Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Galip Dalay: Türkiye Batı içinde bir tartışma başlatmalı

        ABD ile yaşadığımız gerilimi ve uluslararası dengelerde yaşanan dönüşümü Al Sharq Forum araştırma direktörü Galip Dalay ile konuştuk. Dalay, “Türk – Amerikan ilişkilerinin yeni dönemdeki çerçevesi ne olmalı?” sorusuyla yüzleşmedik. Türkiye’nin öncelikle iç politikadaki önceliklerini belirlemesi gerekiyor. Buna karar verdiğiniz takdirde dış politikanızı şekillendirirsiniz” diyor. Türkiye’nin Batı içinde Trump’a dair bir tartışma başlatması gerektiğini söylüyor. Dalay’a göre; “Trump Batı’yı tamamıyla temsil etmiyor. Trump’ın tehdit ettiği ülkeler arasında Almanya var. Trump, Brexit’i destekleyen bir aktör. Dolayısıyla temel tartışma kural merkezli bir uluslararası sistem talep edenlerle daha çok kuralsızlığı talep edenler arasında olmalı. Trump bugün kuralsızlığı talep eden bir aktör konumunda. Türkiye hem uluslararası sistemde reform talep etmeli hem de kural merkezli uluslararası sistem talebini dile getirmeli”…

        REKLAM

        Türkiye şu anda ABD ile büyük bir gerilim yaşıyor. Brunson’ın iadesi meselesi ile başlayan bu krizin arkasında nasıl bir fotoğraf var?

        Brunson burada bir sembol. Türk-Amerikan ilişkilerinde son yıllarda, hatta Soğuk Savaş’tan beri toplana gelen krizlerin bardağı taşıran noktası diyebilirim. Ama biz bu krizi Brunson’dan dolayı yaşamıyoruz. Yarın başka bir isimle başka bir kriz yaşayabilirdik. Fakat daha önce Türk-Amerikan ilişkilerinde kriz olduğunda, bu ilişkilerin, içerisinde cereyan ettiği çok önemli bir çerçeve vardı. Örneğin, Soğuk Savaş çerçevesinde, bir şekilde iki kutuplu dünyanın bir kutbuna dahil olduğunuz için bir şekilde bu alan sınırlarında meseleyi çözüyordunuz. Soğuk Savaş’tan sonra, böyle bir çerçeve yok. Uzun süredir “Türk-Amerikan ilişkilerinin yeni dönemdeki temel çerçevesi ne olmalı?” sorusuyla yüzleşmedik. Bunun yerine, Türk-Amerikan ilişkilerinde Türkiye’nin değeri veya jeopolitik konumuyla siyasal kimliği üzerinden tartıştık…

        REKLAM

        “Soğuk Savaş döneminde NATO İttifakı’nın içerisinde ABD’nin müttefiki olarak bir dış politika belirlemiştik ama son dönemde bunun nasıl bir ilişki olması gerektiği konusuna pek kafa yormadık” mı diyorsunuz?

        Evet… Şu andaki temel kriz şu: Türk-Amerikan ilişkilerinde Suriye ve Fethullah Gülen meselesi gibi biriken kriz alanları var ve hiçbiri çözülmeden yenileri de geliyor. Bu olurken de ilişkilerin içinde yer aldığı net bir çerçeve yok. Türkiye, Amerika ve Batı ile olan ilişkilerinde daha önceki çerçeveden kaynaklı bir kriz yaşıyor, çünkü Soğuk Savaş’ın çerçevesi artık bugüne uymuyor. Yeni bir çerçeve de tanımlanmış değil ve bunun getirdiği bir de statü krizi var. Türkiye Batı bloğundan kopmak istemiyor ama Batı bloğundan kopmak istemeyen Türkiye, aynı zamanda da kendisine ait bir tahayyül ortaya koyuyor ve bunu yaparken de Batı bloğunun kısıtlayıcı bir etki yapmasını istemiyor. Türk-Amerikan ilişkilerindeki aktörlerin rolünü, bu ilişkilerdeki güç asimetrisinin aynı zamanda bir ilişki asimetrisine tekabül edip etmeyeceğini tartışmamız gerekir. Burada da sloganlardan ziyade, gerçekçi tahliller yapmamız lazım. Yani nasıl bir yeni tarz ilişki içerisinde olmamız gerektiğine kafa yormalıyız.

        REKLAM

        ‘TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKADAN EVVEL İÇ POLİTİKADAKİ ÖNCELİKLERİNİ BELİRLEMESİ GEREKİYOR’

        Nasıl bir ilişki olmalı?

        Öncelikle Türkiye’nin kendisiyle ilgili sorması gereken temel sorular var. Dış politikayı adeta içeriden alakasız bir mesele gibi tartışıyoruz ama dış politika temelde sizin içeride kendinize biçtiğiniz rol, kendinize verdiğiniz anlamın devamı. Türkiye insan haklarında, siyasetinde, turizminde, ekonomisinde, eğitim kurumlarında nasıl bir yere varmak istiyor? Buna karar verdiğiniz takdirde dış politikada bir siyaset izlemeye başlarsınız. Osmanlı’nın son dönemine baktığınızda, dış politikanın temel mahiyeti yıkılmaya giden bir imparatorluğun yıkımını engellemek ve bir modernizasyon yapmaktı. Bunu yaptığınız için Avrupalı devletlerle çok ciddi ittifak ilişkileri içerisindeydiniz. Yine aynı ittifaklarla Osmanlı imparatorluğu Rusya’nın kendisine yönelik güç projeksiyonlarını ve jeopolitik ihtiraslarını dengelemeye çalışıyordu. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Türkiye’nin temel seyri yeni kurulan devleti kurumsallaştırma yönündeydi. AK Parti’nin ilk dönemlerinde de dış politikanın temel hedeflerinden bazıları içerideki siyasal alanı açma, askerin siyaset üzerindeki etkisini törpüleme ve ekonomi için yeni pazarlar bulmayı içeriyordu. Yine bu dönemin dış politikasını, AK Parti’nin içeride vesayet sistemi karşısında güvenlik, dışarıda ise meşruiyet arayışından bağımsız okuyamayız. Dolayısıyla Türkiye’nin öncelikle iç politikadaki önceliklerini belirlemesi gerekiyor. Türkiye, teknoloji seviyesi çok daha ileride olan, verimlilik artışı yüksek bir ekonomi mi kurmak istiyor, yoksa tekrardan inşaat sektörüne, uzun vadede ekonomik getirisi düşük sektörlere yatırım yapmaya devam mı etmek istiyor? Her ikisi sizi farklı politika angajmanlarına götürür. Bu sorulara yanıt aramak gerekiyor.

        REKLAM

        Peki, demokraside birinci ligde oynuyor olmak, ABD ve Batı kampında yer almaya devam etmek ve yüzünü oraya dönmekle eşdeğer mi?

        Teorik olarak cevap verecek olursam; hayır, dünyada demokrasiyi kendi iç koşullarının sonucu olarak da üretebilmiş birçok ülke olabilir. Ama fiiliyata baktığımızda, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerindeki sıhhati, Türkiye’nin demokrasi karnesini çok ciddi manada belirliyor. Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinin en iyi olduğu ilk 10 yıla baktığımızda, Türkiye’nin iç politikadaki reform ve demokrasi ajandasında çok ciddi manada güçlü bir dönem olduğunu görüyoruz. Benzer şekilde, Türkiye’nin Batı ile krizler yaşadığı dönem, içerideki demokrasi ve iç politikanın sıhhatleriyle ilgili yaptığımız hararetli tartışmalarla aynı döneme denk geliyor. Velhasılı, Türkiye Brüksel kriterlerine alternatif olarak ya standartları yüksek Ankara kriterleri ortaya koyamadı.

        ‘ESKİDEN TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİNİ DIŞİLERİ VE ASKER YÜRÜTÜRDÜ, BU DURUM DEĞİŞTİ’

        REKLAM

        ABD ile ilişkilerde iletişim biçimi nasıl değişti?

        Türkiye, demokratikleşme hamlelerini uzun süre Avrupa’ya referansla yaptı. ABD ise Türkiye’nin daha çok güvenlik ve dış politikadaki referans noktasıydı. Demokrasi kaliteniz iyi olmasaydı da ABD’ye karşı bir statü talebiniz yoksa, sıhhatli bir ilişki sürdürebiliyordunuz. Mesela ABD, Türkiye’de darbe hükümetleriyle pekâlâ rahat çalıştı. Dolayısıyla Amerika ile yaşadığımız krizin temelinde bir demokrasi sorunu yok. Bu, ilişkilerin siyasal çerçevesinin getirdiği ve aynı zamanda da Batı ile yaşadığımız siyasi bir kriz. Amerika ile Türkiye’nin farklı tehdit algıları ve farklı çıkar algıları var. Birbirlerine karşı çok ciddi manada bir güvensizlik var. İkincisi, her iki ülkede de ilişkilerin tarihsel sahipliğini yapan elitlerin gücü zayıflıyor. Daha önce geleneksel olarak Türkiye ile Amerika ilişkilerinin kurumsal zeminini asker ve Dışişleri Bakanlığı sağlıyordu. Türkiye’deki siyasal düzenin değişmesiyle, hem askerin hem mevcut Dışişleri Bakanlığı’nın siyasal sistemdeki anlamı değişti. Daha önce Amerikalılar Türkiye’ye geldiğinde, bazen siyasal aktörlerle herhangi bir angajmana girmeden Genelkurmay’a ve Dışişleri Bakanlığı’na giderek Türkiye’deki meseleleri çözebiliyorlardı. Siyasal liderler ve siyasal partiler Amerikalıların ilgilendiği konularda daha ikincil aktörlerdi. Türkiye’de bu durum değişti. Dolayısıyla siz Türkiye’de güvenlik, dış politika gibi büyük başlıklarda bir yol haritası çizmek istiyorsanız, önce siyasal aktörlerle anlaşmak zorundasınız. Benzer şey Amerika’da da yaşanıyor. Amerika’da, Türkiye ile ilişkileri savunan insanların çoğu artık yaşlı insanlar. Çoğu hâlâ Soğuk Savaş döneminde bu ilişkilere anlam yükleyen insanlardan müteşekkil. Yeni nesilde, o Soğuk Savaş formasyonuna sahip olmayan aktörlerde, Türkiye ile ilişkilere özel bir anlam yükleyen insan sayısı az. Dolayısıyla, Türkiye-Amerika ilişkilerinin kurumsal zemininde de bir zayıflama var. Bugün bu ilişkilerin sahipliğini kimlerin yaptığının yanıtı eskiden olduğu gibi net bir şekilde verilemiyor. Türkiye’deki muhataplar asker ve Dışişleri Bakanlığı’yı, Amerika’da ise Pentagon ile State Department’dı. Şu anda her iki yerde de bu ilişkilerin kurumsal ve elitler bazındaki sahipliğinde bir aşınma var. Entelektüeller ve uzmanlar düzeyinde de bu ilişkilerin eski anlamı yok. Amerika’da genç nesilde, “Türkiye ile ilişkileri sürdürmeliyiz” diyen fazla insana rastlamıyorum.

        REKLAM

        Peki iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğinde ne görüyorsunuz?

        ABD ile ilişkilerini hangi zeminde sürdüreceğimiz konusunu tekrar vurgulamak istiyorum. Yükümlülüklerimizin ne olduğunun ve hangi konularda ayrışacağımızın da muhasebesini yapmamız gerekiyor. Bunun bir ittifak veya model ortaklık olmadığı aşikâr. Yeni dönemde ilişkilerin ne üzerine inşa edilmesi gerektiği konusunda hem Amerika hem de Türkiye bir cevap sağladığında farklı bir ilişki modeli ortaya çıkacak.

        ‘TRUMP BATI’YI TEMSİL ETMİYOR, TÜRKİYE BATI İÇİNDE BİR TARTIŞMA BAŞLATMALI’

        Türkiye'nin yol haritası nasıl belirlenmeli?

        “İki kutuplu dünya bitti, artık çok kutuplu bir dünyaya geçiyoruz” gibi bir söylem var. Bugün dünyada farklı ağırlık merkezleri var ama bu, bizim artık post-Amerikan bir dünyada yaşadığımız anlamına da henüz gelmiyor. Bugün global siyasetteki en önemli aktör hâlâ Amerika ve Avrupa hâlâ global siyasetteki en büyük ticaret bloğunu oluşturuyor. Dolayısıyla Türkiye kendisi için bütün bölgeleri matematiksel olarak ağırlıklandırmalı; hangi bölgenin, hangi ittifak sisteminin kendisi için ne kadar önemli olduğunu belirlemeli. Avrupa’da 6 milyon civarında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaşıyor. Yatırım ilişkileri var. Bu ilişkilerden yoksun bir Türkiye’nin global siyasette oynayacağı rol de anlamı da azalır. Bugün Avrupa ve Batı ile daha güçlü ilişkiler kurmalıyız. Yani Türkiye, ilişkilerini Batı-Batı karşıtı gibi bir ikileme sokmamalı. Onun yerine Batı içerisinde bir tartışma başlatmalı. Çünkü Trump Batı’yı temsil etmiyor. Trump’ın tehdit ettiği ülkeler arasında Almanya var. Trump, Brexit’i destekleyen bir aktör. Dolayısıyla temel tartışma kural merkezli bir uluslararası sistem talep edenlerle daha çok kuralsızlığı talep edenler arasında olmalı. Trump bugün kuralsızlığı talep eden bir aktör konumunda. Türkiye hem uluslararası sistemde reform talep etmeli hem de kural merkezli uluslararası talebini dile getirmeli. Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistemin yeni bir dizayna ihtiyaç duyduğu aşikar. Ancak bu yapılırken de uluslararası sistemin mevcut kuralları ve kurumları da tamamıyla anlamsız hale getirilmemeli. Dolayısıyla Türkiye bu tartışmayı Batı içi bir tartışma olarak tutmalı.

        REKLAM

        Peki, ne olacak? Türkiye bu krizin ortasında ‘yalnız ve güzel ülke’ durumunda mı kalacak?

        Hayır. Bence yeni dönemin jeopolitik yarılmalarından bir tanesi, her krizden oluşan imkân alanlarına yol açması. Mesela Arap Baharı döneminde temel jeopolitik yarılma, Arap Baharı’nı destekleyenler ile bunların karşısında yer alan aktörler şeklindeydi. Arap Baharı’nın tersine dönmesi nedeniyle Türkiye ciddi manada köşeye sıkışmıştı. Türkiye’nin Ortadoğu’da anlamlı ilişki geliştirdiği ülke sayısı gittikçe azaldı. Ama bölge tabiri caizse bir post-Arap Baharı dönemine girdi. Burada ise eski kırılmalar ve kavgalar tekrardan gün yüzüne çıktı. İran - Suudi gerilimi bunların en başlıcasını oluşturuyor. Bu da Türkiye’ye yeni bir imkan alanı sunuyor. Bu yarılmadan çok rahatsız olan veya buradaki herhangi bir tarafın safında yer almak istemeyen Kuveyt, Umman, Ürdün, Lübnan, Sudan ve benzeri ülkeler var. Türkiye bu yarılmadan rahatsız olan ülkelerle anlamlı bir ilişki geliştirmeli. Son dönemlerde de bu yönlü bir siyaset görüyoruz. Yine, Trump’ın Batı’da yarattığı ciddi bir rahatsızlık var. Bu rahatsızlık Kanada’dan başlıyor, Meksika’ya, Almanya’ya ve Fransa’ya kadar gidiyor. Türkiye bunu bir momentum olarak kullanıp yeni bir anlamlı angajmanlar geliştirebilir.

        REKLAM

        ‘KATAR İÇİN TÜRKİYE BİR GÜVENLİK POLİÇESİ’

        Katar’dan 15 milyar dolarlık doğrudan yatırım geleceği açıklandı. Ama Katar da Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile büyük bir kriz içindeydi. Bu anlamda Katar’ın Türkiye’ye el uzatmış olması bütün bir fotoğraf içerisinde nereye oturuyor?

        Bölgede uzun süredir birçok ülke, ülke eksenli bir ulusal güvenlik okuması yapmıyor; her ülke ulusal güvenliğinden bahsederken içerisinde yer aldığı ağı kastediyor. Katar operasyonu sadece Katar ile alakalı bir şey değildi. Türkiye de zaten bu okumayı yaptı; Katar krizini Suudların, İsrail’in, Birleşik Arap Emirlikleri’nin, Mısır’ın bölgesel düzen arayışının bir parçası olarak gördü. Katar orada halledilmiş olsaydı, kendisinin daha da fazla sıkıştırılacağını da gördü. Katar’da rejim düşseydi, Türkiye bölgede daha fazla izole edilmiş olacaktı. Öte yandan Türkiye bugün çok daha zayıflatılırsa ve bölgedeki anlamı azalırsa bu direkt olarak Katar’ın güvenliğini etkileyecek. Bu, Birleşik Arap Emirlikleri’nin, Suudların Katar’a karşı daha cesur bir projeye girişip girişmeyeceklerini etkileyecek bir şey. Dolayısıyla Katar, öncelikle burada Türkiye ile uzun yıllardır geliştirdiği ilişkilerin bir parçası olarak bu adımı attı. İkinci olarak da en zor gününde kendisine ciddi manada destek sunmuş bir ülkeye katkı sunuyor. Üçüncü olarak da kendisi için güvenlik poliçesi alıyor. Katar aynı zamanda Amerika ile de ilişkiyi çok ciddi manada düzeltmek istiyor.

        Peki, böyle bir krizin ortasında ABD’yi karşılarına almak pahasına Türkiye’ye yardım etmeye nasıl cesaret ettiler?

        Muhtemelen, Türkiye’nin vazgeçebilecekleri bir ülke olmadığının okumasını yeniden yaptılar. Çünkü kendilerinin bölgedeki güvenliği açısından da Türkiye ile ilişkilerini hayati görüyorlar.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ