Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Özel Röportajlar Caner Cindoruk: ‘Oyunculuk poz kesmek değildir’

        HT MAGAZİN / Ece SARUHAN

        Yaklaşık 4 yıl önce, bir tiyatro âşığı olarak kalbimin en özel köşesinde sakladığım ‘Pandaların Hikâyesi’ adlı oyunu aracılığıyla tanıştık Caner Cindoruk ile. O günden beri kendisi benim için güzel adam tanımlamasının karşılığı. İçi dışından da güzel, ruhu insana çocukluğunun masumiyetini hatırlatan cinsten.

        Bu kez 23 Ocak’ta TİM Show Center’da prömiyer yapacak olan ‘İstanbulname’ adlı müzikali konuşmak için buluştuk kendisiyle. Caner’in Eğrikapılı Ali adında bir kabadayıyı canlandırdığı, Ferdi Merter’in yazıp Şakir Gürzumar’ın yönettiği müzikalde; aralarında Nükhet Duru, Pelin Akil, Cezmi Baskın, Kayhan Yıldızoğlu ve Selçuk Borak’ın da bulunduğu 50 kişilik bir kadro görev alıyor. “Biletler Biletix’te” diyor ve bir kısmını HTDokun’la izleyebileceğinizi hatırlatarak tadı damağımda sohbetimize geçiyorum...

        ‘KENDİMİ GELİŞTİRMEYİ SEVİYORUM’

        ■ İlk kez bir müzikalde rol alacaksın. Nedir ‘İstanbulname’nin konusu?

        Osmanlı’nın son dönemlerinde geçen bir mahalle ve aşk hikâyesi. Ben mahallenin kabadayılarından Eğrikapılı Ali’yi canlandırıyorum. Tulumbacı, kendine has trükleri olan bir adam. Nükhet Duru’nun canlandırdığı anlatıcı Uğurböceği karakterinin kızı mahalleye geliyor. Kız onu zengin sanıyor, biz de Uğurböceği’ne oyunu ortaya çıkmasın diye mahallece yardım ediyoruz. İçinde gelenekçi ve göstermeci unsurlar da barındıran, ikinci perdesi vodvile yakın akan bir müzikal. 50 kişiden oluşan çok güzel bir ekibimiz var. Dekor, kostüm ve müziklerle de o dönemin ruhunu seyirciye geçirmek istiyoruz.

        ■ Nasıl kesişti ‘İstanbulname’ ile yolun?

        Sanırım bu memlekette dönem işi denince akla gelen ilk isimlerden biriyim. Sinema ve dizilerden sonra bu kez bir dönem işiyle tiyatro sahnesinde olacağım. Hem tiyatrocu olan hem de dans edip şarkı söyleyebilen birini ararlarken yapımcımız Türker Bey (İnanoğlu) beni uygun görmüş. Ben de böyle bir müzikalin içinde olmayı çok istedim. Hikâyenin samimiyetinin yanı sıra dans edip şarkı söylemek fikri de bana çok sıcak geldi.

        ■ Nasıl şarkı söylemekle ve dansla aran?

        Ben alaylıyım, çocukluğumdan beri tiyatro yapsam da konservatuvar okumadım. Şan için özel eğitim aldım ama dans eğitimim yok. Kendimi geliştirmeyi seviyorum. Müzikalin koreografisini “İyi ki tanıştık” dediğim Selçuk Borak yapıyor, kendisi bana çok yardımcı oluyor. Çok dans eden biri değilim ama bu müzikal sayesinde dans yetim ortaya çıktı, fazla zorlanmıyorum.

        ■ Kendini geliştirmek yerine sadece kas geliştirerek de oyuncu olunabiliyor bu memlekette. Ekran örnekleriyle dolu...

        Televizyon genelde güzel, yakışıklı tabir edilen insanların bir araya getirildiği bi mecra.

        ‘KASA DEĞİL, ESNEK OLMAYA İHTİYACIM VAR’

        ■ Yakışıklı olmasaydın sana dizilerden gelen teklif sayısı daha az olur muydu?

        Teklif daha az olurdu ama ben buna takılmıyorum. Dış görünüşe yaslanılmasını hiç doğru bulmuyorum. Bana “Biraz vücut yapsan süper olacaksın” diyorlar ama yapmak istemiyorum.

        ■ Neden?

        Çünkü sahneye çıkıyorum. Benim kasa ihtiyacım yok, sahnede esnek olmaya ihtiyacım var. Üçgen vücut olsaydım Zeki Demirkubuz beni filminde oynatmazdı. Bu, bir tercih meselesi ve ben o dizi dayatmasının tamamen karşısındayım. Önemli olan nasıl göründüğüm değil, içimi canlandırdığım karakterle ne kadar doldurabildiğim. Oyunculuk poz kesmek değildir. Uğur Yücel, “Kamera insanın yüzüne girdiği anda içinin fotokopisini çeker. Yalan yapma şansın yoktur” der. Yalansız bir oyuncu olmak için yetenek de yetmiyor. Çok çalışmalı, okumalı, araştırmalı, entelektüel bilgilerden faydalanmalısın. Biriktirmeyi bıraktığın anda oyunculuğun geriye doğru gider. Bu yüzden sürekli sahnede olmak benim için çok önemli. Biraz sert olacak ama sadece dizi yapan insanlar sahneye çıktıklarında birçok şeyi kaybetmiş oluyorlar. İçle rine konuşuyorlar, pozlarla oynuyorlar.

        ■ Ufukta bir dizi var mı peki?

        4 filmim vizyona girmek için bekliyor. Zeki Demirkubuz’un yönettiği ‘Kor’ ve Yılmaz Erdoğan’ın yönettiği ‘Ekşi Elmalar’da rol aldım. Kardeşim Münir Can’ın başrol oynadığı bir filmde konuk oyuncu oldum. Kürt yönetmen Hiner Saleem’in yeni filmi ‘Dar Elbise’de de rol aldım. Film, Cannes Film Festivali’ne gidecek. Fransız editörlerden çok iyi geri dönüşler aldım. Oyunculuğumu Ömer Şerif’e benzetmişler, çok mutlu oldum. Bu yoğunlukta netleşmiş bir dizi projem yok. Son 2 yıldır dizilerdeki hikâyelerin niteliğinin düştüğünü düşünüyorum. Bu yüzden ekranda sadece poz kesenleri anlayabiliyorum. Hikâye hikâye olmayınca poz kesmekten başka bir şey yapmalarına gerek kalmıyor. İçime sinen bir hikâyenin anlatıcısı olmak istiyorum.

        ‘TEMİZ İNSAN UTANIR’

        ■ Müzikale konu olan mahalle kültürü ve dayanışma hali hayatın içinde kayboldu. Ne ara bu hale geldik biz?

        Ben de kendime sık sık bunu soruyorum. Daha 90’larda böyle değildik. Benim yetiştiğim yerde Kürtler, yörükler, Ermeniler, Rumlar, Araplar birlikte yaşardık ve siz-biz ayrımı yoktu. Sevgi ve saygı vardı. Artık aynı apartmanda yıllarca birlikte oturan insanlar birbirlerini tanımıyor. Evinizde ölseniz kokana kadar kimse kapınızı çalmaz! Giderek yalnızlaşan, aileden uzaklaşan, tüketime dayalı yaşayan, akıllı telefonlar aracılığıyla iletişim kuran insanlara dönüştük.

        ■ Üstelik utanmayı da unuttuk...

        Evet, utanmayı unutan çok insan var. Bu, insanın içinde ne barındırdığıyla ilgili. Temiz insan utanır. Vicdan çok önemli. Biraz utanma duygusu barındırsak bu kadar gaddar bir insanlık olmayacak. Herkes biraz vicdanını dinlemeli, vicdanının sesine kulak vermeli.

        ‘SOKAĞIN İÇİNDEN GELEN BİR ADAMIM’

        ■ Ot Dergisi’ne bir 35 yaş yazısı yazdın. Babanla olan hikâyeni okurken çok duygulandım. Anlatsana, kaçıranlar da öğrensin...

        Babam öykü yazarı ama bu memlekette yazarak para kazanılmadığından geçimini sağlamak için Çukurova’da yıllarca işportacılık yaptı. Bir gün, terlik sattığı işporta tezgâhının önünde, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük şairlerinden biri olan Adnan Yücel’den Orhan Kemal Öykü Ödülü’nü kazandığını öğrendik. Ardından ‘İşportacı yazar’ başlıklarıyla gazetelere haber olduk. Hemen sınıfsal bir damga yapıştırıldı babama. Trajikomik anlardı. Ben sokağın içinden gelen bir adamım. Adnan Yücel’i, Muzaffer İzgü’yü, Fikret Otyam’ı hep o tezgâhın başında tanıdım.

        ■ Şimdi senin başarıların gazetelerde. Ne hissediyor baban?

        Gurur duyuyor. Bana hep “Ne iş yaparsan yap cahil kalma oğlum, oku mutlaka” derdi. Bir kimliğim olmasını isterdi. Esas gururu bundan.

        ■ Dediğin gibi çoğumuz akıllı telefonlarımızın esiriyiz, ikonca diye bir dil geliştirdik. Bu hastalık sana da bulaştı mı?

        ‘Annemin saçımı okşaması bana terapi gibi geliyor’

        Haklısın, ikonca yeni dil oldu. Eskiden insanlar birbirlerine şiir okurdu, şimdi birine şiir okuduğunda alay konusu olabiliyorsun. Artık şiir okunmadığı, basılmadığı gibi hayatın şiirini de kaybettik. Benim için hâlâ insanlarla telefonla iletişime geçmektense yanlarına gidip bir çay içmek daha değerli. Bazı duyguların kaybolmaması gerektiğine inanıyorum. Mahallemdeki esnafla sohbet etmeyi çok seviyorum. 35 yaşındayım ama hâlâ annemin yüzünü okşamak ya da onun saçımı okşaması bana terapi gibi geliyor. Mutsuz hissettiğimde bir çocuğun gözlerine bakarak ya da bir köpeği severek enerji depoluyorum. Mutluluk böyle küçük anlarda gizli. Bu anları ıskalamayalım.

        ‘ESKİ kabadayılar YÜREKLİ insanlarmış’

        ■ ‘İstanbulname’de bir kabadayıyı canlandırıyorsun. Eskiden kabadayılık yürek işiymiş, günümüzdeyse vuran, kıran, parçalayan kabadayı bozuntuları sardı hayatın her alanını...

        Maalesef haklısın. Müzikalde bu söylediklerine de gönderme var. Dediğin gibi eski kabadayılar yaşadıkları yerdeki birçok kesime yardımcı olan, yürekli insanlarmış. Eğrikapılı Ali de öyle. Tulumbacı, yani maksadı günümüz kabadayıları gibi ortalığı ateşe vermek değil yanan ateşi söndürmek.

        ‘Böyle erkeklik OLMAZ!’

        ■ “Kadınıma taparım” diyen bir adamsın. Ülkemizde kadına verilen değer ortada: Taciz, tecavüz, şiddet, giyimine kuşamına karışmak... Ne hissettiriyor bu tablo sana?

        Bunlar olamamış insanların kendi açıklarını kapatma çabaları! Böyle erkeklik olmaz! Kapitalle birlikte erkek egemenliğine ve kafasına dayanan bir sistem kurulmuş. Erkek fiziksel gücünü kullanarak hep kadını geri planda tutmuş, ezmeye çalışmış. Ya kardeşim şunu göremiyor muyuz, kadının aklına ihtiyacımız var. Bu sistem, bu bakış açısı insanlığın sonunu getirecek. Bu şiddet bir an önce durmalı!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ