Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Münir Özkul'un hayatının gizli yüzü! Münir Özkul kimdir?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Öğretmenlerimizde 'Mahmut Hoca'nın özelliklerini aradık, her birini onunla kıyasladık.

        'Yaşar Usta'nın nutuğunu ağzımız açık, gözümüz yaşlı dinledik.

        'Rıza'da babamızın yansımasını gördük.

        Pazar satıcılarını 'Derviş' ile turşuyu ise 'Kazım Efendi' ile özdeşleştirdik.

        Canlandırdığı bütün karakterlere hayran kaldık, bizden biri gibi görüp evimizin bir üyesi olarak kabul ettik.

        Münir Özkul...

        2018'de 93 yaşındayken Türk sinemasının efsanesi, 5 kuşağı da aynı hisle etkileyen biri olarak aramızdan ayrılan Münir Özkul, 5 Ocak'ta vefatının 4'üncü yılında anılacak.

        Işıltılı bir kariyer, milyonlarca seven, geniş bir nüfuz, kadim dostlar ve birçok yaren... Bunlar Münir Özkul'un hayatının aydınlık yüzüydü.

        Gel gör ki hayatının özlemler, ukdeler ve pişmanlıkların oluşturduğu huzursuzluk ile geçim sıkıntısıyla bezeli gizli yüzü de vardı.

        'Haftanın Portresi'nde Münir Özkul'un hayatının hepimizin bildiği aydınlık yüzünde olanların yanı sıra görülmeyen / görülemeyen gizli yüzünde neler olduğunu okuyacaksınız.

        * Onca filmde ve tiyatro oyununda rol almasına rağmen neden geçim sıkıntısı yaşadığını, evini 'jübile' başlığı altında düzenlenen yardım gecesinde elde edilen gelirle 70 yaşında aldığını...

        * Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne 13 kez girip çıktığını...

        * Huzursuzluğunun kaynağının inançsızlık olduğunun farkına varıp iman ettiğini...

        15 Ağustos 1925'te doğan Münir Özkul, 15 yaşına kadar dedesi gibi paşa olması adına yetiştirildi.

        15 yaşında tiyatroya merak salınca, paşa olma fikrinden uzaklaşması, anne ve babasını çok üzse de kararından vazgeçmedi.

        Annesinin ve babasının başarılarını görememesi Münir Özkul'un içinde hep ukde kaldı.

        Öyle ki bu durum ileri yaşlarda zaman zaman bunalımlara girmesine neden oldu.

        EFSANEVİ ARZU FİLMİ KURDURDU

        1949'da Münir Özkul, çocukluk arkadaşı Sırrı Gültekin'in yönetmen yardımcısı olduğu 'Vatan ve Namık Kemal' adlı filmin setine gitti.

        Filmin yönetmenleri; Cahide Sonku, Münir Hayri Egeli ve Talat Artemel.

        O gün figüranlardan biri sete gelmeyince Sırrı Gültekin'in bir üniforma giydirip kameranın karşısına geçirdiği Münir Özkul'un sinema kariyeri 'Soldan sekizinci asker' rolüyle başladı. Hem arkadaşının ricasını kırmamak hem de hoş bir anı olacağı düşüncesiyle başladığı sinema kariyerinde izleyicilerin nazarında özel bir yere sahip olacağından henüz haberi yoktu.

        Münir Özkul'un o özel yere sahip olmasında şüphesiz Ertem Eğilmez'in büyük payı bulunuyor. O Eğilmez ki Münir Özkul'un o günkü dost tavsiyesiyle çıktığı yolda Türk sinemasının efsane filmlerine imza attı.

        Ertem Eğilmez, önce tıp sonra da iktisat okudu. Öğrencilik hayatının sonrasında giriştiği 18 farklı işte başarılı olamayarak sermayeyi kediye yükledi.

        Battığı işlerden biri Tef Dergisi'nin yayımcılığıydı.

        Her ne kadar iflas etmiş olsa da bu dergi, Ertem Eğilmez'in kaderini değiştirirken Türk sinemasının temel direklerinden biri oldu. Çünkü Eğilmez, Münir Özkul ile Tef Dergisi'nin yayımcılığını yaptığı sırada tanıştı.

        Ertem Eğilmez ile Münir Özkul, bir gün yolda yürürken karşılarına bir film seti çıkar. Eğilmez der ki; "Ne güzel bir iş bu. Adam, rayın üzerinde gelip gidiyor. Böyle keyifli işi ben de yapacağım."

        Ertem Eğilmez, cidden de dediğini yaparak kısa bir süre sonra Efe Film'i kurdu. Münir Özkul'a da "Senin tanıdıkların vardır. Birkaç oyuncu bul da film çekelim" dedi. Eğilmez, Özkul'un aracılığıyla kadrosu kurulan filmlerle sinema kariyerine başladı.

        Ertem Eğilmez, yönetmeni ve yapımcısı olduğu 1966 yapımı 'Bir Millet Uyanıyor', tarihsel filmler dalında Altın Portakal kazansa da Efe Film'in kâr edememesi üzerine şirketi kapattı.

        Münir Özkul, bunun üzerine Ertem Eğilmez'e şunları söyledi; "Bak Ertem, bu iş böyle yürümez. Daha önce 18 tane meslekte batıp kaçtın. Bir iş bata bata öğrenilir. Bu kez kaçma, gel yeni bir şirket kur. Eminim başarılı olacaksın."

        Ertem Eğilmez, öngörülerine, deneyimine ve nüfuzuna oldukça güvendiği Münir Özkul'un tavsiyesine kulak asarak Arzu Film'i kurdu.

        O Arzu Film ki filmleri 5 kuşak tarafından defalarca izlenen, buna rağmen bıkılmayan, Türk sinemasının lokomotif şirketlerinden biri oldu.

        GEÇİNEBİLMEK İÇİN BABA YADİGARI TABLOYU SATTI

        Münir Özkul, özel oyuncu olarak seçkin bir konum elde etmesinde doğallığının zemininde yeşeren yeteneğini 5 adamdan edindiği öğretilerle harmanlamasının payı büyüktü.

        O 5 adam;

        * Muhsin Ertuğrul

        * Ferdi Tayfur (Yönetmen ve seslendirmen)

        * Haldun Dormen

        * Sadık Şendil

        * Şakir Eczacıbaşı

        Başarısını şu sözlerle dile getirmişti; "Sinemada da tiyatroda da yalnız duygularımla oynadım. Yaşadım da... Seyirciye olan yakınlığım oradan. Beni hep kendileri gibi gördüler. Seyirci zaten bunu istiyor; kendi gibi birini görmek, yaşamını onunla paylaşmak. Yaşamda da oyunculukta da yalnız duygularımın peşinden gittim. İnsan hep başka bir insanı oynuyor yaşamda da. Tiyatro ve sinema yaşamdaki oyunların daha arıtılmış şekli, günlük klişelerde arınmış şekli. İşte ben hep yaşamla sanatımı birleştirmeye çalıştım. Bildiğim tek oyunculuk yönü, yaşadığım gibi oynamak oldu."

        Münir Özkul, başarılıydı, Arzu Film'in yapımlarıyla şöhretini memleket çapında genişletti. 'Hababam Sınıfı' serilerinin 'Mahmut Hoca' karakteriyle efsanevi bir oyuncu haline geldi.

        Ne var ki hayatı 'Dışı seni, içi beni yakar' kıvamındaydı.

        Hayatı, başarısı ve şöhretiyle paralel sürmüyordu.

        1995 Adana Film Festivali...

        Onur ödüllerinin dağıtılacağı gün sinema salonunun sahnesinin önünde bekliyorum.

        Münir Özkul, 'Yaşam Boyu Onur Ödülü' almak üzere eşi Umman Hanım'ın kolunda salona girip sahne önündeki koltuklardan birine oturdu.

        Hemen Umman Hanım'a yaklaşıp "Münir Hocam ile biraz konuşabilir miyim?" dedim.

        Umman Hanım, "Şimdi olmasın, pek halsiz" diye cevap verdi.

        O sırada Münir Özkul, başını yana çevirip bana baktı. Ben de "Öpeyim hocam" diyerek eline uzanıp öptüm.

        Sohbet edemedim, röportaj yapamadım ama elini öpmek gerçekten bana ayrıcalıklı olduğumu hissettirmişti.

        Ne de olsa ülkedeki bütün hanelerde olduğu gibi bizim evin de özel bir parçası, ailemizin üyesiydi.

        Akşam olduğunda birkaç Yeşilçam oyuncusuyla sohbet ederken içlerinden biri konuyu yaşadıkları geçim sıkıntısına getirip Münir Özkul'u örnekledi; "Vay bizim halimize. Münir Ağabey, dakikalarca ayakta alkışlandı. Kimse bilmez ama ne derdi olduğunu. Nasıl bir geçim sıkıntısı yaşadığını."

        İçlerinden diğeri karşılık verdi; "Öyle öyle"...

        Oldukça şaşırıp sormuştum; "Sizler o kadar filmde rol aldınız. Keza Münir Özkul da öyle. Nasıl olur da geçim sıkıntısı yaşarsınız?"

        Cevap şuydu; "O kadar filmde rol aldık ama birikim yapacak kadar para kazanamadık."

        Ben "Kumar mı oynadınız, çapkınlık mı yaptınız, çok mu lüks yaşadınız" şeklindeki soruları birbiri ardına sıralayınca içlerinden biri "Bay Çalışkan, gazeteci tırnaklarını çıkardın ortaya. Beni tırmalamadan ben kalkayım" diyerek odasına çıktı.

        İçlerinden biri "Sen, bu meslekte daha yenisin. Daha nice Yeşilçam oyuncusunun hiç de sanıldığı gibi zengin olmadığını göreceksin" dedi.

        Nitekim görmem uzun sürmedi.

        Aynı yıl içinde Yeşilçam oyuncularının yaşadığı geçim sıkıntısını Aliye Rona'nın evine gittiğimde daha iyi kavrayabilmiştim.

        Keza Kadir Savun'un evine gittiğimde de...

        Yeşilçam oyuncularıyla yaptığım röportajlarda dünya rekoru ölçüsünde çok sayıda filmde rol almalarına rağmen birikim yapacak kadar para kazanamadıklarını, oyunculuk ücretleriyle ancak günü kurtarabildiklerini öğrenmek oldukça şaşırtıcıydı.

        Münir Özkul da günü kurtarabilecek kadar para kazananlardan.

        Hatta babasından kalan tek mal varlığı olan tabloyu satıp onun faizi ve emekli maaşıyla kıt kanaat geçiniyordu.

        Üstelik tabloyu satmak zorunda kaldığında kariyerinin altın yılını bile geçmişti.

        Öyle ki Münir Özkul, evini ancak 70 yaşında alabildi.

        1 Nisan 1996'da Atatürk Kültür Merkezi'nde jübile kıvamında bir gece düzenlendi. Cihangir'deki evini o organizasyonda elde edilen gelirle alabildi.

        2018'de evi Ferhan Şensoy'un aldığına dair çıkan söylentileri kızı Güner Özkul, şöyle yalanlamıştı; "Babam o evi 70 yaşındayken AKM'de düzenlenen jübile gecesinden elde edilen gelirle aldı. O dönem Kemal Sunal ve Müjdat Gezen babama 'Sen bu parayı harcarsın. Biz bunu bankaya yatırıp üzerine bloke koyduracağız. Ev bulduğunda paranı alırsın' demiş. O ev öyle alındı. Babam Ferhan Şensoy'un yanında çalışıyordu. Ferhan Ağabey, borçlarına yardım etmiştir mutlaka. Çünkü yufka yürekli bir adam ama ev aldığı iddiası asılsız. Babamın tedavi gördüğü hastaneler ücret almadı. Eski eşiyle ailesi yardım etti, ben ve eşim de elimizden geleni yaptık."

        Elbette içkiye olan düşkünlüğü ve parayı hiç önemsememesinin birikim yapamamasında önemli bir pay sahibi olduğunu düşünebiliriz ama ailelerimizin üyelerinden biri haline getirdiğimiz, Türk sinemasının temel direklerinden birinin geçim sıkıntısı yaşaması yine de tuhaf ve üzücüydü.

        O HASTANEYE 13 KEZ GİRİP ÇIKTI

        Münir Özkul, 13 kez Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne girip çıktı. Hani, halk arasında 'Deliler hastanesi' denilen hastane...

        İçkiyle harmanlanan duygusallığın patlama yaptığı zamanlarda dinginleşmek için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin kapısına dayanıp "Ben geldim" diyordu.

        Birkaç ay kalıp tekrar işinin başına dönüyordu.

        Işıltılı bir kariyere, büyük bir sevgiye ve saygıya mazhar olsa da röportajlarında söylediklerinden anladığımız kadarıyla yalnızlık çekiyordu. Ayrıca içinden bir türlü söküp atamadığı özlemleri, dertleri, ukdeleri vardı.

        Bir röportajında oyuncu olmasını istemeyen annesiyle babasına "Üzülmeyin, bakın ne kadar başarılı oldum" diyememiş olmaktan dolayı duyduğu üzüntüden söz etmişti. Belli ki annesiyle babasının yaşadığı üzüntü, yıllarca içini kemirmiş, duygusallığının da etkisiyle ruhsal bir yıkıma neden olmuştu.

        Durumu, bir seferinde şöyle izah etmişti; "Benim gibi toplumla güç anlaşan insanlara ilgi duyarım. Bunun en sivri ve en tipik örneklerine meyhanelerde, akıl hastanelerinde ve sanat çevrelerinde rastlanır. Onun için akıl ve ruh hastanelerine karşı daima sempati duymuşumdur. Akıl hastaneleri en özgür olduğum, her şeyi objektif görebildiğim tek yerdir. Orada rahata ererim. Kafam art arda gelen birçok problemi çözebilecek yapıda değildir. Orada bütün problemleri bir sıraya koyar ve çözümlerim. Hatta bir süre ziyaretçi bile kabul etmem."

        Haldun Taner, 1976'da yazdığı bir yazısında Münir Özkul'un bu durumunu şöyle yorumlamıştı; "Münir, geçirdiği rahatsızlıklar döneminde kendi şahsına dair birçok yeni şey öğrendi. Başkaları için maraz sayılan şizofreni eğiliminin bir aktör için verimli bir yanı olduğunu gördü. Münir aşırı, duygusal her aktör gibi zaman zaman umutsuzluk dönemlerine, depresyona girer."

        HİÇBİR ŞEY HUZUR VE DOYUM VERMİYORDU

        Herkesi kendisine hayran bırakan Münir Özkul, iş bitiminde başka bir kişiliğe bürünüyor, sanki ruhunu kirleten huzursuzluğu içkiyle yıkayıp temizlemek istiyordu.

        Yıllarca süren bu çabanın beyhude olduğunu anlaması sonucuda kendi ifadesiyle karanlık yıllardan çıkıp aydınlanma dönemine girdi. Huzursuzluğunun nedenini de bir röportajında 'İnançsızlık' olarak açıkladı; "Huzursuzluk, tek kelimeyle inançsızlıkta. Çünkü inanacak hiçbir şeyim yoktu. Ben o zamanlar bugün inandığım şeyleri inkar etmek istiyordum. Çünkü, yine o zamanlar bize şöyle telkinler yapılıyordu; 'Müspet kafalı olun. Görmediğiniz şeylere inanmayın. Herkesin kafası ve bilinci var. Bunun için de anlamadığınız şeye inanmayın.' Sonra ilkokul sıralarında da bu telkinleri destekleyen icraatlar yapıldı. Tam hatırlamıyorum, camiler mi kapatıldı, namaz mı yasaklandı, bir şeyler oldu yani... Ya da o zamanki biz gençlere mi öyle geldi bilemiyorum. Bütün bunların sonunda bizim kafamıza sokulan temel fikir şöyle oldu; 'Dindarlık ve inanç sahibi olmak gericiliktir. İnançsızlık ise ilericiliktir. Bu da ne demektir pek derinlemesine anlamamıştık ama içimizde beliren sonuç, yorum oldu. Bunun tesiriyle hepimiz yavaş yavaş o yönde ve anlayışta yetiştik. İçkiler, bunalımlar ve hayatım kapkaranlık... Hiçbir ışık ve ümit yok... Ne şöhret, ne para ne diğer zevkler hiçbiri beni ilgilendirmiyordu. Ulaştığım hiçbir şey, huzur ve doyum vermiyordu. Psikolojik ve şahsi etkenlerin de rolü olmakla beraber, hep devam eden bir kapkaranlık bunalım devresi... Ve müthiş bir boşluk... Sonradan eski yola dönmek isteyince, rüyalar görürüm, sesler duyarım. Hep böyle masalımsı bir hayat yaşarım. Zaten genelde de duygusal bir insanım. Babamla rüyamda konuşuyorum, filan... Şimdiyse aşırı bir şekilde dine hatta şekle dönmek geliyor içimden.... Çünkü her şeye rağmen bu yaşımda, o kadar kimsenin yapmayacağı dozda her zehirli şeyi kullandığım halde, vücuduma bir şey olamaması, hâlâ sağlam oluşu, Allah'ın bir lütfu gibi geliyor bana. Artık O'nun yolundayım, bir sene bu mesleği, her şeyi bırakmak ve sadece ibadet yapmak istiyorum. Diyecekler ki benim için "Biliyor musunuz, Münir gene oynatmış falan filan..." Anlayacağınız çevremden çekiniyorum. Desinler. Ben on küsur defa tımarhaneye girdim. Bunlar çok söylendi benim için. Korkunç bir raporumun da olduğunu söylemek istiyorum. Gerçi Ramazan'daki mübarek günlerden sonra bir sene inşallah, sadece düşünmek ve ibadet etmek ve çok mecbur olmadıkça çalışmamak istiyorum."

        Münir Özkul'un kendini iyi hissetmesinin baş etmeni, eşi Umman Hanım'ın da yoğun desteğiyle içkiyi bırakması oldu. Bu konuda şunları söylemişti; "İçkiye ilk defa 13 yaşında özenmeye başladım. Çocukluğumda kendime model olarak hep içki içen tipleri seçtim. Bunda ailemin bana gösterdiği tüm sevgiye rağmen mazbut bir aile çocuğu olmam için yapılan baskıların etkisi de olabilir. Alkol bende baskıları kaldırdığı gibi kendime karşı olan güvensizlik duygusunu da yener. Bir de insanlarla zor anlaşıyorum. İçki bu konuda da bana yardımcı olurdu. Dünyaya yeniden gelsem ne içki ne uyuşturucu madde hiçbirini kullanmam. Biliyorum ki hepsi insan sağlığı için çok zararlı şeyler."

        Jübile gecesinde "Aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu hoş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır durur sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perdeee!" diyen Münir Özkul'un gönüllerde açtığı perde hiç kapanmıyor.

        Haberi Hazırlayan: Mehmet Çalışkan
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ