Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Dünya erdoğan fransız parlamentere çıkış, erdoğan akpm fransız parlamenter,

        Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Konseyi binasında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kurulu'na hitap etti.

        Başbakan Erdoğan, konuşmasına, Avrupa halklarının en eski parlamenter forumu olan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde milletvekillerine hitap etmekten büyük memnuniyet duyduğunu ifade ederek başladı. Türkiye'nin, 61 yıl önce bugün, 13 Nisan 1950'de Konsey'e üye olduğunu hatırlatan, Avrupa Konseyi ve Türkiye açısından son derece anlamlı bir yıl dönümünde genel kurula hitap ettiğini dile getiren Erdoğan, şunları söyledi:

        ''61 yıl sonra, yine bir 13 Nisan gününde, Avrupa Konseyi'nin kurucusu, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Dönem Başkanı Türkiye'nin Başbakanı olarak; başkanlığını bir Türk parlamenterin yaptığı bu Meclise hitap ediyor olmaktan büyük heyecan ve gurur duyduğumu da belirtmek istiyorum.

        Kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyi, 62 yıldır Kıta'da demokratik istikrarın güçlendirilmesine önemli katkılar sağladı. Her türlü ayrımcılığa karşı çıkan, insan onuruna saygıyı ortak kültürümüzün temel unsuru haline getiren Konsey'e bu vesileyle şükranlarımı sunuyorum. 62 yıllık süreçte Konsey'e hizmet edenlere, bugün de aynı idealler etrafında hizmetlerini sürdüren siz değerli milletvekillerine ayrıca teşekkür ediyor, başarılar diliyorum.

        Bu parlamentoda, bundan 5 yıl önce, 'Medeniyetler İttifakı' girişimi konusunda sizlere hitap etmiştim. Bugün de 'Kültürler Arası Diyaloğun Dini Boyutu' konulu raporun ele alındığı bir ortamda sizlere hitap ediyorum. Türkiye ile İspanya'nın Birleşmiş Milletler çatısı altında başlattıkları 'Medeniyetler İttifakı' girişimi, çok kısa bir süre içinde 100'den fazla ülkenin, Dostluk Grubu'na üye olmasıyla küresel ölçekte büyük ilgi gördü. Esasen, 'Medeniyetler İttifakı' girişimi, bugün dünyamızın ihtiyacını hissettiği, daha doğrusu, açlığını hissettiği bir boşluğu doldurma noktasında önemli bir girişim haline geldi.''

        ''SİYASETÇİNİN MESULİYETİ...''

        Hristiyan dünyası ile İslam dünyasının birbirine bakışının, tarihsel süreçte büyük oranda Haçlı Seferleri ile şekillendiğini kaydeden Başbakan Erdoğan, yaklaşık bin yıl önceki bu karşılaşmaların, bin yıl boyunca önyargılara, yanlış anlamalara, bloklaşma ve kutuplaşmalara bir bahane ve bir gerekçe olarak görüldüğünü ifade etti.

        Bugün, Haçlı Seferlerinin bir başka boyutunu da görmenin ve Haçlı Seferlerini artık farklı şekilde değerlendirmenin önemine dikkat çeken Erdoğan, şöyle konuştu:

        ''Haçlı Seferleri, iki kültürün, iki medeniyetin, iki dinin karşı karşıya gelmesinden ziyade, birbirini tanıması, birbirini anlaması ve birbirinden etkilenmesi sonucunu da doğurmuştur. Bilimde, sanatta, mimaride, dilde, musikide, günlük yaşam alışkanlıklarında, hatta yeme-içme kültürlerinin transferinde Haçlı Seferleri son derece etkili olmuştur. Bugün, Batı medeniyetinin temellerinde de Doğu medeniyetinin temellerinde de bu karşılaşmanın etkisini hiç kimse inkar edemez.

        Haçlı Seferleri tarihi, sadece savaşlar, çatışmalar tarihi değil, aynı zamanda bir kültürel etkileşim, yakınlaşma, birbirini doğrudan tanıma tarihidir. Nitekim, birbiriyle savaşan ordular, savaşın hemen ardından ticari faaliyetlere başlamışlar, malların mübadelesi süreciyle birlikte kültürlerin mübadelesi sürecini de başlatmışlardır. Avrupa tarihi bundan hiç farklı değildir. Tarihi, artık savaşlar, çatışmalar, kamplaşma ve kutuplaşmalar üzerinden okuyamayız. Tarihi savaşlar üzerinden okuyanlar, geleceği barış üzerine inşa edemezler. Haçlı Seferlerini derin hafızasından silemeyenler, kendi toplumlarına da bölgelerine de dünyaya da barış ve hoşgörü vaat edemezler.

        Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği, bizatihi, tarihin kutuplaşmalar üzerine okunamayacağının en somut göstergesidir. Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği, bugün dünyanın özlemini duyduğu evrensel barış ve evrensel değerlerin iyi bir örneğidir. Tüm dünyanın gıpta ile izlediği bu oluşum, ortak değerleri, barışı ve evrensel değerleri daha da yücelterek, dünyaya ve insanlığa yol gösterici olmaya devam etmek zorundadır.

        Son dönemde, Avrupa içinde yükselen ırkçılığın, ayrımcılığın, hoşgörüsüzlüğün, Avrupa halklarını tedirgin ettiğinden çok daha fazla, çevre coğrafyalardaki halkları tedirgin ettiğini ve kaygılandırdığını vurgulayan Erdoğan, ''Üzülerek gözlemliyorum ki, Avrupa içinde kutuplaşma giderek şiddetlenmektedir. Bu durumun bazı ülkelerde artık devlet kademelerinde bile görülmesi, siyasi partilerin bu temelde prim yaparak oy kazanmaya çalışıyor olmaları, olayın vehametini artırmaktadır. Siyasetçinin mesuliyeti, bu tehlikeli gidişata engel olacak liderliği ve basireti göstermektir. Popülizm uğruna, oy alabilmek ve seçilebilmek hırsıyla, en temel insani değerlerin, en temel hakların, özgürlüklerin baskı altına alınması, sadece o ülkenin halkına değil, tüm bir Avrupa'ya, bu geniş coğrafyaya yapılmış en büyük haksızlık ve kötülük olacaktır'' ifadelerini kullandı.

        ''FRANSA'DAN UYARLADIĞIMIZ LAİKLİK, TÜRKİYE'DE ON YILLAR BOYUNCA TARTIŞILMIŞ, YANLIŞ UYGULAMALAR NEDENİYLE ÖZGÜRLÜKLER ÜZERİNDE BİR BASKI ARACI OLARAK KULLANILMIŞ, ADETA DEMOKRATİKLEŞME KARŞISINDA BİR DUVAR OLACAK ŞEKİLDE YORUMLANMIŞTIR''

        Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Fransa'dan uyarladığımız laiklik, Türkiye'de on yıllar boyunca tartışılmış, yanlış uygulamalar nedeniyle özgürlükler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmış, adeta demokratikleşme karşısında bir duvar olacak şekilde yorumlanmıştır'' dedi.

        Erdoğan, yaptığı konuşmada, Türkiye'nin, bulunduğu coğrafya içinde halkı Müslüman olan ama laikliği benimsemiş yegane ülke olduğunu vurgulayan Erdoğan, ''Fransa'dan uyarladığımız Laiklik, Türkiye'de on yıllar boyunca tartışılmış, yanlış uygulamalar nedeniyle özgürlükler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmış, adeta demokratikleşme karşısında bir duvar olacak şekilde yorumlanmıştır. Uzun bir sürecin ardından Türkiye, özellikle de bizim iktidarımız döneminde, tüm bu tartışmaları geride bırakarak, İslam-laiklik-demokrasi gibi kavramların pekala bir arada varlığını sürdürebileceğini somut uygulamalarla tüm dünyaya ispat etmiştir'' diye konuştu.

        Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin bu noktada, içinde bulunduğu coğrafya için son derece anlamlı bir model haline gelirken, laikliğin Avrupa'da yeniden tartışılıyor ve özgürlükleri kısıtlamanın bir aracı haline dönüştürülüyor olmasının ironik olduğunu ifade eti.

        Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:

        ''Tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir yerde, inançlara, kültürlere, kimliklere yönelik baskı ve sindirme sonuç getirmemiştir. Dini hoşgörüsüzlük, artık yerini bütünüyle tartışmasız bir hoşgörüye bırakmak zorundadır. Dini hassasiyetleri, özgürlükleri, gerilim ve çatışma noktalarını, önyargı ve ön kabulleri, siyasi bir rant aracı olarak görmek son derece tehlikelidir.

        Avrupa Konseyi'nin savunuculuğunu yaptığı demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlerin önemi bugün her zamankinden daha fazla artmıştır. Hakların, özgürlüklerin ve yaşam standartlarının yükseltilmesi beklentisi, bugün artık Avrupa sınırlarını aşmış, çok geniş bir coğrafyada yankılanır hale gelmiştir. Küreselleşen bir dünyada, yalıtılmış huzur adacıkları oluşturmanın mümkün olmadığını görmek durumundayız. Sermayenin sınır tanımadığı bir dünyada, sorunların da sınır tanımadığını görmek durumundayız. Bir kesimin sınırsız ölçüde zenginleştiği, refahını artırdığı, yaşam standartlarını yükselttiği; bunun karşısında bir başka kesimin giderek yoksullaştığı, umutsuzlaştığı bir dünya, yaşanabilir bir dünya değildir, bu sistem sürdürülebilir bir sistem değildir.''

        Kendi içine kapanan bir Avrupa'nın, evrensel değerlerden, evrensel insan hak ve özgürlüklerinden bahsedemeyeceğini vurgulayan Erdoğan, ''Hatta bunu kendisi için bile temin etmekte güçlük çekmeye başlayabilir. Bugün, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan yükselen özgürlük ve hak taleplerine, Avrupa kulak tıkayamaz. Demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere, sadece bir kesimin layık olduğunu iddia etmek, demokrasiyi kimi toplumlar için 'henüz erken' görmek, en az ırkçılık kadar tehlikelidir. Ne yazık ki bugüne kadar, Ortadoğu ve Afrika'ya bakıldığında, yerin üstündekiler değil, yerin altındakiler görülmüştür. Eğer 'evrensel değerler' diyorsak, eğer 'insan ve insan hakları' diyorsak, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan yükselen haykırışları duymak ve en güçlü şekilde desteklemek zorundayız. Hiçbir hesap yapmadan, çıkar kaygısına kapılmadan, farklı arayışlara girmeden, oradaki insan gerçeğini görmek zorundayız. Artık Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya bakınca, petrol kuyuları görmekten vazgeçip, yaşanan trajedilere odaklanmak durumundayız'' diye konuştu.

        ''ORTADOĞU VE AFRİKA'DA, YENİ AFGANİSTANLAR, YENİ IRAKLAR GÖRMEK İSTEMİYORUZ''

        ''Orta Doğu'da demokrasinin hakim olamayacağı'' yönündeki zihniyetin yıkıldığını belirten Başbakan Erdoğan, kültürel ayrışmayı, özellikle de medeniyetler çatışmasını savunan tezlerin çöktüğünü ifade etti.

        Etnik, mezhepsel ve dini ayrılıkların ortaya çıkmasının veya ülkelerin toprak bütünlüğünün zarar görmesinin, yaşananların ruhuna ve esasen halkların iradesine aykırı olduğunu vurgulayan Erdoğan, yakın coğrafyada yeni şiddet ve çatışma alanları görmenin, arzu ettikleri en son şey olduğunu dile getirdi.

        Halk hareketlerinin meşruiyetinin korunması bakımından, dışardan askeri müdahalede bulunulmamasının ve müdahalenin tamamen insani boyut taşımasının son derece önemli olduğunu kaydeden Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:

        ''Biz, Ortadoğu ve Afrika'da, yeni Afganistanlar, yeni Iraklar görmek, bunları yaşamak istemiyoruz. Afganistan, Irak, Filistin'de yaşananlar, bölge insanının ruhunda olduğu kadar, insanlık vicdanında da derin yaralar açmıştır. Zedelenen adalet duygusu, kutuplaşmaya zemin hazırlamıştır.

        Libya'da ve son günlerde Filistin'de yaşanan olaylara, Avrupa'nın vicdan ölçeğiyle bakmasını, evrensel değerlerden, insanlık değerlerinden yola çıkarak gelişmeleri değerlendirmesini arzu ediyoruz. Bu süreçte, Avrupa Konseyi'nde oluşturduğumuz ortak değer ve normların, yakın çevremizdeki komşularımızla paylaşılması hayati derecede önemlidir.

        Konsey'in gelişmelere zamanında tepki verebilmesi isabetli olmuştur. Tunus'taki gelişmeler üzerine Bakanlar Komitesi Dönem Başkanı olan Dışişleri Bakanımızla birlikte Genel Sekreter Jagland bu ülkeyi ziyaret etmiştir. Ayrıca, Avrupa Komisyonu Parlamenterler Meclisi Başkanı'nın temasları, demokratik dönüşüm sürecini gerçekleştirmeye çalışan Tunus için son derece faydalı olmuştur.

        Mısır'da anayasal bir demokrasiye geçişin tüm bölge için önemli olduğuna inanıyor, iktidarın en kısa zamanda sivil bir yönetime devredilmesini destekliyoruz. Libya'da, 1970 ve 1973 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararları'na destek veriyoruz. Bu kararların, Libya'nın toprak bütünlüğünü, Libya halkının huzur, güvenlik ve refahını garanti altına alacak şekilde uygulanması önem taşıyor.''

        ''TARAF TUTMUYORUZ, ÇIKAR PEŞİNDE, ROL KAPMA YARIŞINDA DEĞİLİZ''

        Benzer şekilde, Bahreyn'deki gelişmeleri de yakından izlediklerini anlatan Başbakan Erdoğan, gerginliğin azaltılması için bölgedeki tüm taraflarla yoğun bir temas trafiği yürüttüklerini ifade etti. Erdoğan, bölgenin istikrarı açısından büyük öneme sahip Suriye, Yemen ve Ürdün'de yoğunluk kazanan halk hareketlerinin de bir an evvel itidal ve sağduyuyla sonuçlanması için gerekli girişimlerde bulduklarını söyledi.

        Türkiye'nin, tüm bu coğrafyada, her ülkeyle her etnik ve inanç grubuyla iletişim kurabilen, çözüm geliştirebilen, barış ve uzlaşma çabalarında aktif rol alabilen bir ülke olduğuna dikkati çeken Erdoğan, Avrupa Konseyi'nin kurucularından ve Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerini yürüten bir ülke olarak, bunlarla birlikte yakın coğrafyasıyla tarihi ve kültürel bağlara sahip bir ülke olarak, bölgede huzur, barış ve istikrar için yoğun gayret sarf ettiklerini dile getirdi.

        Erdoğan, şunları kaydetti:

        ''Taraf tutmuyoruz, çıkar peşinde, rol kapma yarışında değiliz. Aktif ve ilkeli dış politikamızla, sadece ve sadece bölgenin huzur, barış ve istikrarı için çözümler üretmeye çalışıyoruz. Türkiye, bölgesel barış için çok önemli bir imkandır. Son gelişmeler ve bu gelişmelerde Türkiye'nin izlediği ilkeli dış politika, ülkemizin Avrupa Birliği için ne denli önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği kimi ülkelerde iç politika malzemesi yapılmayacak, seçimlerde istismar aracı olarak kullanılamayacak kadar hayatidir. Sadece Ortadoğu ve Kuzey Afrika değil, Balkanlar ve Kafkasya başta olmak üzere, Avrupa'nın güvenliğini, refahını ilgilendiren her coğrafyada, Türkiye inisiyatif alma potansiyeline sahiptir.

        Şunu da hatırlatmak isterim; Türkiye, son küresel finans krizini başarıyla atlatmış, ekonomisi 2010 yılında yüzde 8,9 oranında büyüme kaydederek, Avrupa'da ve OECD ülkelerinde en hızlı büyüyen ülke olmuştur. 736 milyar dolarlık milli geliriyle, Türkiye şu anda dünyanın 17. ve Avrupa'nın 6. büyük ekonomisi konumundadır.''

        ''TÜRKİYE'NİN AB'YE, AB'NİN DE TÜRKİYE'YE İHTİYACI VARDIR''

        Türkiye'nin, zorunlu olmadı halde, dört Maastricht kriterinden ikisi olan 'bütçe açığı' ve 'borç yükü' kriterlerini karşıladığını hatırlatan Erdoğan, Türkiye'nin bu iki göstergede Avrupa'nın birçok ülkesinden daha iyi konumda olduğuna vurgu yaptı.

        Başbakan Erdoğan, böyle bir Türkiye'nin, yapay bahanelerle, popülist gerekçelerle engellenmesi ve müzakere sürecinde önüne yeni engellerin çıkarılmasının anlaşılabilir olmadığını dile getirdi. Erdoğan, şöyle konuştu:

        ''Türkiye güçlü bir ülkedir. Türkiye, her meselede çözüm isteğini ve iradesini güçlü şekilde ortaya koymuş bir ülkedir. Bugün çok daha net olarak tekrar söylemek durumundayım ki Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne, Avrupa Birliği'nin de Türkiye'ye ihtiyacı vardır. Türkiye'yi farklı şekilde değerlendiren, kendi ikbal ve iktidar hırsı için Türkiye'nin üyeliğini tartışma konusu yapanlar, Türkiye'ye değil, kendi ülkelerine, Avrupa değerlerine ve kendi halklarına haksızlık ederler. Esasen, tek başına Türkiye'nin Avrupa Komisyonu'na katkıları ve içinde yer aldığı Gümrük Birliği bile Avrupa için önemini tartışmaya mahal bırakmayacak derecede ispat etmiştir. Bu bakımdan, biz Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine, hakkaniyet ve vicdan ölçüsüyle bakılmasını bekliyor, verilen sözlerin tutulmasını istiyoruz.''

        Türkiye'nin, 2002 sonundan itibaren AK Parti Hükümetiyle birlikte, özellikle demokratikleşme noktasında tarihi reformları gerçekleştirdiğini kaydeden Erdoğan, ''Hükümetimiz, yasaklar, yolsuzluk ve yoksullukla mücadeleyi kendisine ilke edinmiştir. Hükümetimiz, yasaklarla mücadeleyi öncelikli bir alan olarak görmüş, 8,5 yıl boyunca hak ve özgürlükler en geniş anlamda güçlendirilmiştir. 8,5 yıl önce inkar edilen, telaffuz edilmesinden dahi korkulan, gündeme dahi getirilmeyen bir çok konu, bugün Türkiye'de serbestçe konuşulmakta ve tartışılmaktadır'' diye konuştu.

        Bu süreçte işkenceye sıfır tolerans gösterildiğini, ifade özgürlüğünün önündeki engellerin tek tek kaldırıldığına dikkati çeken Erdoğan, ''Son haftalarda, basın üzerinde, ifade özgürlüğü üzerinde baskı, kısıtlama, yasaklama olduğuna dair iddialar, açık söylüyorum, gerçeği yansıtmıyor. Şu kadarını söylemeliyim ki 8 yıl öncesine kadar, demokrasi dışı odaklardan, özellikle çetelerden ve mafyadan talimat alarak manşet atan, yazı yazan bazı basın-yayın organları, bugün tamamen özgür ve serbest biçimde yayınlarını sürdürmektedir. Herkes, özgürce, serbestçe eleştirilmekte; anlaşmazlıklar ise tamamen hukuk çerçevesinde ele alınmaktadır. Bazı tutuklama ve gözaltıların, Avrupa'da basın özgürlüğüne müdahale olarak algılandığını biliyoruz ama Avrupa'da, darbelere çanak tutan, darbeleri teşvik eden gazete ve gazetecilerin olmadığını da hatırlatmak isterim'' dedi.

        HAPİSTEKİ GAZETECİLER İÇİN AVRUPA KOMİSYONU'NA DAVET

        Şu anda Türkiye'de, tutuklu ve hükümlü olarak 26 gazetecinin hapiste olduğunu belirten Başbakan Erdoğan, bu gazetecilerden hiç birinin, gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklu olmadığını ifade etti. Erdoğan, son dönemde yaşanan gelişmelere ilişkin haberleri, Avrupa'nın ve Avrupa kurumlarının, belli odaklardan, belli çevrelerden değil, daha objektif kaynaklardan edinmesini ve değerlendirmelerini de ona göre yapmasını temenni etti.

        Başbakan Erdoğan, ''Az önce Genel Sekreter Jagland ile bu konuyu görüştük ve kendilerinden şunu rica ettim; yardımcınızı ya da yardımcılarınızı, elemanlarla ülkemize gönderin. Yerinde gelip bazı incelemeleri kaynağında yapsınlar. Oradan tespit etsinler. Bu, kaynağında yapacakları araştırmalarla bunun böyle olmadığını göreceklerdir. Bunların suç örgütleriyle nasıl ilinti halinde olduklarını göreceklerdir. Dolayısıyla bunu gördükleri zaman öyle zannediyorum ki size gelecek olan bilgiler çok daha farklı olacaktır'' dedi.

        Bölgedeki köklü değişimlerin Avrupa kıtasına büyük sorumluluklar yüklediğini vurgulayan Erdoğan, demokratik değişimin, demokrasinin, insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün tarafında olmanın önemine değinerek, çatışmanın, baskının, şiddetin, zulmün tarafında değil; hakkın, adaletin, uzlaşmanın, yanında olunması gerektiğini dile getirdi. Erdoğan, başta Avrupa Konseyi ve üye ülkeleri olmak üzere tüm uluslararası camianın bu ilkeler etrafında kenetleneceğine inandığını söyledi.

        Başbakan Erdoğan'ın konuşmasında öne çıkan ifadeler şöyle;

        ''Fransa'dan uyarladığımız laiklik, Türkiye'de on yıllar boyunca tartışılmış,yanlış uygulamalarnedeniyle özgürlükler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmış,adeta demokratikleşme karşısında bir duvar olacak şekilde yorumlanmıştır.''

        ''Uzun bir sürecin ardından Türkiye, özellikle de bizim iktidarımız döneminde, tüm butartışmaları geride bırakarak, islam-laiklik-demokrasi gibi kavramların pekala bir aradavarlığını sürdürebileceğini, somut uygulamalarla tüm dünyaya ispat etmiştir.''

        ''Bugün, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan yükselen özgürlük ve hak taleplerine, Avrupa kulaktıkayamaz. Demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere, sadece bir kesimin layık olduğunu iddia etmek,demokrasiyi kimi toplumlar için 'henüz erken' görmek, en az ırkçılık kadar tehlikelidir.''

        ''8 yıl öncesine kadar, demokrasi dışı odaklardan, özellikle çetelerden ve mafyadan talimatalarak manşet atan, yazı yazan bazı basın-yayın organları, bugün tamamen özgür ve serbestbiçimde yayınlarını sürdürmektedir.''

        ''Bazı tutuklama ve gözaltıların, Avrupa'da basın özgürlüğüne müdahale olarak algılandığınıbiliyoruz ama Avrupa'da, darbelere çanak tutan, darbeleri teşvik eden gazete ve gazetecilerinolmadığını da hatırlatmak isterim.''

        "SİZ TÜRKİYE'YE DE FRANSIZSINIZ"

        Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendisine dini azınlıkların korunması konusunda soru yönelten Fransız parlamentere, "Arkadaşımız Fransız mı? Ama Türkiye'ye de Fransız. Bizde böyle güzel bir söz var" dedi.

        Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Komisyonu Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kurulu'na hitap etti ve parlamenterlerin çeşitli konulardaki sorularını yanıtladı. Türkiye'nin Akdeniz'de ve Filistin'de oynaması gereken önemli rolün ne olduğuna ilişkin soruyu Başbakan Erdoğan, şöyle yanıtladı:

        ''Akdeniz Havzası'nda önemli bir potansiyele sahip, tarihi ve kültürel birliği olan ülkeler sebebiyle, burada dayanışma içerisinde olacağımız birinci derecede tabii ki Avrupa Konseyi Üyesi ülkelerle... İkinci derecede konsey üyesi olmayıp, değişik uluslararası kuruluşlarda birlikte olduğumuz ülkelerle, burada barışın bu havzaya egemen, hakim olaması için birlikte çalışmalar yapabiliriz. Nitekim bu son Kuzey Afrika olayları, gerek Ortadoğu olaylarında önce bu sorunların çözümünde birinci derecede buradaki komşu ülkelerin devreye girmek suretiyle, bu sıkıntıları aşmada aktif rol almaları gerekirdi. Bu uzun yıllardır yapılamadı, başarılamadı. Şimdi ise birinci derecede örneğin bir Libya'da BM'nin 1970 ve 1973 Sayılı kararıyla atılan adımı bu bölgenin ülkeleri birinci derecede aktif rol oynayarak üstlendiler. Bakınız bizim teklifimiz şu oldu; NATO burada görev üstlenmeli, bunun yanına Afrika Birliğini, Arap Ligini, İslam Konferansı Örgütü'nü, hatta Körfez İşbirliği Konseyi'ni almalıyız. Burayı bir Afganistan gibi veyahut da bir Irak gibi çözüm yoluna asla taşımamalıyız. Şu anda bu anlayışla biz Libya sorununa yönelik görevi üstlendik ve bu görev bilinciyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. NATO'nun bize verdiği görevler malumunuzdur. İnsani yardım konusunda bunun dağıtımını üstlenmiş durumdayız. Hava sahasının kontrolü noktasında görevimiz var. Aynı zamanda silah ambargosunu destekleme noktasındaki görevimiz yine Akdeniz'de özellikle devam ediyor. Burada da görev alanlarımız belli. Bu görev bilinciyle dayanışma içerisinde tüm Akdeniz ülkeleri olarak bir defa barışı hakim kılalım ki geleceği de barış üzerine tesis edelim diye düşünüyorum. Bundan sonrası de zaten ekonomidir, buradaki dayanışmamız da büyük ölçekte devam ediyor burada da herhangi bir sıkıntımız yok.

        Filistin'deki rol de yine aynı. Bölge ülkeleri olarak yine aynı şeyleri söylüyorum. Filistin de burada bölge ülkesidir. Aynı şekilde de bu ülkelerin rol almasını önemsiyorum. Türkiye olarak durumdan vazife çıkarmak gibi bir anlayışımız yok. Bize ancak burada 'Siz de rol alın' dendiği zaman biz oralarda bugüne kadar rol aldık. Şu anda yine bu şekilde bir sürecin içerisindeyiz, bundan sonra da yine aynı şekilde bu sürecin içerisinde rol almaya devam edeceğiz, devam ederiz.''

        ''DARBECİLERLE OLAN İLİŞKİLERİ SEBEBİYLE''

        ''Basın, ifade özgürlüğünden bahsettiniz, acaba yargıdaki bazı kurumlar ifade özgürlüğünü kısıtlama amaçlı kullanılıyor mu? Orhan Pamuk'un devlete karşı hiç bir eylemi olmamıştır. Aynı durumda olan başkaları da var ama onlar bugün cezalandırılıyorlar ve ifade özgürlüğü sınırlandırılıyor'' şeklindeki sözler üzerine Başbakan Erdoğan, şu yanıtı verdi:

        ''Pamuk'un kitabıyla alakalı olan... Tabii bir suç duyurusunda bulunulmuştur. Yargıya bir suç duyurusunda bulunulduğunda yargı bu suç duyurusunu değerlendirmek durumundadır. Değerlendirilmiştir ve iş olumlu bir şekilde de sonuçlanmış bitmiştir. Diğerlerine gelince, değerleriyle ilgili süreç, konuşmamda da ifade ettiğim gibi dikkat edilirse yazılarından, düşüncelerinden dolayı değil, çeşitli suç örgütleriyle terör örgütleriyle olan ilişkileri ve darbecilerle olan ilişkileri sebebiyle bir yargı süreci söz konusudur. Bunlar yargı tarafından belgelendiği için yürütmeye böyle bir görev verilmiştir ve yürütmenin bu noktada biliyorsunuz herhangi bir adım atması söz konusu değildir. Yargı, bağımsızlığına dayalı olarak kalkıp yürütmeden bu talepte bulunmuştur. Böyle bir görevi yüklemiştir ve bunun gereği yapılmıştır. Şu anda ise tutukluk süreci içerisinde daha değişik belgelerin, bilgilerin ortaya çıktığını biz tabii ancak yargının zaman zaman yapığı açıklamalarda duyuyoruz. Yine medyaya yansıyan bazı bilgileri almak suretiyle öğreniyoruz. Temenni ediyorum ki bu tür şeyler çıkmasın bir an önce bunlar da neticelensin ancak şunu söyleyebilirim; uzun süreli tutukluluk noktasında da rahatsızlığımız vardır. Bunlar ne kadar süratle neticelendirilirse bizlerde o kadar mutlu oluruz, memnun oluruz.''

        Bir parlamenterin ''Kadın teşkilatına değindiniz ama heyetinizde hiç kadın olmadığını tespit ediyorum. Umarım gelecek sefer heyetinizde kadınlar da olur. Basın özgürlüğünün önemini vurguladınız. (İmamın Ordusu) kitabı sansüre uğradı ve Ahmet Şık isimli gazeteci tutuklandı. Bunun sebebini bize açıklar mısınız? Yayından önce önce yapılan sansürün ve yazarının tutuklanmasının sebebini açıklar mısınız?'' sorusu üzerine Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:

        ''Öncelikle alkışlayanlara çok teşekkür ediyorum. Çünkü bizi alkışlıyorlar, sağ olsunlar. Bir diğeri heyetimizde bayan arkadaşlarım burada. Ben bugün buraya sadece şahsım ve iki bakan arkadaşımla geldim. Bayan milletvekili arkadaşlarım da konsey üyesi olarak buradalar. Bir şey çok önemli... Dedim ya önyargılardan arındırılmış bir yapı çok çok önemli. Az önce sorduğunuz kitapla ilgili, bu kitapları toplatan ben değilim. Bu basılmamış kitapla ilgili bu tutuklanan medya mensuplarının belge, bilgileri değimiz olay var ya, işte bu belge ve bilgiler ardından neyin geldiğini gösteriyor ki yargı, yürütmeye 'burada şöyle bir hazırlık var, hemen siz bu hazırlığın üzerine gidin' diyor ve o hazırlığın üzerine gidildiğinde ortaya bu çıkıyor.

        Bombayı kullanmak suçtur ama bombanın hazırlanmasındaki malzemeleri kullanmak da suçtur. Diyelim ki bir yerde bombanın kullanılmasında ne varsa, fitilinden ta diğer maddelerine varıncaya kadar ne varsa bunun ihbarı gelmişse, güvenlik güçleri gidip bunları toplamaz mı, almaz mı? Çünkü bu da bir suç teşkil etmektedir. Gider onları alır. Burada da eğer daha önce gelmiş belgeler ve bilgiler içerisinde bu tür hazırlıkların olduğu varsa, yargı da bununla ilgili kararını vermiştir ve güvenlik güçlerimizden 'şu adreste böyle bir hazırlık vardır, gidin bu hazırlığı alın gelin' demiştir. Bu hazırlık daha sonra internet sitelerine kitap olarak adeta girmiştir ve internet sitelerinde de bunun içinde neler olduğu ortadadır. Bu gerçekleri herhalde görmek isabetli olacaktır diye düşünüyorum. Bu, yürütmenin yapmış olduğu bir eylem değil, yargının almış olduğu bir karardır. Burada şunu söylemek zorundayım, hep işimize geldiğinde bağımsız yargıdan bahsediyoruz, bağımsız yargıyı her yerde savunuyoruz ama Türkiye'ye gelince, Türkiye'de bağımsız yargı istemiyorsunuz. Ya? Yürütmeye bağımlı bir yargı istiyorsunuz. Kusura bakmayın yürütmeye bağımlı bir yargı yok. Bağımsız bir yargı var, bağımsız yargı da görevini yerine getiriyor. Olayın aslı budur.''

        ''ÜLKEMİZE YENİ SIKINTILAR YAŞATMAK İSTEMİYORUZ''

        Başbakan Erdoğan, başka bir parlamenterin ''Ben Avrupa solundanım. Sizi kutlamak istiyorum, Türk hükümetinin hem Türkiye'de hem de uluslararası platformda yaptıklarından dolayı. Demokratik değişimden yana olduğunuzu söylediniz. Ancak buna saygılıysanız neden Türkiye'deki seçim yasasındaki yüzde 10'luk barajı indiremediniz?'' şeklindeki sorusuna karşılık şu yanıtı verdi:

        ''Önce ben de size çok teşekkür ediyorum. Benim savıma, tezime katılmayabilirsiniz. Ben sizin tezime katılmanızı zaten beklemiyorum ama buna saygı duyarım. Ben şiir okuduğum için hapse girmiş bir liderim. 4 ay gittim hapiste yattım. Çıktım ondan sonra partimizi kurduk ve seçim kazandık. 8,5 yıldır da halkımın büyük teveccühü ile iktidardayız. Bunun en güzel değerlendirmesini halk yapıyor. Halkım bu değerlendirmeyi bu şekilde yaptığına göre demek ki burada bir incelik var. Yüzde 10 barajını koyan benim partim değil, biz de yüzde 10 barajıyla geldik. Biz geldiğimizde bu baraj vardı. Partimizi kurduk ve 16 ay sonra da iktidar olduk. Bu bir gerçeği gösteriyor, bu kadar kısa zamanda böyle bir parti yüzde 10 barajına rağmen nasıl oldu da Türkiye'de iktidar oldu?

        Biz sol kanatta ve sağ kanatta veya uçlarda kalmadık. Biz Türkiye'de merkez siyaset yaptık ve halkımızın tamamını kucakladık. Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Gürcüsüyle, Abhazasıyla, Romanıyla hepsini kucakladık. Ama bakın ben şu anda Fransa'da Romanların buradan ihraç edildiğini, kovulduğunu görüyorum. Demokrasi bu mu? Fransa'da şu anda kişisel inanç özgürlüklerine saygının olmadığını görüyorum. İnanç özgürlüğü bu mu? Türkiye'yi bu noktada yargılama gayreti içerisine girenler, önce kendilerine bir baksınlar, kendilerini önce bir değerlendirsinler. Ondan sonra da bizi yargılasınlar.

        Yüzde 10 barajını indirmek veya indirmemek demokrasi ile ilintili bir konu değildir. Şu anda Avrupa'da yüzde 8, yüzde 7 barajı da var, olabilir. Ama biz ülkemizin istikrarı için, güveni için böyle bir adımı devam ettirme kararı almışız. Halkımızda da bunun karşılığı var. Çünkü bizden önce tek başına iktidarların olduğu dönemde Türkiye'nin çıtası hep yükselmiş, koalisyon hükümetlerinin olduğu dönemlerde de hep gerileme dönemi başlamıştır. Biz şu anda bir yükselişin içerisindeyiz. Ülkemize yeni sıkıntılar yaşatmak istemiyoruz. Yeri geldiği zaman bu barajın biraz düşürülmesi gerekirse onu da yine halkımızla müzakeresini yaparız ama onu size soracak değiliz. Halkımızla müzakeresini yaparız, halkımızla da kararını veririz. Halkımız bize 'indirin' diyorsa indiririz. Halkımız bize 'böyle devam edin' diyorsa böyle devam ederiz. Kararını verecek olan 74 milyonluk Türkiye'dir. Bu bakımdan değerlendirmenizi istiyoruz. Çünkü biz şu anda geldiğimiz yerlere kolay gelmedik, bunun çok bedelini ödedik, yeni bedeller de ödemek istemiyoruz. En ileri demokrasiyi de Türkiye yakalıyor. Örnek bir ülke olma mücadelesini de sürdürüyor. Parti ise bizde parti var, seçimse en geniş anlamda seçim var. Biz de hiçbir partiye yasak yok, isteyen istediği zaman istediği gibi partisini kuruyor. İstediği gibi seçimlere giriyor ama bir etnik parti değiliz, bölgesel parti değiliz. Ülkemizin tamamında varız, tüm insanlarına hitap ediyoruz. Bu şekilde de mücadelemizi tamamıyla bir kriterler içinde sürdürüyoruz.''

        ''ARKADAŞIMIZ FRANSIZ MI?''

        Başka bir parlamenterin ''Bütün dini azınlıkların eşit olarak ibadet yerlerine erişim haklarının, dinlerini ifade etme haklarını yaşayabilmeleri için bize nasıl bir güvence getirebilirsiniz?'' sorusuna karşılık Başbakan Erdoğan'ın esprili şekilde ''Sizi ben Türkiye'ye davet etmek isterim. Türkiye'yi yakından takip etmiyorsunuz. Duyduklarınızla hareket ediyorsunuz. Zannediyorum, arkadaşımız Fransız mı? Ama Türkiye'ye de Fransız... Biz de böyle güzel bir söz var: Türkiye'ye çok Fransızsınız'' ifadelerini kullanması, Genel Kurul'da gülüşmelere neden oldu. Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

        ''Ortodoks Patriği seçilmesi Lozan Anlaşmasına göre Sensinot Meclisi'nde yapılır. Sensinot Meclisi, Lozan Anlaşması'na göre TC vatandaşı olmak durumundadır. TC vatandaşı olmadığı halde şu andaki Ortodoks Patriğinin seçimine biz göz yumduk. Ben bundan önceki Başbakan değerli dostum Karamanlis'e şunu söyledim: 'Söyleyin, müracaat etsinler. Vatandaşlığa alalım, Lozan'ı çiğniyorlar, Lozan'ı çiğnetmeyelim.' O dönem olmadı. Şimdi değerli dostum Yorgo'ya da aynı şeyi söyledim, 'Bunları vatandaşlığa alalım, bu işi meşrulaştıralım.' Daha sonra bunu Patriğe de söyledim. 'Lütfen müracaat etsinler, bunları vatandaşımız yapalım.' Sonunda müracaat ettiler, şu anda bizim vatandaşımız durumundalar.

        Bununla kalmadık. Dediler ki 'Sümela Manastırı'nda ayin yapmak istiyoruz.' 'Hay hay' dedim. Geçen yıl Sümela Manastırı'nda gittiler Sayın Patrik, tüm heyetiyle beraber, yaklaşık 3 bin kişi filan orada ayinlerini yaptılar. Aynı şekilde Tarsus'ta Alman dostlarımız bizden ricada bulundular. 'Her yıl burada ayinlerinizi yapabilirsiniz' dedik. Onların bu şekilde önünü açtık, onlar orada ayinlerini yapıyorlar. Aynı şekilde Van'da Ermeni Ortodoks Kilisesi yıkılmak üzereydi. O kiliseyi kendi kasamızdan restorasyonunu yaptırmak suretiyle orayı da ibadete açtık. Daha başka örnek vereyim mi? Ülkemizde bulunan ne kadar farklı dini azınlık varsa hepsinin ibadetini yapma noktasında garantisi benim, sigortası benim. Hepsi ibadetini rahatlıkla yapar. Onların sigortası durumundayız. Bizim iktidarımız bunu başarmıştır. Kimse bu noktada 'biz ibaretimizi yapamıyor durumdayız' diyemez. Eğer derse, hakikaten bize karşı bu saygısızlık olur. Kim diyorsa haberim olsun, bizzat ilgileneceğim, bizzat takip edeceğim. Bu kadar açık konuşuyorum.''

        Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye ve Ermenistan arasında imzalanan protokole ilişkin, ''Sınırın kapalı tutulması veya açılması konusuyla ilgili olarak Ermenistan halkının hak ve hukukunu koruma noktasında bizim kendi taahhütlerimiz var. Ve biz dost, kardeş Azerbaycan halkının hakkını ve hukukunu da Ermenistan'a yediremeyiz bu kadar açık konuşuyorum. Protokolde zaten hedeflenen de budur'' dedi.

        Erdoğan, Avrupa Komisyonu Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kurulu'na hitap etti ve parlamenterlerin çeşitli konulardaki sorularını yanıtladı.

        Başbakan Erdoğan, ''Türkiye Ermenistan'la protokol imzaladı. İmzanızın anlamı nedir? Eğer sınırların açılmasını doğrudan Yukarı Karabağ ihtilafının çözülmesine bağlarsanız bu protokol ne işe yarar? Bu sınırın açılmaması sizi taraf haline getirmiyor mu? Kars'taki, halklar arasındaki dostluğu simgeleyen bazı anıtların kaldırılmasını nasıl açıklıyorsunuz?'' sorusunu yanıtlarken de şunları kaydetti:

        ''Şimdi bir defa sınırın kapalı tutulması veya açılması konusuyla ilgili olarak biz burada Ermenistan halkının hak ve hukukunu koruma noktasında bizim kendi taahhütlerimiz var. Ve biz dost, kardeş Azerbaycan halkının hakkını ve hukukunu da Ermenistan'a yediremeyiz bu kadar açık konuşuyorum. Protokolde zaten hedeflenen de budur. Önce bu adımların atılması lazım, bu adımlar atıldığı anda da biz kapıları açmaya hazırız. Onun için Minsk üçlüsünü biz sürekli olarak hep göreve davet ettik. Minsk üçlüsü bu görevini yerine getirsin. Ve onlar bu görevi, Amerika, Rusya, Fransa, yerine getirdiği anda çözüme ulaşırız. Ama onlar bu görevi yerine getirmediği takdirde tabii ki bu süreç zorlaşıyor.

        Şu anda benim ülkemde 70 bin civarında Ermeni vatandaşım var. Ama bunların yanında vatandaş olmayan 40 bin civarında da Ermeni var. Biz bunları ülkemizden Ermenistan'a geri göndermiyoruz. Bunları ülkemizde şu anda tutuyoruz. İstesek gönderebiliriz. Niye? Çünkü imkansızlıkları sebebiyle bizim ülkemize geldiler. Ve şu anda ülkemizdeler. Öyle zannediyorum ki belki bunları da bilmiyorsunuz. Bunları da bilmenizi istiyorum. Ve biz protokolü yaparken buradaki soruna çözüm bulmak için bu adımı attık. Ama bende görüşmelerin belli noktasına katıldım, fakat bakıyorum ki Ermenistan yönetimi bu noktada diasporaya karşı çok ciddi bir ürkeklik içerisinde. Bizim ise kimseden bir ürkekliğimiz söz konusu değil. Eğer Ermenistan yönetimi Ermeni diasporasına karşı bu ürkekliğini atabilirse öyle zannediyorum ki bu işi çözmek daha kolay olacaktır. Bu yapıldığı zaman hemen kapılar da açılır, çözümler çok daha süratle gelişebilir. Yoksa bizim Ermenistan'a karşı kin ve nefret gibi bir şeyimiz, duygumuz söz konusu değildir. Bunu da hatırlatmak isterim.''

        ''KÜLTÜREL ASİMİLASYON BİR İNSANLIK SUÇU''

        Erdoğan, kültürel asimilasyon ve entegrasyon konularına nasıl baktığına yönelik soruyu yanıtlarken de ''Kültürel noktada asimilasyona kesinlikle karşıyım ve bunu bir insanlık suçu olarak görüyorum'' dedi. Ancak entegrasyonun kesinlikle olması gerektiğini belirten Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

        ''Ben kendi vatandaşlarıma şunu söylüyorum, dün akşam da Fransa'da yaşayan vatandaşlarıma şunu söyledim; Fransa'da bir defa entegrasyonu sağlamalısınız. Entegrasyon noktasında en ufak bir sıkıntı olmamalı hem Fransız halkı açısından hem de sizin buradaki yaşam koşullarınız açısından. Bu Almanya'daki vatandaşlarımız için de aynı. Orada bizim 2 milyon 700 bin vatandaşımız var. Entegrasyon noktasında hep teşvik ediyoruz, ben de, bakan arkadaşlarım da, milletvekili arkadaşlarım da. Ama kültürel noktada asimilasyona gelince onun karşısındayız. Ne biz kendi ülkemizdeki farklı ülkelerin veya farklı dinlerin, farklı milletlerin insanlarını asimile etmeye çalışırız ne de kendi insanımızın farklı ülkelerde asimile edilmesi çalışmalarına sıcak bakarız. Bunu yanlış buluyoruz.''

        ''DAHA KÖKLÜ BİR ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ''

        Başbakan Erdoğan, ''Ülkenizin bölgedeki güçlü etkisini ve Avrupa Birliği adaylığını da dikkate alarak, acaba biraz daha açıklar mısınız, Türkiye kendi başına ve başkalarıyla işbirliği içinde Ortadoğu'da demokrasiyi hangi adımlarla gerçekleştirecektir?'' sorusu üzerine, demokrasinin biraz daha kurumlar bazında güncellenmesini savunan bir kişi olduğunu hatırlattı. Erdoğan, şunları kaydetti:

        ''Son referandum olayıyla 12 Eylül 2010, biz bir söylemi öne çıkardık, bu da ileri demokrasi söylemiydi. İleri demokrasi için de Türkiye atılması gereken adımları önce 26 maddede yapmış olduğu anayasa değişikliği ile atmış bulunuyor. Fakat bu yeterli değil. Şimdi 12 Haziran'da bizde genel seçimler var, bu genel seçimlerden sonra daha köklü bir anayasa değişikliği ile bir sürecin içerisine gireceğiz. Ve bu sürecin içerisinde bir şeyi özellikle vurguluyoruz, o da şudur; demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti içerisinde özellikle etnik ayrımcılığa kesinlikle yer verilmemesi, bölgesel ayrımcılığa asla yer verilmemesi, dinsel ayrımcılığa, ki bunları biz kırmızı çizgilerimiz olarak görüyoruz. Etnik milliyetçiliğe karşıyız, bölgesel milliyetçiliğe karşıyız, dinsel milliyetçiliğe karşıyız. Dönemimizde, şu 8, 8.5 yıllık iktidarımızda bunu gerçekleştirmenin de mutluluğu içerisindeyiz. Türkiye bu değişimi bu dönüşümü yaşıyor.

        Tabii bölgede bir çok ülkeler artık bizimle farklı iletişim içerisine girdiler. 'Siz bunu nasıl gerçekleştirdiniz, bu kurumsallaşmayı nasıl yaptınız?', özellikle 'AK Parti modeli nedir, bunu bize anlatır mısınız?' ve bunun için bizden gelip eğitim alanlar var. Biz kendilerine bu süreç içerisinde parti çalışmalarımıza yönelik eğitimler veriyoruz. Çünkü AK Parti olarak bölgede sadece ana kademesiyle değil, kadın kollarıyla, gençlik kollarıyla örgütlenmesini 780 bin kilometrekarelik vatan topraklarında gerçekleştirmiş bir partiyiz. Yani kapalı toplum anlayışıyla çalışan bir siyaset değil, açık toplum ve 780 bin kilometrekareye hitap eden ve bunu sadece televizyon ekranlarında veya yazılı medyada yapan bir anlayış değil, yüz yüze yapan ki ben bir genel başkan olarak, bir başbakan olarak ülkemin dört bir yanını tek tek, en az gittiğim ile iki kez, üç kez gitmişimdir. Gidip oralarda ilçeleri dolaşan, dolaşabilen, halkının arasında bulunan bir liderim. Böyle yürüttüm, bundan sonra da aynı şekilde bunu yürütmeye devam edeceğiz. Şimdi bu seçimlere girerken de aynı anlayışla giriyoruz.''

        ''DAYANIŞMA İÇERİSİNDE OLMAMIZ GEREKEN ÜLKELER VAR''

        ''Şehirlerimizi marka şehirler haline getirmek için kentsel dönüşüm değişimleri yaparken insanımızı öne çıkaran devleti arka plana alan bir anlayışla bu süreci işletirken eğitimi, sağlığı, adaleti, emniyeti öncelikli adımlarımız olarak gördük'' diyen Erdoğan, şunları kaydetti:

        ''Bu süreçte de gerek Ortadoğu ülkeleriyle gerek Balkanlar'da bu adımları atıp tabii ki dayanışma içerisinde olmamız gereken ülkeler var. Onlarla da bu dayanışmaları zaman zaman gerçekleştiriyoruz. Bu konuda da herhangi bir kesinlikle ön yargımız yok. Yeri geldiğinde Amerika'yla yeri geldiğinde Rusya'yla yeri geldiğinde İngiltere'siyle, Hollanda'sıyla aklınıza ne gelirse Ortadoğu'da Suudi Arabistan'ıyla, Körfez ülkeleriyle hepsiyle bu tür görüşmeleri yapabilen bir ülke konumundayız. Bundan sonra ki süreçte de bu aynı birliktelik içerisinde bölge barışına, dünya barışına katkıda bulunmanın gayreti içerisinde olacağız.''

        AKPM GÖRÜŞMELERİ

        Başbakan Erdoğan, AK Genel Sekreteri Jagland ile görüştü

        Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İslam, laiklik ve demokrasiyi gayet birbiriyle hazımlı bir şekilde yaşayan bir ülke olarak, Ortadoğu, Kuzey Afrika'da ve Balkanlardan gelen taleplere cevap vermenin sorumluluğu içerisinde olduklarını söyledi.

        Başbakan Erdoğan, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jaglan'la görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, görüşmede İslam, laiklik ve demokrasiyi gayet birbiriyle hazımlı bir şekilde yaşayan bir ülke olarak bunu nasıl gerçekleştirdiğini ele aldıklarını söyledi. Erdoğan, "Şu anda sadece Ortadoğu'da değil, Kuzey Afrika'da ve Balkanlarda da ortaya koymanın ve taleplere bu noktada cevap vermenin sorumluluğu içerisindeyiz." dedi.

        Görüşmede Tunus, Mısır, Libya, Cezayir, Fas ve Yemen'deki gelişmeleri ele aldıklarını belirten Erdoğan, "Özellikle Libya'daki son gelişmeler kaygı verici." dedi.

        Güçlü bir AKPM'nin işlevini çok önemsediklerini belirten Erdoğan, "Bugüne kadar üzerimize düşeni nasıl yerine getirdiysek bundan sonra da getireceğiz." ifadelerini kullandı.

        Erdoğan, "Kişisel hak ve özgürlüklerin, demokrasinin egemen olduğu bir dünya özlemimizdir. Bunun için de sadece elimizi taşın altında koymak yetmiyor. Vücudumuzu taşın altına koymuş bir yönetimiz." şeklinde konuştu.

        Başbakan Erdoğan, AKPM Başkanı Çavuşoğlu ile görüştü

        Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'ne (AKPM) geldi.

        AKPM Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmesinin ardından kısa bir açıklama yapan Erdoğan, görüşmede Avrupa ve Balkanların yanı sıra Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki gelişmeleri değerlendirme fırsatı bulduklarını söyledi.

        Başbakan Erdoğan, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'nun çok çok sıkıntılı bir sürecin içinden geçtiğini belirterek, Avrupa Konseyi üyesi ülkelere önemli görevler düştüğünü ifade etti. Erdoğan, "Barışa inanmış ülkeler olarak, liderler olarak buralardaki katkımız çok çok önemli. Türkiye olarak bunun gayreti içerisindeyiz. Medeniyetler İttifakı'nı bundan dolayı çok ama çok önemsiyoruz." şeklinde konuştu.

        Erdoğan, dün AKPM'de 'kültürler arası diyaloga dinin rolü' başlıklı oturumun bu açıdan önemli olduğunu dile getirdi.

        AJANSLAR

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ