zamanımızın en ağır insanlık krizinin pençesindeki Suriye’de yaşananlar, ‘cehennem’ sözcüğüne yeni bir anlam kazandıracak boyutta. Suriyeli gazeteci Samar Yazbek, sürgünde yaşadığı Paris’ten Türkiye’ye gelerek 2012 ve 2013 yıllarında sınırdan üç kez kaçak olarak geçiyor ve Suriye’nin kuzeyinde muhaliflerin kontrolündeki bölgeleri dolaşarak gözlemlediklerini “Geçiş: Suriye’nin Parçalanmış Kalbine Yolculuğum (The Crossing: My Journey to the Shattered Heart of Syria)” adlı kitapta topluyor. Bir yandan Esad rejimine bağlı ordunun katliamları bir yandan ise ‘cihatçı’ terör gruplarının barbarlıkları arasında sıkışıp kalmış ülkesinin geldiği durumu gözler önüne seren Yazbek, aynı zamanda laik bir isyan olarak başlayan ‘devrimin’ nasıl cihatçı çeteler tarafından ele geçirildiği ve Suriyelilerin iç meselesinin nasıl dış güçlerin çıkar savaşlarına dönüşmeye başladığı sorularına cevap arıyor. Kıyılarımıza vuran küçücük çocukların neden çok sevdikleri ülkelerinden kaçtıklarını sorguluyorsak, Yazbek’in sözlerine kulak vermeliyiz.

‘BİZİ MEZHEP SAVAŞINA SÜRÜKLEMEK İSTİYORLAR’

Sürgündeki Yazbek’in, 2011 yılının ilkbaharında başlayan rejim karşıtı protestoların katliamla bastırılmaya çalışılması üzerine iç savaşa sürüklenen Suriye’ye ilk gidişi 2012 yazında oluyor. Ülkenin kuzeyindeki ‘özgürleştirilmiş’ yani Esad ordusunun kara güçlerinden arındırılmış topraklarda dolaşmaya başladığında, savaşçılar arasında radikal İslamcı ‘cihatçıların’ henüz oldukça az olduğunu görüyor: “Mücadelenin önemli şehirlerinden Sarakeb’deki 750 savaşçıdan sadece 19’u Arap ‘mücahitleri’ydi.” Biniş kasabasında görüştüğü, laik ve medeni bir devlet kurmaktan bahseden isyancılar, Suriye’nin önündeki en büyük tehlikelerden birini ‘mezhep ayrımcılığı’ olarak görüyor: “Rejim henüz amacına ulaşamadı; bir Sünni köyü bir Alevi köyüne saldırmadı. Birkaç izole olay var ama organize bir hareket olmadı. Ve bunun olmasına asla müsaade etmeyeceğiz, bedelini canımızla ödememiz gerekse de.” Bu sözleri söyleyen genç Suriyeli komutanın söz konusu bedeli ödemesi çok sürmüyor. Birkaç ay sonra yabancı ‘mücahitler’ tarafından öldürülüyor. Yazbek’e göre bu izole bir suikast değil. Muhalif bölgelerde motivasyonun ‘laik bir ülke kurmak’tan, ‘Alevilerin kovulduğu İslamcı bir Suriye kurmak’ noktasına gelmesi, Suriye muhalefetindeki değişimin özeti. Bunun önünde durmaya çalışanlar da ortadan kaldırılıyor.

‘CİHATÇILAR ÇEKİM MERKEZİ OLACAK’

Bugün IŞİD ve El Nusra gibi örgütlerin nasıl olup da Suriye’de bu kadar aktif olabildiklerini tartışıyoruz ancak tehlike çanları başından beri çalıyormuş. Yeterli silah ve maddi kaynakları olmadığını söyleyen muhalifler, yurtdışından gelen ve yabancı ülkeler tarafından finanse edilen, cephanesi ve parası bol ‘cihatçıların’ giderek ‘çekim merkezi’ olacaklarını anlatıyor. Bugün tartıştığımız ‘Suriye ılımlı muhalefetine ne oldu?’ sorusunun cevabını da böylece alıyoruz. Olacakları muhalif bir komutan şu sözlerle tahmin ediyor: “Rejimin saldırıları bir yandan da açlıkla birleşince, birçok kişi hayatta kalabilmek ve silahlanabilmek için radikal gruplara katılmak zorunda kalacak.” 2013 yılındaki son Suriye seyahatinde görüştüğü bir El Nusra kumandanının anlattıkları tüm bu öngörülerin gerçekleştiğini ortaya koyuyor: “Başlarda bağımsız bir gruptuk ama zamanla güçsüzleştik. Silah bulamıyorduk ve rejim gittikçe zalimleşiyordu. Çoğu adamımızı kaybettik, dayanacak gücümüz kalmayınca El Nusra cephesine katıldık.”

‘GECE GÜNDÜZ SAVAŞIYORUZ AMA BİR KAZANIM YOK’

Kafranbel şehrinde konuştuğu bir aktivist, bazı bölgelerde yerel halkın kendilerini Esad’dan koruması ve hakkaniyetli bir yönetim sağlayabileceği düşüncesiyle İslamcı gruplara sempati duyduklarını belirtiyor. Ancak kısa sürede bu grupların en az rejim kadar acımasız olduğunu gören halkın şimdi bunlardan kurtulmak için çabaladığını anlatıyor. Yazbek’in “İnsanlar İslamcı grupları istemiyor ancak muhalefete olan destek de azalmıyor mu?” sorusuna genç aktivist şöyle cevap veriyor: “Muhalifler insanları kızdıracak bazı hareketler yaptı ama asıl mesele Esad’ın bitmek bilmez hava saldırılarıyla başa çıkılamaması. Muhalifler gece gündüz savaşıyor ama bir kazanım yok. Aileler çocuklarının bir hiç uğruna öldüklerini görüyor. Su yok, yemek yok, elektrik yok. İnsanlar artık dayanamıyor.”

TECAVÜZ EMRETTİ, ‘EDEMEM’ DEYİNCE ÖLDÜRDÜ

Yazbek, seyahatleri boyunca rejimin ordusundan kaçan ve muhaliflere katılan Suriyeliler ile karşılaşıyor. Bunlardan birinin neden kaçtığına dair anlattığı kan dondurucu hikâye, Suriye ordusunun saçtığı vahşeti gözler önüne seriyor: “En yakın arkadaşım Muhammed ile orduya beraber yazıldık. Bir gün Humus kentinde ‘teröristlerin olduğu’ bir evi basmamız emredildi, etrafı biraz dağıttıktan sonra ‘hazır ol’a geçtik. Komutan içimizden birinin evin küçük kızına tecavüz etmesini emretti. Kendi köylüsü olan Muhammed’i seçerek kız ve ailesinin saklandığı yan odaya girmesini söyledi. Ancak Muhammed korku içerisinde geri adım atınca avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı: “Ne o yoksa sen erkek değil misin korkak herif!” Muhammed’i keşke tanıyabilseydiniz, daha önce hiç ağladığını görmedim, o kadar cesur ve korkusuz biriydi ki... Ama şimdi yere eğilip komutanın ayakkabılarını öpüyor, bir yandan da yalvarıyordu: “Lütfen efendim, bunu yapamam, yalvarıyorum size, beni buna zorlamayın!” Komutan Muhammed’i tekmelemeye başladı, Muhammed ağladıkça hakaretlerinin dozunu artırıyordu. Erkeklik organından tutup “Gel ben sana nasıl yapılacağını göstereyim!” diye bağırınca, Muhammed birden ağlamayı kesti. Komutanı bir tekmeyle yere serdi, üzerine çıkıp yumruklamaya başladı. İyice dövdükten sonra geri çekilerek silahını yere attı. Yerden kalkan komutan silahı alarak Muhammed’i oracıkta erkeklik organından vurarak öldürdü. Başka bir askere kıza tecavüz etmesini emretti ve onla birlikte yan odaya girdi. Önce kızın sonra da kız kardeşleri ve annesinin attığı çığlıklar tüm evi inletiyordu. İşte o gün ordudan ayrılmaya karar verdim. En yakın arkadaşım Muhammed’i düşünmediğim bir gün bile geçmiyor. Andım var, sevgilisine yazdığı mektuplar bana emanet, hayatta kalabilirsem ilk iş mektupları ona göndereceğim.”

Yazbek’in notlarını okurken ordunun ve rejime bağlılık yemini eden Şebbiha çetelerinin saçtığı dehşete tanıklık ediyorsunuz. Konuştuğu her ailenin savaşa kurban verdiği en az bir ferdi var. Çocuk yaştaki evlatlarını gömen babalar. Torunlarını gömen dedeler. Annelerinin kollarından koparılarak gözleri önünde öldürülen ve köyün etrafında sürüklenen çocuklar. Çocuğunu kurtarmak isterken öldüresiye dövülen anneler. Keskin nişancı ateşiyle öldürülen küçük çocuklar.

SAMAR YAZBEK KİMDİR?

1970 yılında Lazkiye’de doğan, ülkenin önemli entelektüellerinden Samar Yazbek, Esad rejimine bağlılığıyla bilinen bir aileden geliyor. 2011 yılında başlayan gösterilerdeki aktivizmi ve rejim eleştirileri hapse girmesine yol açtığı kadar ailesiyle bağlarını da zedelemiş. Hapisten çıktıktan sonra Paris’e yerleşen Yazbek, halen Fransa’da sürgün hayatı yaşıyor.

MAVİLİKLERİN İÇİNDEN FIRLAYAN ÖLÜM

Muhalifler kontrollerindeki bölgelerde rejim güçlerini püskürterek araziyi ‘özgürleştirseler’ de, savaş uçakları bu bölgeleri yerle bir etmeye devam ediyor. Yazbek, 2.5 yıldır durmadan bombalanmanın ardından insanların gökyüzüyle ilişkilerinin yeni bir boyut kazandığını anlatıyor: “Kimse önce başını kaldırıp havaya bakmadan dışarı çıkamıyor. O derin maviliğin içerisinden ölümün ne zaman üzerlerine fırlayacağını bilmek istiyorlar.” Suriye’de hayatta kalmak yaşamak anlamına gelmiyor. Ölümden kaçmayı başaranların da en büyük uğraşları ölülerini gömmek. Savaşın Suriyelilerin ölülerini gömme şeklini de değiştirdiğini anlatıyor Yazbek. Ailelerin çocuklarını gömdüğü evlerinin bahçeleri mezar yeri, parklar mezarlıklara dönüşmüş. “Ölüler insanların içinde yaşamaya başladı” diyor Yazbek, “Mezarlıklar tıpkı sokaklar, dükkânlar, pazar yerleri gibi günlük hayatın bir parçası oldu.”

‘TANRIDAN BAŞKA KİMİMİZ VAR Kİ?’

ÖSO’nun (Özgür Suriye Ordusu) adının aksine düzenli bir ordudan alabildiğine farklı olduğunu, rejime karşı köylerini, kasabalarını korumaya ant içmiş irili ufaklı yüzlerce silahlı gruptan oluşan bir yapı olduğunu anlatıyor Yazbek. Seyahati boyunca ÖSO adına yapılan hırsızlıklardan, yağmacılıklardan, fidye için adam kaçırmalardan şikâyet edildiğini anlatıyor. ÖSO komutanları da şikâyetçi. “Bunları yapanlar destek kuvvet olarak tutulan paralı askerler. Ayrıca ordudan kaçıp bize katılanlardan bazıları beraberlerinde eski zorbaca alışkanlıkları da getirdiler. Rüşvet ve yozlaşmaya bulaştılar. Şimdi daha organize haldeyiz ancak insanlar artık kimseye güvenmiyorlar.” Sarakeb kentinde yaşayan bir arkadaşının şu sözlerini aktarıyor Yazbek: “Devrim hareketi artık içinde isyancıdan çok hırsız barındırıyor. Tanrı’dan başka kimimiz var ki?”

 

YAZI DİZİSİ 2

‘SURİYE’DE OLANLAR DİN SAVAŞINDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL’

SÜRGÜNDEKİ Suriyeli yazar ve aktivist Samar Yazbek’in gözünden Suriye ‘cehennem’ini gözlemlemeye devam ediyoruz. Sürgünde yaşadığı Paris’ten gelerek 2012 ve 2013 yıllarında Türkiye sınırından kaçak olarak girdiği Suriye’de muhaliflerin kontrolündeki bölgeleri dolaşan ve gözlemlerini “Geçiş: Suriye’nin Parçalanmış Kalbine Yolculuğum (The Crossing: My Journey to the Shattered Heart of Syria) adlı kitabında toplayan Yazbek, seyahatlerinin son bölümünde Suriye’nin hızla İslami bir iç savaşa doğru kaydığını ve laik bir devlet isteyen muhalif grupların yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gözlemliyor. Yazbek’in tespitleri, Suriye’yi nasıl bir geleceğin beklediğini görebilmek açısından hayati önemde.

‘BİZE ÜLKEMİZDE KİMLİK SORANLAR YABANCI’

Yazarın Suriye’ye son ziyareti 2013 yılında gerçekleşiyor. İlk seyahatinde henüz büyük bir etkisi olmadığını gördüğü IŞİD’in, artık her yerde kontrol noktaları kurduğunu anlatıyor: “Bize kendi ülkemizde kimlik soranlar yabancı!” Ramazan ayında olduklarını hatırlatan arkadaşları, sigara içen Yazbek’i uyarıyor. “Arabadan sigara kokusu alırlarsa oruç tutmadığımız için bizi tutuklayacaklarını söylediler. Tutuklandıktan sonra ise her şey mümkün. Kırbaçlanmak hatta öldürülmek.” IŞİD katliam ve zulümle kontrol sağlasa da halk tarafından benimsenmiyor. Sarakeb’de köktendinci militanların bir askerin kafasını kesip direğe asmalarına şehrin kadınları tepki gösteriyor: “Beşar’a (Esad) karşı mücadelemizi çocuklarımızın bu barbarca görüntülerle yaşaması için vermedik. Onların bu vahşet içerisinde büyümesini istemiyoruz.”

‘MAAŞ İÇİN ÖRGÜTÜN SÖZÜNDEN ÇIKILMIYOR’

Köktendinci gruplar, alan hâkimiyetini ele geçirdikleri yerlerde sosyal yaşamı da dikte etmeye başlamış. Bu bölgelerde yaşayan kadınların Yazbek’e anlattıkları, durumu gözler önüne seriyor: “Sarakeb’de konuştuğum birçok kadın bana Ahrar-uş Şam örgütünün kurduğu yardım kuruluşu sayesinde geçinebildiklerini anlattı. Örgütün kurduğu şeriat mahkemesi artık gayri resmi yargı organı haline gelmiş durumda. Kadınlar kapanmaya zorlanıyor. Çocuklara eğitim olarak sadece Kuran ezberletiliyor. Ancak insanlar tüm rahatsızlıklarına rağmen örgütün sözünden çıkamadıklarını, çünkü buradan maaş almasalar yaşayamayacaklarını anlatıyorlar.”

Ancak böyle giderse Suriye’de yaşamanın tamamen imkânsız hale geleceği herkesin ortak fikri. “Tek düşündüğümüz şey yaşamak için en asgari ihtiyaçlarımızı nasıl karşılayacağımız. Toprağımız mahvoldu, ticaret durdu, gençler evlerini savaşmak için terk etti ve şehit olarak dönecekler. Zamanda büyük bir hızla geri gidiyoruz. Karanlık çağlara dönüyoruz. Şeriat mahkemeleri ve yabancı radikal militanlar ülkeyi tamamen kaosa sürüklüyor. Buna kaç yıl daha dayanabiliriz ki?” Bu sözleri söyleyen gencin teyzesi, şehirdeki şeriat mahkemesinin El Nusra üyesi hâkiminin, ülkedeki tüm laikleri ‘kovmak hatta kafalarını kesmek gerektiğini’ söylediğini anlatıyor. Yazbek’i evinde misafir eden Ayşe’nin sözleri, tüm Suriyelilerin hislerine tercüman: “Dünyanın tüm paralı askerlerini ülkemize göndererek burada nasıl yaşamamızı bekliyorlar?”

‘KADINLAR ÖRTÜNMEDEN ÇIKAMAZ, ALEVİLERİN SURİYE’DE YERİ YOK’

Yazbek, radikal gruplardan kumandanlarla da görüşüyor. Bugün bazı Batı ülkelerinin rejime ve IŞİD’e karşı savaşta potansiyel ortak olarak görmeye başladığı Ahrar-uş Şam örgütünün düşünce yapısını ve amaçlarını anlamak, önümüzdeki yıllarda Suriye’yi nelerin beklediğini öngörebilmek açısından önemli. Maarat-al Numan bölgesindeki Ahrar-uş Şam ‘emir’i Ebu Ahmet, bin civarı savaşçıyı yönetiyor. 2011 yılında başlayan barışçıl protestolara hiç katılmamış. Sivil toplum hareketlerinin ve protestoların kendisini ‘ilgilendirmediğini’ söylüyor. Neyi amaçladıkları sorulduğunda “Esad rejimini devirmek ve yerine Allah’ın kanunlarını getirmek” olarak yanıtlıyor. “Bu rejim kafir bir rejimdir ve benim yaptığım Allah adına cihaddır.” Grubunun yüzde 98’inin Suriyeli olduğunu belirten Ahmet, savaşçılara ailelerine bakmaları için maaşlar ödendiğini, insanlara yardım için dernekler kurulduğunu ve ‘yatırım projeleri’ geliştirdiklerini anlatıyor: “Burada su ve elektrik yok. İnsanlara uzaktaki kuyulardan su taşıyabilmek için su kamyonları aldık.” Yeni bir devlet kurmak isteyen örgüt, devlete ait mekanizmaları da hayata geçirmeye başlamış. Peki bu nasıl bir devlet olacak? “Tabii ki İslami bir devlet. Bir emirimiz ve şeriat konseyimiz olacak. Kadınlar sokağa örtünmeden çıkamayacak, en önemlisi de bu! Alevilerin ise Suriye’de yeri yoktur.” Yazbek, rejime karşı savaşan Aleviler de olduğunu hatırlattığında Ahmet’in tavrı değişmiyor: “Sayıları çok azdır, bırakın onlar da ülkeden gitsinler. Alevilere ve Kürtlere karşı kanımızın son damlasına kadar savaşacağız!” Suriye’de 2 milyon Alevi olduğunu söyleyen Yazbek, Hıristiyanların ve diğer azınlıkların akıbetini soruyor. “Ülkeden gidebilirler, İslam’a geçebilirler ya da cizye ödeyebilirler.” “Kendi kimlikleriyle, kendi vatanlarında kalmayı tercih ederlerse?” “O zaman kaderlerinden kaçamazlar.” “Öldürülmek mi?” “Bu onlar için ancak ödüldür.” “Peki ya İsmaililer ya da Dürziler?” “Bunları da gerçek İslam’a (Ebu Ahmet ve grubuna göre yalnızca Sünnilik) davet ediyoruz. Geçmezlerse kâfir muamelesi görürler. Ancak Alevileri davet etmiyoruz. Onlar kâfirdir ve ölmeleri gerekmektedir.” “Peki kadın ve çocuklar?” diye soruyor Yazbek: “Onların ne suçu var?” “Kadınlar çocukları doğuruyor, çocuklar da büyüyor ve bizleri öldürüyor.” Savaştan ötürü okula gidemeyen ve eğitimleri yarım kalan çocuklar için de ‘Kuran’ı ezberletmek için okul açmayı düşündüklerini’ belirten Ahmet, bilimsel eğitimin ne olacağı sorusuna ise yanıt vermiyor. Şu anda IŞİD kontrol ettiği bölgelerde bunların tümünü hayata geçirmiş durumda. Ancak Yazbek’in gözlemlerine bakılırsa diğer radikal örgütlerin Suriye’ye biçtikleri gelecek de IŞİD’inkinden farksız.

Konuştuğu bir El Nusra kumandanı ise Alevi de olsalar asla kadın ve çocukları öldürmeyeceğini söylüyor: “Ama benim gibi düşünenler azınlıkta. Zaman geçtikçe bizim gibi daha ılımlıların sesi kesilecek. Bu bir Sünni-Alevi savaşı ve daha onyıllarca süreceğini düşünüyorum. Sürdükçe de vahşileşecek. Peki bedelini kim ödeyecek? Tüm Aleviler. Onlar kâfir ve dinsizler.” Yazbek’in konuştuğu askerler arasında Alevilerin Esad rejiminin suçlarından sorumlu tutulacakları ve rejimin saçtığı vahşetin Alevilere uygulanacağı kanaati yaygın. IŞİD’in Alevilere yaklaşımının aslında diğer radikal gruplar tarafından da paylaşıldığı Yazbek’in gözlemlerinde tüm çıplaklığıyla ortada. Bu da önümüzdeki yıllarda bu gruplar güçlenirse Suriye’deki 2 milyondan fazla Alevi’nin katliamların hedefi haline gelebileceğinin işareti.

‘SURİYELİLERİN HAYALLERİ ÇALINDI, DEVRİMLERİ GASP EDİLDİ’

Yazbek’in son satırları, 4.5 yıl kadar kısa bir sürede cehenneme dönen ve belki de çok daha karanlık bir geleceğin beklediği vatanı Suriye’ye bir ağıt niteliğinde. “Hırsız çeteleri kendilerine büyük savaşçıların isimlerini vererek Esad’ın Şebbiha çetelerinden farksız davranıyor, çalıyor, yağmalıyor, öldürüyor. IŞİD aktivist, pasifist, asker, gazeteci, sivil dinlemeden kendinden olmayan ya da mutlak biat etmeyen herkesi öldürüyor ya da fidye için kaçırıyor. Kalanları da Esad’ın hava saldırıları öldürüyor. Ölümcül bir gökyüzü ve barbar köktendinci çeteler arasında sıkışıp kalmış Suriyelilerin sabah uyandıklarında tek umutları bir hava saldırısında yerle bir olmuş evlerinin enkazı altında kalmamak ya da IŞİD’in kafalarını kesmemiş olması. Kendilerini öldüren bir rejimden kanlarıyla ‘özgürleştirdikleri’ topraklar bu sefer cihatçı işgali altında. Burası artık ne özgür bir toprak ne de Suriye. Barışçıl bir protestoyla yola çıkan ve laik bir Suriyeli devrimi hayal edenlerin hayalleri çalındı, devrimleri gasp edildi. Suriye 4 yılda bu hale geldi. Bir diktatöre karşı başlayan barışçıl protestolar önce devlete karşı silahlı mücadeleye dönüştü, daha sonra radikal İslamcıların gelmesiyle Suriyeliler yabancı ülkelerin çıkar çatışmalarında birer piyona dönüştü. Bu kan ve katliam sarmalının başını çeken IŞİD ülkemiz topraklarında işgalci bir devlet haline geldi. Özgürlük ve adalet hayalleriyle devrim isteyenler bedeli kanlarıyla ödediler. Büyük Suriye destanının bu evlatlarını hiçbir zaman unutmayacağım.”

‘SİZİ KATLETMEYE GELİYORUZ’

YAZBEK’in sivil toplum çabaları kapsamında çocuklara film gösterimi için gittikleri bir köyde karşılaştığı 9 yaşındaki erkek çocuğu, ülkenin çocuklarını bekleyen tehlikenin canlı örneği: “Film gösterimine neden katılmadığını sorduğumda, ‘Ne, sen beni çocuk mu sanıyorsun? Nusra Cephesi’ne katılacağım. Ateş etmeyi biliyorum’ dedi. 10 yaşındaki dünya tatlısı ablası ‘Hiç de bile’ derken gülümsüyordu. Ancak ufaklığın yanıtı ağır oldu: Kapa çeneni. Erkeklerin yanında ağzını açmayacaksın.” Bu izole bir örnek değil. Radikal dinci örgütler çocukları savaşçı olarak yetiştirebilmek için büyük çaba harcıyor. Zulüm, açlık ve otorite boşluğu radikalizmin yeşermesi için adeta kusursuz bir ortam sağlıyor. Yazbek, çocukların nefret aracı olarak kullanılmasına çarpıcı bir örnek veriyor: “2 arkadaşım iğneleyici biçimde karşılıklı şarkılar mırıldanıyorlardı. Ne olduklarını sorduğumda bugünlerde Suriye’de sıkça duyulan savaş türküleri olduklarını öğrendim. Birinin adı ‘Sizi Katletmeye Geliyoruz’, diğerininki ise ‘4. Tugay’ olan şarkıların ilkinde küçük bir çocuk El Nusra Cephesi’nin Alevileri nasıl katledeceğini anlatırken, ikincisinde ise Alevi bir çocuğun ağzından Sünni bölgelerdeki katliamlar övülüyor.”

‘BAŞKALARININ SATRANCINDA BİRER PİYONDAN İBARETİZ’

İDLİB’de rejim güçlerine karşı kurulan cepheye giden Yazbek, savaşçılarla konuşuyor. Bunlar herhangi bir radikal dini gruba üye olmayan, bağımsız muhalifler. Ama büyük çoğunluğu bunu bir SünniŞii savaşı olarak görüyor: “Bu bir din savaşından başka bir şey değil. Rejime karşı sokağa çıktığımızda dinden bahsetmiyorduk bile. Ama onlar bize karşı Şii İran ve Hizbullah ile birleştiler. Tepemize dakikada onlarca bomba yağdırdılar.” Birçok savaşçı başlarına gelenlerden Alevileri sorumlu tutuyor: “Her Sünni direnişi desteklemiyor ancak her Alevi Esad destekçisi. Peki azınlıklar hayatta kalırken neden biz tüm Sünniler ölmek zorundayız? Onlar da bizim gibi Suriyelilerse neden sesleri çıkmıyor, bu vahşete neden sessiz kalıyorlar?” Bazıları çok daha radikal: “Aleviler bizi öldürdü, biz de onları öldüreceğiz. Aleviler ve Şiiler kâfirdir. Yaptıklarını onlara ve fahişe karılarına misliyle iade edeceğiz.” Bu nefret söylemlerine göğüs germek, kendisi de Alevi olan Yazbek için hiç kolay değil. Tüm bu nefrete rağmen hâlâ birleşik bir Suriye hayal edenler var. Emrinde binlerce asker olan Ebu Tarık, şeriatın Suriyelilerin doğasına aykırı olduğunu söylüyor. Verdikleri savaşı diktatör bir rejime karşı mücadele olarak gören Ebu Tarık, dinsel ve mezhepsel ayrılıklar konusunu ‘duymak bile istemediğini’ ifade ediyor: “Biz ülkemizi inşa etmek istiyoruz, mahvetmek değil.” Savaşın anlamsızlığını ise tüm gençler kabullenmiş durumda: “Bazen bir satranç setinin piyonu gibi hissediyorum kendimi. Beni istedikleri gibi hareket ettirdiklerini biliyorum ama ne yapmalıyım? Tek bildiğim şu ki Beşar Esad’la savaşmaktan asla vazgeçmeyeceğim. Bunun delilik olduğunu ve ölüme gittiğimizi biliyorum ama kendimizi savunmadan mı ölelim?”

BAKMADAN GEÇME