Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya "Behlül bir halt değil"

        Gazetecilikte 40 yılı deviren, Babıali'ye TV eleştirmenliğini getiren Akşam'ın ekran polisi Burhan Ayeri, geçirdiği kalp ameliyatı sonrası bile yazılarını aksatmadı. İşte Ayeri'nin gözünden Türk basını...

        AKŞAM Gazetesi yazarı, duayen gazeteci Burhan Ayeri, by-pass ameliyatı geçirmesine ve tam iki ay sırtüstü yatmasına rağmen sadece bir hafta ara verdi yazılarına. Aklı ve gönlü haberlerde olan ve inatçı kişiliğiyle yazılarına ve hayata sıkıca tutunan Gazeteci Burhan Ayeri ile günümüzde eleştirilerin odağında olan gazetecilik mesleğinin dünü ve bugününü konuştuk.

        Önce, bu ağır operasyona rağmen yazılarına nasıl sadece bir hafta ara verdiğini soruyorum kendisine, 'İnatçıyım' diyor. 'Bir de yazılarımı yazmazsam bana verilen paralar harammış gibi geliyor. Bu kalıtımsal bir huy; babam da böyleydi.' Kalıtımsal deyince ailesini soruyorum; anlatıyor... Annesi Çerkez, babası suyun öte yanından yani muhacir. Ama her iki taraf da 150 yıllık İstanbullu; babası anaerkil Çerkez ailenin konağına iç güveysi gelmiş. 'Ataninem' dediği anneannesinin sözünün geçtiği evde büyümüş Burhan Ayeri, bir ağabeyi var; emekli albay: 'Ailemin tamamı CHP'liydi; İsmet Paşacılar. Ben Demirelci oldum, kıyamet koptu, anladıkları gün vatan haini ilan edildim. Ataninem 'Fenerliyiz' derdi. Beşiktaşlı olduğumu duyduğunda kovaladı beni. Benim protest bir tarafım var. Mesela ağabeyim hem CHP'li hem de Fenerli'dir' diyor. Babasının görevi nedeniyle Anadolu'yu da dolaşmışlar. Annesi iyi keman çalarmış, babası da çilingir sofrasında radyodan fasıllar dinlermiş; dolayısıyla klasik Türk müziğine ilgisi ve bilgisi buradan. Ancak ilk gençlik yıllarında sahneye çıkıp pop şarkılar söylemiş uzun süre. Zaten gazeteci olmadan önce ya şarkıcı olmakmış niyeti ya da futbolcu.

        SAHNEDE DÜNYANIN PARASINI KAZANIYORDUM

        - Şarkıcılık, futbolculuk derken gazetecilik aklınızda hiç yok muydu?

        Yoktu. Çok iyi futbol oynardım ve orkestra solistiydim. Büyükdere Reks'de çıkıyorduk sahneye ve dünyanın parasını kazanıyordum.

        - Peki, okul?

        Üç senelik liseyi altı yılda bitirdim ama üniversitede almadığım diploma kalmadı.

        - Futbolu hangi arada oynuyordunuz? Profesyonel oldunuz mu?

        O dönem ikinci ve üçüncü ligler yoktu. Haliç Kulübü çok popülerdi, orada oynardık. İkinci lig kurulduğunda Ispartaspor, beni transfer etmek istedi. 70 bin TL verdiler, anlaştık. Düşünün, Çapa'da kaloriferli bir daire 30 bin liraydı. Bir temmuz günü, motorla karşıya geçtim, Haydarpaşa'dan trene bineceğim; anneannem çok rahatsızlanmıştı. Yırttım attım bileti. O sezon tekrar Haliç'e döndüm. Sağ ayağım ikinci kez kırıldı.

        GAZETECİ OLMAMA FELSEFE HOCAM NEDEN OLDU

        - Futbol, sahneler derken gazetecilik mesleği de aklınızda yokken, nasıl girdiniz Bab-ı åli'den?

        Lisedeki felsefe öğretmenim Reha Köseoğlu sebeptir gazeteci olmama. Kızılay'ın liseler arası kompozisyon yarışmasında birinci olmuştum. Reha Hoca'mın önerisiyle liseyi bitirince Mithat Perin'in yanına gittim. Perin, Bab-ı åli'nin gördüğü en büyük hocadır. Gökşin Sipahioğlu, Abdi İpekçi, Turhan Aytul; aklınıza kim geliyorsa hepsinin hocası.

        - İlk ne öğretti size?

        Koku almayı öğretti. Koku almak haberciliğin birinci kuralıdır.

        Hangi kademeden başladınız?

        Mithat Perin'in Durum Dergisi vardı; haftalık siyasi dergi... Çok kısa sürede, orada yazı işleri müdürü oldum.

        - Nasıl o kadar çabuk oldu?

        Şimdi adını vermek istemediğim bir müdür vardı; bana diyor ki 'Ara başlıkları oku, yeter' O zaman kurşun dizgiler var; o kadar uğraşılıyor ama okuma diyor tembel herif! Başladığım ilk hafta, tek hata olmadan çıktı dergi. Daha sonra Mithat Perin, Bedii Faik'in Dünya Gazetesi'ne genel yayın müdürü olarak gitti; beni de aldı, götürdü. Orada da çok kısa sürede yazı işleri müdürü oldum. O zaman 23-24 yaşındayım! Millet birbirine gösteriyordu, bu adam nereden çıktı diye...

        LİSEYİ 6 HUKUK FAKÜLTESİNİ 26 SENEDE BİTİRDİM

        - Liseden sonra çalışmaya başlamışsınız; ne zaman, hangi üniversiteye gittiniz?

        Önce hukuka kayıt oldum, bir süre sonra kaydımı dondurup, yedek subay olarak askerliğimi yaptım. Hukuk fakültesini, 26 senede bitirdim. Arada sanat tarihi de okudum. Radyo-televizyon master'ı yaptım. Çok diplomam var ama gerçek eğitimim gazetecilik. İddia ediyorum, şu yaşımda çok iyi haber koklarım.

        - Peki, şimdiki gençler...

        Özellikle şimdiki gençlerde zamanlama yok! Ben 25 saat çalışıyorum. Ameliyattan çıktığımda da odamda haber kanalı açıktı.

        - Yedek subaylık bitti Bab-ı åli'ye döndünüz...

        Yine Mithat Perin'le, Yeni Sabah'ın sahibi Safa Kılıçlıoğlu'nun Meydan dergisine geçtik. Kılıçlıoğlu da ünlü patronlardandır. Perin, ihtilafa düştü ayrıldı, ben yazı işleri müdürü olarak kaldım. Safa Kılıçlıoğlu ki her müdürüyle kavga edermiş, benden çok memnun kaldı. Bab-ı åli'nin bir diğer büyük ustası Cihat Baban'la çalıştık, o da benden çok memnundu. Bir yılın sonunda dar geldi haftalık dergi; Hürriyet ve Tercüman'dan teklif aldım, Tercüman'a geçtim. Yurtdışı baskılarında başladım; o dönem sadece Almanya'da 75 bin satıyordu, düşünün. Genel yayın müdürü Oktay Verel'di. Ondan sonra Nazlı Ilıcak Güneri Cıvaoğlu'nu getirdi. Beni yurtdışı baskılardan aldılar, yazı işlerinde çalıştım. Güneri Civaoğlu Güneş Gazetesi'ne geçince ben de oraya geçtim.

        ÇOK GAZETECİ YETİŞTİRDİM

        - O arada bir de Amerika'da master yapmışsınız...

        Amerika'dan döndüğümde Kemal Ilıcak, önüme iki alternatif koydu ve 'Ya İnci'nin ya Yankı'nın başına geç' dedi. Yankı'yı seçtim. Tuğrul Şavkay, dış haberlerdeydi; 'Tuğrul, dış haberlere bin tane adam bulurum. Gel sen gurmeliğe soyun. İstikbalin parlak olur' dedim, dinledi beni. Kısa sürede Hürriyet'e gitti. Benim için iftihar konusudur. Ayrıca yine iftihar ederim ki Mithat Perin ne kadar öğrenci çalıştırdıysa, ben onun dört katı adam yetiştirdim.

        - İyi gazeteciyi nasıl anlardınız?

        Gözünden anlarım. Gazetecilik çalışılarak öğrenilir. Bugün iletişim fakültelerinde kimler ders veriyor; utanıyorum! Türkçe bilmiyor; ders veriyor!

        YANDAŞ MEDYA HEP VARDI

        - 40 yıldan fazladır gazetecisiniz, şimdi siyaset ve medya ilişkisi çok eleştiriliyor; eskiden nasıldı?

        'Yandaş medya', Türkiye'de her dönem oldu. Ne zaman ki Fransa'ya benzemeye başladık, yani tüccarlık başladı, işler karıştı. Tüccarlık yalnız patron katında değil, gazeteciler de tüccar oldu. Durumdan en üst düzeyde nemalanan gazeteciler her dönem vardı, şimdi de var.

        - Yani 'patronlar iş adamı oldu, onun için medya bozuldu' söylemi tam olarak doğru değil...

        Tabii, bunun nedeni patronların tüccar olması değil, gazetecilerin ticarete soyunması. Burada isimlerini versem kıyamet kopar. Daha önce isimlerini vermeden ima eden bir yazı yazdım, kurucu üyesi olduğum Basın Konseyi ceza vermeye kalktı. Tehdit edildim.

        - İsim vermeyin ama konuyu biraz açar mısınız?

        Gazeteciler resmen komisyonculuk yapıyor, ticaret yapıyor. Bunların maaşlarını üst üste toplayın en yüksek faizle bankaya; borsaya yatırsınlar... Olmaz! Çocuklarına nasıl Çırağan'da düğün yapabilirler? Ben niye yapmadım? Çıksın bir kişi Burhan Ayeri'ye para verdik desin! Genç yaştan itibaren hep yöneticiydim. Polisle ilişkilerime inanamazsınız... Şimdi soruyorum arkadaşlarıma: Kaç tanesi Serencebey Yokuşu'nun adını bilir? Kapısından içeri giremezler. Ben imza meraklısı da değilim, hiçbir zaman da olmadım. Özel haberleri arkadaşlarımın adıyla yayınlardım. Türkiye'nin ilk televizyon eleştirmeniyim; onda dahi imza kullanmadım! Ne zaman AKŞAM Grubu'na geldim 'Ekran Polisi' oldu köşemin adı, ben koymadım hatta tuhafıma gitti.

        MİT'LE GÖRÜŞÜYORDUM

        - 'Meslektaşlarımdan kaçı Serencebey Yokuşu'nu bilir?' dediniz, şimdilerde kim MİT'çi kim değil, tartışması var medyada. Siz o dönem hem polisle hem de MİT'le yakın temas halindeymişsiniz...

        Ben MİT'le görüşüyordum ama bu güven ve kendini kaptırmama meselesidir.

        - MİT'in kullandığı gazeteciler var mıydı?

        Hürriyet'in Bonn bürosu bir dönem şubeydi; şimdiyi bilmiyorum tabii. Hatta geçen gün yazdım Ankara'da Hayri Birler vardı; hala var ama ben şimdi bunların isimlerini söyleyemem.

        - Siyasetçilerle ilişkileriniz nasıldı?

        Aramız çok iyiydi ama ben hiç siyasi olmadım. Bir kez senatörlük, üç kez milletvekili adaylığı teklifi aldım; hepsini reddettim. Ben siyasetçi olamam ama Süleyman Demirel zamanında onlar için çok araştırma yaptım ama partiye üye olmadım. Demirel ile ilişkilerim çok iyiydi. Üç çocuğuyduk biz; ben, Erkan Yiğit ve rahmetli Tamer Özdemir...

        UFUKTA ERKEN SEÇİM VAR

        - Gelelim güncel siyasete. Sizce ufukta bir erken seçim olacak mı?

        Seçim mutlaka erken olacak. Bence Anayasa değişiklikleri için referandum yaparlarsa çok büyük tokat yerler. Ekonomik krizi gözden kaçırıyorlar. Sağınıza solunuza bakın; her yer satılık. Lokomotif sektör tekstil bitti; inşaat durdu.

        - Ama ekonomik göstergeler iyi gidiyor; IMF ile yeni anlaşma yapılmayacak.

        O tamamen seçim yatırımı. İMF ile anlaşırsan, çalışana, emekliye zam vermeyeceksin demektir. Öyle olursa, ne olacak? Tansu Çiller emekliye 6 ay sıfır zam verdi. Seçimi kaybetti, barajın altında ezildi gitti. Gazetecilere şaşırıyorum; Brezilya ekonomisini biliyorlar da bunları hiç bilmiyorlar.

        - Eskiden hükümetler gazetelere baskı yapıyor muydu?

        Yapıyordu. Mesela Demokrat Parti'nin en önemli silahı kağıttı. Muhalifsen kağıt alamazsın! Muhalifler, karaborsadan çok pahalı kağıt almak zorunda kalırdı. Şimdi öyle bir şey yok. Bir de kapatmalar vardı. 'Kapattım' dedi mi, bitti! Öyle üst mahkeme, itiraz filan yok. Polis gelir kapatırdı. 80'den sonra da gördük kapatmaları... Zaten gazeteler ya muhalifti, ya hükümetten yanaydı. Bile bile yazarlardı. Tercüman'ın batışı Nazlı Ilıcak'ın 'Evrenspor' yazısı ile başlamıştı.

        KEMAL ILICAK'I KARISI BATIRDI

        - Öncesinde destekleyen yazıları varken, nasıl oldu o dönüş?

        Kendi kendine vahiy geldi; kocasını da batırdı işte! Turgut Özal, 'Demirel'i tutuyor bu grup' diye tehditler savurdu. Kemal Ilıcak'ın yumruğu ile cam masa kırıldı. İşte, Kemal Bey'in yakını Uğur Reyhan hala hayatta; inanmayanlar ona sorsun. Bugünkü Beylikdüzü ve Kozyatağı'ndaki tüm arsalar neredeyse hepsi Kemal Ilıcak'ındı. Özal'ın bakanı Kurtcebe Alptemuçin metrekaresi 180 kuruşa kamulaştırdı. Kenan Evren de katkıda bulundu Özal'a. Bir de kredi aldılar okul yaptırmak için, üzerine faizler bindi. Eğer Nazlı Hanım, yalının satmasına izin verseydi baştan biterdi bu borç. Katlandıkça katlandı, yazık oldu! 44 senelik meslek yaşamımda gördüğüm en baba patrondu. Maaş kuyruğunda işsiz gazetecileri görürdük... Nazlı Ilıcak, Semra Özal'a takmıştı. Bir takım yalanlar da yazdı... Enteresan bir kadın; Demirel mağdurken onu tutuyor, iktidardayken karşısına geçiyor; Mesut Yılmaz ile muhalefetteyken arası iyiydi, Mesut Bey iş başına geldi aleyhine yazmaya başladı, yani hep muhalif. Bir tek Erdoğan'a değil.

        - Peki, o dönemin yazar polemikleri nasıldı; şimdilerde biraz kanlı geçiyor?

        Necip Fazıl ile Bedii Faik'in polemikleri vardır; çok güzel, nezih, edebiyatlı vurmalar. Sonra Ergun Göze ile Bedii Faik arasında vardı. Şimdikiler belden aşağı; açık arama, uydurma olaylar var. Bir de edebi dil yok.

        RTÜK KALDIRILMALI

        - En kıdemli televizyon yazarı sizsiniz...

        Başladığım dönemde televizyon tenkiti yazmak o kadar kolaydı ki... Bir tek TRT, yayın saatleri de belli. TRT'ye vuracağız, çünkü öyle talimat almışız Bedii Faik'ten. Jülide Gülizar'ın kıyafetini eleştirirdik, 'annesinin hırkalarını' giyiyor diye. Bir de hata yaparsa yandı. Sonra konser programları başladı. Bugün hangi kanala yetişeceksiniz? Dizileri başladığında izliyorum ama sonra takip etmiyorum. En son Ezel'i takip ediyordum ama bozuldu; polisiye bir şey oldu. Tuncer Kurtiz'i çıkarsınlar, hiç kalır! Ki ben Kenan İmirzalıoğlu'nun Kadirizm'i bitirdiğine de inanırım. Behlül bir halt değil.

        - Dizilerdeki ahlak meselesine ne diyorsunuz? RTÜK denetlemeli mi?

        RTÜK'ün eli sopalı bir kurum olmasını kabul etmiyorum. Televizyonları devlet denetlememeli, otokontrol olmalı. Televizyon yapımcıları özel bir dernek kurabilir, Amerika'da yapıyorlar bunu.

        Nazlı Ilıcak Kenan Evren'in adayını destekliyordu

        Yankı'nın genel yayın müdürüydüm. Nazlı Hanım, o zaman Ordu'yu destekliyor. Dolayısıyla yayınlarda Evren'in desteklediği aday, yani Turgut Sunalp destekleniyor. Ben de görüyorum piyasayı. Taha Akyol bunları çok iyi hatırlar. Nazlı Hanım sipariş verdi, başyazı geldi. İstanbul o zaman üç bölge, üçünde de Sunalp alacak diyor. En fazla birer tane alır. Koyamam diyorum, sonuçta milleti görüyorum. O başyazıyı attım, 'Özal iktidara geliyor' diye yazdım, onu koydum, kıyamet koptu. Turgut Özal'ı, Kemal Bey'in bir şirketinde genel müdürlük yaptığı dönemden tanıyorum; beraber toto oynamışız; yani o kadar samimiydik. Cengiz Tuncer'le beraber geldiler. 'Siyasete soyun, seni yanıma alacağım' dedi. Kabul etmedim. 'Neden' diye sordu. 'Süleyman Bey'den başka kuş tanımam kusura bakma! Bir de saksağanı bilirim siyah beyaz' dedim... Aynen böyle. 'Kalk Cengiz' dedi, kalktılar gittiler. Ondan sonra tavır aldı, hep mesafeli davrandı. Düşünün belki bakan olacağım! Sonra, ne mafya babaları bakan oldu? Söylesem, hepsi beni mahkemeye verir. Arazi mafyasının lideri, kaçakçı mafyasının lideri bakan yapıldı...

        Siyaset ustalık ister

        Süleyman Demirel'in seçim otobüsü bir şenlikti. Genelde Bartın'dan başlardı seçim gezisine. Otobüsün penceresinden sol kolunu sarkıtırdı. Yol boyunca çekmezdi, öpenler, asılanlar, ısıranlar. Artık kolu neredeyse yerinden çıkacak, yine de camdan içeri çekmezdi. Belli bir saatten sonra, Şener diye bir yardımcısı vardı, o kolonyayla masaj yapar, parmakları yavaş yavaş normale dönmeye başlardı. Demirel'in bu özelliğini gören Kenan Evren de aynı şeyi yapmak istedi. Yalova'da kolunu camdan çıkardı, koluna ilk yapışan çıkardı bileğini yerinden. Doğru GATA'ya... Mesut Yılmaz da taklit etmeye kalktı. Onun da kolu omuzdan çıktı. Yani siyaset bir ustalık gerektiriyor. Süleyman Demirel, diyelim ki Van'da konuşuyor, meydanda herkese isim isim seslenir. O nasıl beyindir? Şimdi muhalefet birleşsin, Cumhurbaşkanlığına aday göstersin, o yaşta seçilmezse yüzüme tükür!

        Bir de Demirel, hep 'benim soğuk çayımı getirin' diye bağırırdı. Peçeteye sarılmış plastik bir bardak, içerken insanlara yaklaşmazdı da. Ben onun çay olduğunu hiç düşünmedim. Bana göre o kesin viskiydi, dopingini alırdı.

        Hem kedi hem de güvercin besliyorum

        Hayvanlara olan sevgimiz 'Atanine'mizden başlıyor. Kalıtımsal. 'Atanine'miz bizi maşayla döverdi ama yaralı bir kedi yavrusu görse ona ilgi gösterirdi. Ben şimdi sadece kedileri değil güvercinleri de besliyorum. Gazetede, Davutpaşa Metrosu önünde ve evimin civarında yemler bıraktığım yerler var. Ben hastayken şoförüm bıraktı yemlerini.

        Turgut Özal'la şeytanın kardeşliği

        Turgut Özal'la fevkalade güzeldi ilişkimiz. Paris'e gittik; Semra Hanım da vardı. Hermes'te alışveriş yapıyorlar. 12'li setler halinde kravat alıyor. Ben bir tane beğendim ve aldım; hala saklıyorum... Seçtiğim kravatı o da beğenmiş ama ben aldım. Dedi ki, 'Semra, şeytanı gördün mü bak neyi buldu?' dedi. Hiçbir şey söylemedim. Aradan uzun süre geçti. Amerika'ya gittik. Grup başkan vekili de vardı, sohbet ediyoruz, 'Bir tane Turgut Bey ile ilgili fıkra anlatayım' dedim. 'Başbakanımız Turgut Özal, şeytan taşlamaya gitmiş, bir atmış şeytanın boynuzunu kırmış. Şeytan başlamış ağlamaya. Başbakanımız da marş söylemeye başlamış' dedim. 'Ne marşı?' diye sordu. Cevap verdim: 'Olur mu böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu?' Turgut Bey, kıpkırmızı oldu. Öyle bir intikam aldım.

        İspanyolca şarkı söyleyince CIA ajanısın dediler

        Sahnede İtalyanca ve İspanyolca şarkılar söylerdim. Master için Washington'a gittiğimde Sevgililer Günü'nü keşfettim... Yine böyle bir kutlama sırasında sahneye çıkıp İspanyolca şarkı söyledim. Güney Amerikalı, Kolombiyalı arkadaşlarım vardı, şaşırdılar. 'İspanyolca bilmiyorum diyorsun ama hatasız söylüyorsun. Sen kesin CIA ajanısın. Bizi dinliyorsun' dediler. Onları ancak iki-üç ay sonra ikna edebildim. Kulağım çok iyiydi. Aslında sevdiğim müzik Türk müziğidir. Annem Üsküdar Musiki Cemiyeti'nden yetişmedir, keman çalardı; sesi çok güzeldi. Babam da müzikle çok ilgiliydi. Akşam oldu mu, akülü radyodan Kemal Gürses idaresinde meydan faslı dinlerken babam çilingir sofrasını kurar, annem de ona eşlik ederdi.

        Gazetecilik uyuşturucu bağımlılığı gibi

        Geriye dönüp baktığımda, gazetecilik hastalık gibi; uyuşturucu bağımlılığı gibi... Ben bu işin hamallığına alışmışım. Bu yaşta hala bilgiye açım. Her şeyi kafama yazmaya çalışıyorum.

        Ama maalesef gençler böyle değil, kendi çocuklarım bile okumuyor. Gazeteler şeklen değişti çünkü teknoloji değişti. Düşünün kurşun harflerin tek tek dizilmesinden bugüne geldik. Bir tek Anadolu Ajansı'na bağlı teleks vardı. Ankara'dan maç sonucu alabildiysek 'telefonla özel' diye kocaman yazılırdı. Dağıtım sorundu. Kamyon yok; lastik yok; yol yok! Gazete Kars'a iki gün sonra girse çok iyiydi. İlk kez Demirel ile Van'a gittiğimde üç saat sürmüştü. Özal ile gittiğimde 45 dakikaya inmişti bu süre. Türkiye gelişiyor, gazetecilik de, ama mesleğimizde bir tek şey gelişmiyor, çalışkanlık yok. Gençler devlet memuru gibi oldu. Hayatım boyunca hep erken işe geldim, hafta sonları bile. Şimdiki gençler geç gelip erken çıkmanın derdindeler.

        Erdoğan, Milli Görüşçü olmasa amatör futbolcu kalırdı

        Başbakan Tayyip Erdoğan ile tanışıklığımız futbola dayanıyor. Babasını tanıyorum, çok iyi bir adamdı. Sandalcıydı ama şimdi kaptan yaptılar. Fener ile Kasımpaşa arasında sandalcılık yapardı. Erdoğan'ı da sözde Fenerbahçe istemiş de gitmemiş. Hava toplarına hakim ama olduğu yerde iyi dönemeyen bir oyuncuydu, yani Fenerbahçe'de oynayacak çapta değildi. Ben bir şey olamayacak, amatör kümede kalacak diyordum ama ne zaman ki Erbakan'ın milli Görüş'üne geçti. Tamam dedim. Erdoğan'ın vefasına hayranım; Süleyman Bey de bile o kadar vefa yok.

        Haberi koklamak ve atlatmak nedir bilirim

        Naim Süleymanoğlu, Avustralya'da Bulgaristan Milli Takım kampından kaçtı. Tercüman'da çalışıyorum, toplantıdayız, 'Bulgar halterci iltica etti' haberi geldi. Dedim ki 'Bu adam bize gelir; kesin Türk'tür.' 'Neden bize gelsin? Kesin Amerika'ya gider' dediler. Adam Naim Süleymanoğlu çıktı, bu haberi koklamaktır işte. 1985 yılında Yankı'dayken bir grup gazeteciyle Bağdat'a gittik. Bir gün kayboldum... Milli Takımı kampını ziyaret ettim. Mihmandar Abdülkerim Ali isminde biriydi, sonra İstanbul'a başkonsolos oldu, o götürdü beni, Brezilyalı hocalarıyla röportaj yaptım. Aynı gün Kerkük'e gittim, orada da bir röportaj yaptım. Kerkük'ü Yankı'da; 'Irak Milli Takımı kampına girdik' haberini de Tercüman'ın spor sayfasında verdik. Saadettin Teksoy 'Abi Hürriyet'ten kovuluyorum, senin yüzünden' diye aradı. Atlatma haber budur!

        Gazeteciler arasında büyük ve küçük hırsızlar var

        Avrupa Futbol Şampiyonası'na götürmeyi de teklif ediyorlar, çeşitli yurtdışı gezilere de... Hiçbirini kabul etmiyorum. Gazeteciler arasında büyük hırsızlar var, küçük hırsızlar var! Eskiden bir grup gazeteci bu işlere meyilli olurdu, şimdi hemen hemen hepsi... Özal'ın lafı vardı ya, 'Benim memurum işini bilir!' Bu arada unutmadan 'köşe dönücülük' lafı da bana aittir. Tercüman'da taksi plakalı araba, TIR gibi hediyeler veriyorduk. Reklam sloganımızı ben bulmuştum: 'Tercüman köşeyi döndürüyor' Güneri Cıvaoğlu, gazetenin reklam toplantılarına bensiz gitmezdi. Hatta ajans sahibi benimle çalışmak istemiş ama Güneri, izin vermemiş. Yıllar sonra söyledi. Gider miydim bilmiyorum; belki de hayatımın şekli değişirdi...

        Sıkı Yönetim Basın Bürosu'ndan torpilliydik

        Bülent Ecevit, çok dürüsttü. Eleştirebilirsiniz ama çok dürüsttü. 12 Eylül sonrası parasal anlamda çok kötü günler geçirdi. Oran'daki evinin aidatlarını ödeyemeyecek duruma geldi. Ben ona Yankı'da yazdırdım. Her ay 50 bin lira telif gönderdik. Türkiye'den böyle dürüst siyasetçiler de geçti. Hasan Cemal, Cumhuriyet'in genel yayın müdürüydü, bizden cesaret alıp Kıbrıs Harekatı'nın yıl dönümünde Ecevit'in ağzından Kıbrıs Anıları diye bir şey bastılar. Sıkıyönetim yayın yasağını 'güm' diye koydu. Hasan Cemal aradı. 'Sen ne yapıyorsun, bunlar daha birinci gün yayın yasağı koydu bize?' Dedim, 'Biz torpilliyiz...' Basın işlerine bakan Çetin Paşa'nın kapısında sandalye tepelerinde çok sabahladım ama torpilliydik... Belki Yankı'nın torpiliydi.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ