Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Oyuncu Melike Güner, HABERTÜRK'ten Ekin Türkantos'a anlattı

        Ekin TÜRKANTOS/ HABERTÜRK PAZAR

        Melike Güner, 2002’de İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nden mezun olduğundan beri hemen her sezon bir projede yer aldı. İlk uzun metraj filmi “İncir Reçeli” ile de tanınırlığını artırdı. Tiyatrodan da hiç kopmayan oyuncu, bu sezon Tiyatro YanEtki’nin sahneye taşıdığı “Medet”te rol alıyor. Ocaktan beri sahnelenen oyun, 99 Gölcük depremiyle hayatın iki ayrı uca sürüklediği, yıllar sonra yine bir felaketle yolları kesişen iki sevgiliyi konu ediyor.

        Hayatın ters köşelerini ve insanın prensiplerini ve inançlarını nasıl çiğnemek zorunda kaldığını anlatıyor. “Bu metin bir kadın oyuncu için piyango” diyen Güner, oyunun çok zor, ağır ve insanın ruhunu yoran bir yapısı olduğunu ve her oyundan çıktığında ağlamaktan gözlerinin torba torba olduğunu söylüyor. İkizleri dünyaya geldikten sonra kendini onlara adayan ama öte yandan tiyatrodan da kopmayan oyuncu, dizi setlerini de özlemiş. Komediye yeşil ışık yakıyor. Yıllar önce oynadığı ‘Ekmek Teknesi’nin çekildiği Kuzguncuk’ta buluştuğumuz Güner ile oyununu, anneliği ve hayatı konuştuk.

        Bir yandan çocuklar, bir yandan tiyatro... Hayatınızın en yoğun dönemi sanırım...

        Hayatımın en yoğun ama en güzel dönemini yaşıyorum diyebilirim. Açık konuşmak gerekirse daha önce “Mutlaka anne olmalıyım, çocuğum olmalı” gibi bir duygum yoktu. Aksine “Her kadın anne olmak zorunda değil” diye düşünürdüm ama çocuklar doğduktan sonra “Ben daha önce ne yapıyormuşum?” demeye başladım. Onlardan ayrılmak çok içimden gelmiyor, zamanımı daha çok onlarla geçiriyorum ve hiçbir anlarını kaçırmak istemiyorum.

        Anne olduktan sonra neler değişti?

        Önceliklerim değişti. Anne olmadan önce çok büyük konuşmuşum, hem çocuk büyütmekle ilgili hem de doğum sonrası işe dönüş süreciyle ilgili... Şimdi onların hepsini bir güzel yiyorum, sanırım karma artık çok hızlı işliyor. Anne olduktan sonra daha endişeli bir insan olduğum kesin. Başınızı yastığa koyar koymaz felaket senaryoları düşünüp 5 kere yataktan kalkıp çocuklara bakıyorsunuz. Sürekli yeni yeni önlemler alıyorsunuz.

        Bir panik hali geliyor yani...

        Bu panik hali değil sadece koruma içgüdüsü. Aksine onlar ruhumu dinginleştirdi. Daha sakin, daha yapıcı ve daha olgun bir insan oldum.

        Anne rolünü artık daha farklı mı oynarsınız?

        Evet, bambaşka oynarım herhalde. Tam olarak adını koyamıyorum ama herkese bakışınız değişiyor. Birisi sizi kızdırdığında “Bu da bir zamanlar bebekti, bir annenin evladı” diye bakmaya başlıyorsunuz. İster istemez koruma içgüdüsü gelişiyor. Eskiden sağlığına, hayatına çok dikkat eden biri değildim, daha gözü karaydım. Ama o gözü karalık kalmıyor artık.

        Daha çok tiyatroyu seçmiş gibisiniz...

        Okulu bitirir bitirmez tiyatrodan önce televizyonda çalışmaya başladım. “Dizi sevmiyorum” diyenlerden değilim. Dizi sektöründe çalışma şartları daha iyi olabilseydi keşke. Setlerde özlediğim çok şey var; arkadaşlıklarımı, set poğaçasını hatta bazen sabahladığım günleri bile... Tiyatro daha nefes aldığım bir alan. Bir dönem dizi yapıp bir dönem ara veriyorum.

        “Medet” insanın kendisiyle, hayatıyla yüzleşeceği bir hikâyeyi konu ediyor. Sizin oyuna dair en çok içselleştirdiğiniz şey ne oldu?

        Bu metin, bir kadın oyuncu için piyango. O kadar çok katmanı var ki... Bugünkü Türkiye’yi, birçok kadının kendini ve birçok erkeğin kadını konumlandırdığı yeri bizlere adeta tokat gibi anlatıyor.

        Deprem dolayısıyla yolları ayrılan bir çiftin hikâyesi var.

        Maalesef deprem ülkesinde yaşıyoruz, birçok insanın yolu deprem nedeniyle ayrıldı. Ben bu insanların içinden bir kadının üç halini oynuyorum. Bunlardan birisi de bir fantezi sahnesi. 20 yıl önce birinden ayrılmışsınız, onu nasıl hayal edersiniz? Deprem öncesi ve sonrası olarak değişim, kırılma noktaları var. Deprem öncesi pırıl pırıl idealist, kararlı genç kızın nasıl kırılıp döküldüğünü, ruhunda nasıl çatlaklar olduğunu çok net görüyorsunuz.

        Öte yandan saplantılı bir aşk...

        Aşk denemez. Eskiden manitacılık vardı ya, “Bu benim kız, sakın dokunmayın” gibi... İki sevgilinin yolları ayrılıyor ve 20 yıl sonra tekrar bir araya geliyorlar. Oyunda o arayı görmüyoruz ama ikiside epey değişmiş. Nişantaşı’nda muayenehanesi olan, aradığı tatmini giydiği kıyafette, duvarına astığı tabloda bulup buna “yırtmak” adını veren yalnız bir adam ile kocasına âşık olmuş, çıkışı dine sığınmakta bulmuş bir kadın. Sözün özü iki uca savrulmuş hayatlar.

        Oyunculuğa başlama hikâyenizde liseye kadar oyunculuğu düşünmediğinizi iyi bir izleyici olduğunuzu söylemişsiniz. Peki şimdi?

        Hâlâ seyirci gibi izliyorum. Eleştirmek için izleme halinden keyif almıyorum. İzlerken hep iyi taraflarını görmeye çalışıyorum.

        İş bittiğinde rolü bırakmak gibi, seyirci gibi izleyebilmek de zor olsa gerek.

        Samimi bir şey söyleyeyim mi, diğerine inanmıyorum da. “Medet” zor bir oyun, ağır ve insanın ruhunu yoruyor. Çıktığımda ağlamaktan gözlerim torba torba oluyor. Ama oyun sonrasında bir arkadaşımı gördüğümde ona sarılıp başka bir moda geçiyorum. O orada bitiyor, onun bir oyun olduğunu unutmamak gerekiyor. Birçok oyuncuda rolle yaşama halini görüyorum. Bu yorucu ve çok sağlıksız.

        Sizi dramatik rollere yakıştırıyorum. Komediye bakışınız nasıl?

        Herkes de yakıştırıyor olacak ki, ne yazık ki hep dramatik roller geliyor. Hüzünlü bir halim var sanırım. Ama artık komedi yapmak istiyorum. Üretirken eğlenmek çok önemli. Dizilerde iş seçerken senaryoyla birlikte “kimler oynuyor?” diye bakıyorum artık. Birlikte eğlenir miyiz, keyifli geçer mi diye. Çünkü günün 20 saatini bir arada geçirebiliyorsunuz.

        Okulu bitirdikten sonra iki sezon aranız var sadece. Hep projelerde yer almışsınız... “İncir Reçeli” izleyici kitlenizi artırdı tabii ki. Sürekli projelerde yer almak bir şans mı?

        Şanslıyım. Benimle aynı okulda okumuş, çok yetenekli, hak ettikleri halde bir türlü istedikleri yere gelmeyen arkadaşlarım var. Sadece oyunculukla ilgili değil, birçok konuda şanslı olduğumu düşünüyorum. Bir gün küçük bir rolde oynarken Osman Sınav’ın “Bu kızı bulun” demesi yolumu açtı. Tamamen denk gelme meselesi. Başkası olsaydı, rol onun olacaktı. Osman Hoca’ya çok şey borçluyum.

        Eşiniz oyuncu değil...

        Evet, çok fazla oyuncu arkadaşım da yoktur zaten. İş bitince hâlâ oynamaya devam eden biriyle arkadaşlık da kuramıyorsunuz. O yüzden daha gerçek, dokunabildiğim, inandığım insanlarla bir aradayım.

        Dizi projesi olacak mı yakın zamanda?

        Artık çalışmak istiyorum ama proje geldiğinde “Ben çocuklarımı biraz daha büyüteyim” diyorum. Ama iyi bir ekiple bir komedi projesinde yer almayı isterim. Gülmeye ihtiyacımız var. İnsanı güldürebiliyor olmak çok büyük bir iş, bir lütuf.

        ‘KÜÇÜK SAHNEDE NUMARA YAPTIĞINIZDA İZLEYİCİ ANLIYOR’

        Tiyatrodan ve annelikten ne öğrendiniz?

        Samimiyet. Tiyatroda artık çok küçük sahnelerde oynuyoruz. Yabancı metinleri oynarken daha rahatsınız ve “Bu böyle” deyip içinden çıkabiliyorsunuz. Ama yerli bir metni oynarken samimi olmanız gerekiyor, o küçük sahnede numara yaptığınızda izleyici anlıyor. Annelikte de öyle. Çocuklar o kadar saf ve temizler ki, bünyeleri aksi bir şeyi kabul etmiyor. İnsanları da iyi tanıyorlar, hisleri bizden çok daha kuvvetli. Enerjisi iyi olmayan biri eve girdiğinde huzursuz oluyorlar. Hayata karşı hep samimiydim ama bir kez daha teyit ettim.

        Samimiyete çok ihtiyacımız var.

        Ülkece ihtiyacımız var. Nişantaşı’na çıktığınızda sanki bir dekorun içine giriyorsunuz. Herkes bir pozda ve “Neredeyim ben?” diyorsunuz.

        Şu an Ekmek Teknesi’nin tam karşısındayız. O yılları özlüyor musunuz, “İyi ki o projede yer aldım” diyor musunuz?

        Kesinlikle diyorum. Burası saflığı ve mahalle kültürünü yaşattığı için çok özel bir yer. Pazar kurulur, haftalık alışverişimi yapıp esnafla sohbet ederdim. Buranın sıcaklığını hiçbir yerde bulamazsınız. İyi ki burada çalışmışız da ben de burada yaşamışım. Çok özlüyorum. Buraya gelmemiz çok nostaljik oldu.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ