Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Özel Röportajlar Caner Cindoruk: ‘Görmezden gelemediğim için bir yanım hep sakat kalacak’

        Caner Cindoruk bugünlerde bir yandan rol aldığı dizi için binicilik, okçuluk ve eskrim dersleri alıyor, diğer yandan da Kemal Aydoğan’ın rejisiyle 28 Eylül’den itibaren Moda Sahnesi’nde seyirciyle buluşacak olan ‘Torun İstiyorum’ adlı oyuna hazırlanıyor. “Bu aralar survivor gibiyim. Öğrenmeyi bıraktığım an olduğum yerde kalırım ve ben bu meslekte yerimde saymak istemiyorum. O yüzden şu anda yaşadığım süreç çok yorucu ama bir o kadar da keyifli” diye konuşuyor. Bu röportajı işi haricindeki tüm zamanını uyumaya ayırdığını söyleyen Caner’in uykusundan çalarak yaptım. Dilimizde hep giderek kirlenen insanlığın bir an önce derin uykusundan uyanıp üzerindeki kiri atması dileği vardı. Ben sordum, Caner her zamanki gibi tüm samimiyeti ve açık yürekliliğiyle anlattı...

        ‘BU NASIL MEDENİYET?’

        ‘Torun İstiyorum’un konusu ne?

        Oyun, Alman yazar Thomas Jonigk’in nasyonal sosyalizmden yararlanarak, Nazi trüklerini kullanarak sistemi eleştirdiği bir politik komedi. Faşizmi bir burjuva ailesinin hikâyesi üzerinden eleştiriyor. Aile en küçük yapı birimi ve kişilik genelde orada şekilleniyor. Faşizmin dili önce ailede bireylere yansıyor. Oyunda da eşcinsel olan oğlundan çocuk isteyen bir anne var. Çocuk kendini bir türlü ailesine kabul ettiremiyor. Annesi “Ya bize bir torun verirsin ya da bu zenginlikten payına düşeni alamadan defolup gidersin” diyor. “Üreyin” demek sistemin tüketim için bir aygıtı. “Üremezsen bizden değilsin” mantalitesi var.

        ‘Torun İstiyorum’ 28 Eylül’de Moda Sahnesi’nde prömiyer yapacak.

        Bu “Bizden değilsin” durumu çok yaygın artık hayatın içinde...

        Maalesef! Oyun da modern ulus dilinin insanları nasıl kontrol altına aldığını, onları nasıl kalıplara soktuğunu gözler önüne seriyor. Özellikle 18. yüzyıldan sonra “Ya sistemin kölesisin ya da bu dünyada yaşayamazsın” gibi bir algı oluşmaya başladı. Belirli kalıpların dışına çıkmaya yeltenen insanlara da “Gay, deli, şu, bu” diye yaftalar yapıştırılıyor. Modern ulus devlet kurulduğundan beri medeniyet, çağdaşlaşma filan diyoruz ama bizim gibi olmayan her şeyi ve herkesi yafta takarak ötekileştiriyoruz. Bu nasıl medeniyet? Oyun bütün bu karamsar tabloyu vodvil gibi akan çok hızlı bir komediyle ve Shakespeare’yen, süslü, benzetmeci bir dille anlatıyor. İnsanlar izlerken çok gülecek ama içlerinde de buruk bir tat kalacak.

        Senin canlandırdığın evin abisi Klaus bu düzenin neresinde?

        Annesinin egemenliğine girip babasının yerine konulmuş bir adam. Tek bakış açısı var o da cinsellik. Hayata libidoyla bakan biri, bire bir sistemin istediği erkek modeli. Sevilecek hiçbir yanı yok, iğrenç bir karakter. Hayata cinsiyetçi bir yerden yaklaşıyor. Cinsiyet günümüzde kimliğin vazgeçilmez bir alanı oldu maalesef. Bize heteroseksüel olmayı baz almış sistem. Bunun dışındaki bir cinsel tercihi kabul etmiyor, saygı da duymuyoruz. Kadın zaten hep sistemin erkek egemenliğinin altında ezilen unsuru.

        ‘ZİHNİYET EN KÖTÜ HASTALIK’

        “Üreyin” baskısından bahsettin ya, birbirimize sevgiyle dokunamadan üresek ne olacak? Oyundaki gibi gözünü sevgiye açmayan, güzel sevilmeyen bir çocuk ne katacak bu hayata?

        Haklısın. Hastalıklı bir birey sağlıklı bir birey yetiştiremez. Zihniyet bence bu dünyadaki en kötü hastalık. Bu sağlıksız zihniyeti alttan gelen nesillere de geçiriyoruz maalesef. Herkes her şeyi sevmek zorunda değil ama saygı duymak zorundayız. Çocuklarımıza kendi olma hakkını verirsek bizim gibi sevmediklerini yok etme yolundan gitmezler belki.

        Sevmediğimizden de öğreneceğimiz bir şey vardır mutlaka...

        Olmaz olur mu? Farklı olan her şeyi yok saymaya, ötekileştirmeye hatta linç etmeye kadar giden bir faşizmin içinde yaşıyoruz. Oysa en temel şey tüm farklılıklarımızla bir arada yaşayabilmeyi başarmak. Biraz daha sağduyulu olalım. Bir arada olarak, birbirimizi ötekileştirmeyerek, dışlamayarak, birbirimize kardeşçesine saygı duyarak yol alalım. Biz saygı kavramını kaybettik, saygının olmadığı yerde de sevginin olması mümkün değil.

        Bu dünyada bu farkındalıkla yaşamak da zor be Caner!

        Öyle! Bu farkındalık insanda öyle bir acı yaratıyor ki... Ben görmezden gelemiyorum. “Başkalarından bana ne? Ben yaşamama bakarım. İnsan olarak da sanatçı olarak da başkaları beni alakadar etmez” diyemiyorum. Görmezden gelemediğim için de bir yanım hep sakat olacak, sakat kalacak.

        ‘Sahnede yetişmeyen insan televizyonda tek tipleşiyor’

        Sen kendin olmayı ne kadar başarabiliyorsun?

        Yüzde yüz hiçbirimiz başaramıyoruz. Bir cümle kursan anında kamuoyu baskısıyla linç kültürü devreye giriyor. Ama ailem açısından şanslıydım. Etrafımda oyuncu olmak isteyip de ailesi hafifmeşrep bulduğu için yapamayan çok insan vardı ama beni hep desteklediler.

        Şimdi de neredeyse herkes çocuğu oyuncu olsun istiyor.

        O popüler kültür! Çocuk popüler olsun istiyorlar. Artık konservatuvara gidenlerin çoğu da böyle gidiyor maalesef. Adana’da tiyatro yaparken biri bana “Dizilerde, filmlerde oynayacaksın” deseydi “Dalga geçme” derdim çünkü öyle bir güdüm yoktu. Benim için tek amaç tiyatro yapabilmekti. Şimdi o inanç ve azim pek kalmadı. Oysa sahne oyununcunun er meydanıdır. Sahnede yetişmeyen bir insan televizyonda tek tipleşiyor. Televizyonun istediği kahraman motifinin dışına çıkamıyor.

        ‘Annem torun için zarf atıyor’

        Oyunun adından hareketle sorayım, ailen torun istiyor mu?

        İstiyor tabii. Biz 3 erkek kardeşiz, en büyükleri de benim. Dolayısıyla annemin yer yer talepleri oluyor. Tabii bunu ironik bir dille yapıyor. Çocuk severken “Bir torunumuz olmadı bizim de” diyor mesela ya da “Şu hayatta bir torunum olsa” gibi zarflar atıyor. Ama tabii bunlar “Hadi çocuk yapayım” diye olacak şeyler değil.

        Sen çocuk istiyor musun peki?

        Çok isterim tabii ama bunun için önce bir kadın gerekiyor. İstiyorum ama hayatımda bir kadın yok.

        Bildiğim kadarıyla kadınlar bayağı beğeniyor seni, özellikle de gülüşünü yere göğe sığdıramıyorlar...

        Son 3-4 yıldır gülüşümle ve sıcaklığımla ilgili güzel şeyler söyleniyor. İnsanlar kendilerine samimi geldiğimi söylüyor. Bu bakmakla ilgili bir şey herhalde. İçimden geldiği gibi bakıp gülümsemeye çalışıyorum. Bu da seyirciye geçiyorsa ne güzel.

        Evlilik teklifleri de geliyor tabii...

        Ece! (Kahkahalar) Sosyal medyadan teklif eden çok ama bunlar gülüp geçtiğim şeyler. Birliktelik ya da evlilik bu kadar basit değil.

        ‘Yozlaşan şiir ya da edebiyat değil bizleriz!’

        Şiir yazıyor musun hâlâ?

        Evet ama şiir artık ülkemizde ne okunuyor, ne satıyor ne de insanların meslek olarak tabir edebilecekleri bir unsur. Bir şair sadece şairlikle yaşayamaz artık. Üniversite yıllarımda şiir başka bir kültürdü. Kız arkadaşa okunan şiir vardı, şiirleşmek diye bir kavram vardı. Şimdi bu komik bir unsur haline dönüştü maalesef. Yozlaşan şiir ya da edebiyat değil, yozlaşan bizleriz!

        ‘Cinsellik artık sadece tatmin’

        Oyundan hareketle cinsellikten söz açılmışken, duygusal anlamda cinselliğin içini ne çok boşalttık günümüzde, öyle değil mi?

        Haklısın. Cinsellik önceden bir kültürdü şimdiyse sadece tatmin. Duygu olmadan yaşanan bir şey ne kadar sağlıklı olabilir ki? İnsanın yeniden ilkel duygularına dönmesi gerekiyor, çok kirlendi insanlık!

        Ece SARUHAN / HABERTÜRK MAGAZİN

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ