Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Muzaffer İzgü’nün ışığı!

        Kızımla oğlumu o büyüttü. Hikâyelerini okudum Liyan’a, sonra Miro geldi, Liyan’ın bıraktığı yerden o başladı. Masalları iki çocuğumun umudu oldu... Cumartesi günü ölüm haberini aldığımda, benden çok Liyan üzüldü ölümüne, zira ikimizin ona dair bir hikâyesi vardı

        Geçen sene yolum İzmir’e düşmüşken, ortak bir dostumuz aracılığıyla aramak istedim, telefondaki sesi çok kederliydi. “Işığımı yitirdim Muhsin, karım öldü. 60 senedir ilk defa yalnız kalıyorum” dedi.

        Karısının ölümünden sonra hiçbir şey yazmadı. Belli ki ilham da ışıkla beraber alıp başını gitti.

        Beni büyüten yazarlardan değildi ama kızımla oğlumu o büyüttü. Onun hikayelerini okudum Liyan’a, sonra Miro geldi, Liyan’ın bıraktığı yerden o başladı.

        Masalları iki çocuğumun da umudu oldu... Cumartesi günü ölüm haberini aldığımda, benden çok Liyan üzüldü ölümüne, zira ikimizin ona dair bir hikayesi vardı.

        Geçen sene bir çocuk masalı yazmaya başladım. Masalımın kahramanı kızımın yaşında bir kız çocuğudur, kitapların dünyasında kayboluyor ve okuduğu masal kahramanlarının dünyasında teker teker hepsiyle karşılaşıyor. Yolunu yitirmiş bir masal kahramanının yoluna tesadüfe bakın ki, o güzel masalların en güzellerini yazmış olan Muzaffer İzgü çıkıyor.

        Çaresiz kalmış çocuk, kaybettiği babasıyla karşılaşmış gibi seviniyor Muzaffer dedesini görünce. Bir kafeteryaya oturuyorlar, kız ona hikayeler anlatıyor o da kıza kendi çocukluğunu...

        O anlattıkça çocuk büyümeye başlıyor.

        Çok yoksul bir ailede büyüdü. Babası, Adana’da, sokakta ıspanak satar, bakardı onlara. Dört kardeşi vardı ve tek göz bir gecekonduda yaşıyorlardı. Çocukluğuna ait en çok aklında kalan şey, kesif bir üşümedir. Hep üşüdü. Dört kardeş yan yana serili yataklarda yatardı, iki yorganları vardı, bir de kedileri, Adı Tekir’di. En çok üşüyeni hangisiyse o gece, annesi Tekir’i onun üzerine bırakır, kedi orada uyur, onu da ısıtırdı.

        Yaşlı bir komşuları vardı, adı Münevver Abla’ydı. İlk yazdığı şey, işte bu kimi kimsesi olmayan, tek başına yaşayan bu yaşlı Münevver Abla’ya yazdığı bir mektuptu. Birinci sınıftaydı, okuma yazma bilmiyordu daha. Münevver Abla bitişikteki gecekondu gibi bir yerde oturuyordu. Postacı ne zaman gelse dışarı çıkar, ‘Postacı evladım, bana mektup var mı?’ diye sorar, postacı homurdanır giderdi. Her gün sorardı böyle. Annesine, ‘Anne Münevver Abla’ya niye mektup gelmiyor?’ diye sordu. ‘Onun kimi kimsesi yok’ dedi annesi. O da bir üzüldü ki... Kafasına koydu, okuma yazmayı öğrenince bu Münevver Abla’ya bir mektup yazacaktı. Erken öğrendi okuma-yazmayı da. Bir beyaz kağıt, bir de beyaz zarf aldı, bir mektup yazdı. Yazdıkları ölünceye kadar aklından çıkmadı: “Münevver Hanım, bahar geldi, papatyalar açtı, gelincikler çıktı, köpekler havlıyor, kuşlar ötüyor, kediler miyavlıyor, eşekler anırıyor, hepsi ellerinden öpüyor.”

        Devrisi gün postaneye gitti. “Ne zaman alır mektubu?” diye sordu. “Yarın öğleden sonra alır” dediler. Öbür gün pencerenin önünde postacıyı bekledi. Postacı bir göründü, yüreği güm güm attı, sanki yerinden çıkacak. Münevver Abla yine çıktı, “Postacı evladım bana mektup var mı?” diye sordu. Postacı mektubu uzattı, Münevver Abla şaştı kaldı. Hemen arkasından bağıra bağıra onu çağırdı, “Muzaffeeer koş, bana mektup geldi!” diye. Okuma yazma bilmiyordu o. Koştu, okudu mektubu. Münevver Abla ona sarıldı, öptü, mektubu öptü , koynuna koydu ve inanır mısınız üç ay sonra öldü. Annesi de gitti cenazeyi yıkamaya. Gelince “Oğlum” dedi “Münevver Abla’nın koynundan bir mektup çıktı, senin yazıya benziyor” dedi.

        Annesi tanımış oğlunun yazısını, bu onun ilk yazısıdır.

        İlkokul dördünce sınıftaydı. Öğretmeni “Yaprakla ilgili bir şey yazın” dedi onlara. O da yazdı. İşte, yaprak düşüyor, sonra bağırıyor “Annee, babaa, kardeşlerim ben yalnız kaldım, nereye gideceğim şimdi?” diye. Sonra aşağı bakıyor su, “Ben buradan ırmaklara karışırım, denizlere giderim, balıklarla yarışırım” filan diyor. Konusu özgürlüktü yani. Öğretmeni çok beğendi o yazıyı, “Muzaffer, bunu temize çek, duvar gazetesine koyalım” dedi. Eve koştu, babasını getirdi okula. Baba geldi, okudu yazıyı, eğilip iki bileğini tuttu, böyle gözü buğulanmış gibi, “Sen yazar mı olacaksın Muzaffer?” diye sordu, “Evet baba” dedi.

        Ve yazar oldu!

        Cumartesi günü de “yitirdiği ışığa” kavuştu.

        Nur içinde yatsın!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ