Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya Cenk Erdem HABERTURK.COM'a konuştu

        ŞEBNEM ABAYGİL / HABERTURK.COM

        sabaygil@haberturk.com

        Boğaziçi Üniversitesi'nde çift anadal yaparak hem Psikoloji hem de Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık okuyan Cenk Erdem, 1992'de özel radyolar açıldıktan 1 yıl sonra radyoculuk yapmaya başladı ve 10 yıl boyunca Kiss FM'de çalıştı. Televizyonda müzik programı sunan, sonra sıkılıp asıl mesleği psikologluğa dönen ve dört yıl boyunca Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Onkoloji Bölümü'nde kanser hastası çocuklarla çalışan Erdem, bu sürecin hayatının manevi açıdan en zengin dönemi olduğunu söylüyor ve “Ben hayatta neyin gerçek dert olduğunu gördüm. 5 yaşındaki çocuklar kanserle boğuşurken, insanların kendilerine kocaman görünen o küçük şeylere dertlenmelerine katlanamıyorum” diyor.

        Hem psikolog hem de DJ kimliğiyle 2009 yılında piyasaya çıkardığı 'İyileştiren Şarkılar' albümüyle büyük ilgi gören Cenk Erdem, ikinci albümü 'Psycho Disco'da disko klasiklerini bir araya getirdi ve son olarak da 'İyileştiren Şarkılar'ın ikincisini çıkardı.

        Kendi deyimiyle 'hayatının hiçbir döneminde kanını memurlaştırarak tek bir işte duramayan' Cenk Erdem, 'Psikolog DJ' ünvanıyla yıllardır müzik piyasasının içindeki bir isim. Son altı yıldır basın danışmanlığı yapıyor ve serbest gazeteci olarak ulusal gazetelere yabancı sanatçılarla yaptığı röportajları veriyor.

        DJ'lik, basın danışmanlığı, yazarlık... Birçok işi bir arada yürütüyorsunuz. Şu sıralar da müzik ve psikoloji ilişkisi üzerine konferanslar veriyorsunuz. Bu konferansların içeriğinden biraz bahseder misiniz?

        İlk kez Adolesan Sağlığı Sempozyomu'nda vermiştim bu konferansı, şimdi birçok özel toplantıda sunmaya başladım. En son Deniz Akademi'de 120 kişiye eğitim verdim. Müzik ve psikoloji çok ilgi çekiyor. Özellikle kurumsal şirketlerde çalışan insanların haftasonu eğitim programları oluyor. Çok ağır olan o programlar arasında müzikten bahsedince mutlu oluyorlar. İnsanlar burçlarını okurken bile kişilikleriyle ilgili 2-3 cümle duymak istiyorlar. Hele ki “Ne dinlediğini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” gibi bir yaklaşıma bayılıyorlar. İşin asıl dikkat çeken yanı, sözünü ettiğim şeylerin bilimsel araştırmalara dayanıyor olması. Yapılan bu araştırmalar, müzik tercihlerinin iç dünyamız ve kişilik özelliklerimiz hakkında bazı ipuçları verdiğini de ortaya koyuyor. Kişilerin müzik tercihlerini bilmek de onları anlamaya çalışırken en büyük yardımcılarımızdan biri olabiliyor.

        Araştırmalara göre ortaya çıkan sonuç ne?

        Sadece psikologlar değil; nörologların da içinde bulunduğu, binlerce deneğin kullanıldığı araştırmalarla müzikler kategorize edildi. Denekler üzerinde yapılan testler sonucunda da müzik türlerine göre baskın kişilik özellikleri olduğu ortaya çıktı. Rentfrow ve Gosling'in müzik tercihleri ile kişilik özellikleri arasındaki bağıntıyı araştırdıkları 2003 tarihli çalışmalarında, sert ve isyankar müzikler -hard rock, alternatif, heavy metal gibi- dinleyen bireylerin, isyankar, risk almaktan hoşlanan, fiziksel olarak aktif ve farklı şeylere merak duyan kişiler oldukları; yine aynı araştırmanın sonucunda, popüler, hareketli müzik dinleyenlerin neşeli, sosyal, güvenilir, kendilerini cazip bulan bireyler oldukları; ritmik, elektronik müzik dinleyenlerin konuşkan, enerjik, bağışlayıcı; caz, blues dinleyenlerin yeniliklere açık, kendilerini zeki bulan, sözel becerileri kuvvetli ancak atletik becerileri kısıtlı bireyler oldukları saptandı. Bildiğiniz gibi caz, blues gibi müzikler biraz daha soyut düşünmeye izin verir. Pop müziğin nakaratı bellidir, sözleri bellidir, seni senaryosuna hapseder.

        Peki dinlediğimiz müzikleri belirleyen etkenler neler?

        Psikolojiye göre, dinlediğimiz müzikler gelişimsel süreçle alakalı. İnsanın bulunduğu çevre, okuduğu ortam dinlediği müzikler üzerinde çok etkili. Esas kritik nokta ise ergenlik dönemi. Ergenlik döneminde gençler dünyaya hem nasıl olduklarını göstermek; hem de kim olmak istediklerinin mesajını vermek istiyorlar. Bu mesajı vermeye çalışırken de işin içine Madonna'lar Lady Gaga'lar giriyor. Özellikle popüler ikonlar, pop figürleri, konserleriyle, posterleriyle, şovlarıyla gençlerin özdeşleşmek istedikleri başarılı figürlere dönüşüyor.

        Araştırma sonuçlarına dayanarak pop müziğin ergenliğe geçişi hızlandırdığını söylüyorsunuz.

        Genç, müzik yoluyla toplum hakkında ve sosyal konularda olduğu gibi, cinsiyet rolleri ve kendisinden beklenen davranışlar konusunda da bilgi ediniyor. Pardun ve arkadaşlarının 2005 yılında gerçekleştirdikleri bir araştırma var ve alanında tek. Popüler müziklerdeki sözlerin cinsel gelişme, romantik ilişkiler ve cinsel davranışlar üzerindeki etkisinin incelendiği bu araştırmadan çarpıcı sonuçlar çıktı. Araştırma sonuçlarına göre, gençler ne kadar çok cinsel içerikli şarkı dinliyorsa , o kadar çok cinsel açıdan aktif olmaya eğilimliler. Bilindiği gibi gençler pop müziğe çok fazla vakit ayırıyorlar. Orada da kritik bir nokta var psikolojik açıdan. Akranlar tarafından kabul görmek gençliğin en önemli psikolojik meselelerinden biridir. Popüler müziğin cinselliği erken tetikliyor oluşu doğrudur ancak tabiki bu ülkeden ülkeye değişir. Katıldığım Adolesan Sağlığı Sempozyumu'nda eğitim fakültelerinden birinde yapılan bir anket vardı. Bu anket sonucuna göre gençler git gide muhafazakarlaşıyor. Ancak gerçekten muhafazakarlaşıyorlar mı yoksa kendilerini muhafazakar mı göstermek istiyorlar, bunu tartışırım. Lady Gaga, Madonna gibi isimler sadece birer pop şarkıcısı değil, gençlere birer rol model aynı zamanda. Gençleri kendilerini ifade etmeleri açısından cesaretlendiren birer lider olduklarını düşünüyorum. Cinsellik çağrısı sözlerden gelmiyor sadece; gençler sanatçının imajından, kliplerden, tavırlarından etkileniyor. Bir yandan muhafazakar görünüp diğer yandan Lady Gaga ile coşuyorsan orada durup düşünmelisin içinde gerçekten ne olduğunu.

        Lady Gaga dinleyen insan muhafazakar olamaz mı diyorsunuz?

        Muhafazakar da olabilir ama içinde kalmıştır bazı şeyler. Lady Gaga ile mutlu olmaya, kendini tatmin etmeye çalışıyordur.

        'TARKAN BİR DÜŞ SAVAŞÇISI'

        Türkiye'de lider olarak değerlendirebileceğimiz, gençlere rol model olan/olabilecek isimler var mı?

        Cinsellik konusunda tavrı olan, gençleri cesaretlendirebilecek, hadi onu da geçtim herhangi bir konuda tavrı ve duruşu olan çok fazla sanatçı göremiyorum. Sinéad O'Connor, konserinde Papa'nın fotoğrafını yırtıyor, Madonna Irak Savaşı sırasında hükümete kafa tutuyor! Bizimkilerde nerde böyle bir başkaldırı? Felsefeleri yok ve bu yüzden de ikon haline gelemiyorlar. Madonna piyasaya çıktığı ilk dönemde, ki ben çocuktum o zaman, tüm anarşist duygularımı ayağa kaldırmıştı. Cinselliği ve dini aynı anda kullanıyordu gösterilerinde. 'Like a Virgin' şarkısını düşünün, 1984'ten bahsediyoruz. Bir röportajında “Sahneye yarı çıplak çıkıyorsunuz, erotik dans ediyorsunuz ama boynunuzda bir haç var” denildiğinde Madonna'nın cevabı “O haçın üzerinde çarmıha gerilmiş çıplak bir erkek var” olmuştu. Böyle bir şeyi bizim toplumumuz kaldıramayacağı için bu kadar zeki, bu kadar tavırlı ve meydan okuyan şarkıcı yok bizde. Çok yetenekli şarkıcılar da hazmedilemiyor ne yazık ki ülkemizde. Güzel sesli ve yetenekli olarak söyleyebileceğim Tarkan var, e onun da maruz kaldıkları ortada. Ona laf edene bakıyorsun, ne sesi ses, ne şarkısı şarkı... Tarkan'a sataşması çok doğal! Tarkan bir düş savaşçısı.

        Ülkedeki genç kuşağı ve birçoğunun yaşadığı 'boşluğu' düşünürsek yerli ikonların olmayışıyla ilgili mi şu anki durumları?

        Ülke olarak da nereye, neye ait olduğumuz bilmiyoruz ki. Bir yandan gitgide muhafazakarlaştığımız söyleniyor, görünen de o ama bir diğer yandan, bir DJ olarak sabaha karşı gece kulübünden çıktığımda sokaklarda sevişen çiftleri, çok ağır abilerin kulüplerden travestilerle ayrıldıklarını görüyorum. Hiçbir zaman bir İran olacağımızı düşünmüyorum çünkü ülkedeki insanların zevk almaya yönelik yaşama biçimleri buna müsait değil. Bizim insanımız inançlarını bile birer zevke dönüştürüyor. Ramazan'ı ele alalım. İnsanın iradesini test ettiği bir dönem ancak oruç tutmaktan çok iftarda neler yiyeceğimiz, iftar sofralarımız kıymetli. Din çok tabu olduğu için herkes kendini kandırıyor. Gerçekleriyle yüzleşmeyen, kendini inkar eden bir toplumuz maalesef..

        Bir psikolog olarak Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

        Tam bir açıkhava tımarhanesi! Sezen Aksu'nun son şarkılarından birinde geçiyor bu söz, ben de kullanırdım yıllar önce. Aynı şeyi düşünmüşüz gibi hissettim dinleyince. Sezen Aksu'nun ağzına sağlık!

        Sosyal medyayla da yakından ilgilisiniz ve çarpıcı tespitleriniz var. Türk halkı, sosyal medyayla imtihanında başarılı oldu mu? Yoksa bunu da mı elimize yüzümüze bulaştırdık?

        Sosyal medya tam bir illüzyon. 1-2 blog'ta yazan, 50 takipçisi olan, güne “Günaydın follower'larım” diyerek başlıyor. Gittiğin bir konserden, filmden bahsedebilirsin ama daha konser sırasında ya da film bitmeden twit atanlar var. İnanılır gibi değil... Bir de bir durum var ki içler acısı: Adamın 50 bin tane takipçisi var, bir kulüpte sahneye çıkarsan 50 kişi gelmez. Twitter'da insanlar kendilerinden çok etkileniyorlar. Bu muhakemeyi bozar ve ilerleyen zamanda kafa oynar. Bir psikolog olarak da birçoğunun da oynatmış durumda olduğunu söyleyeyim. Sosyal medyayı amacına uygun olarak kullananlar da var elbet. İsim vermek gerekirse Cüneyt Özdemir. Onu takip etmek cebime haber düşmesi gibi bir şey. Eğlenmek içinse Banu Alkan'ı takip ediyorum ve çok eğleniyorum.

        AMY WINEHOUSE'UN ARDINDAN...

        Bu röportajı gerçekleştirdiğimiz sırada Amy Winehouse henüz hayattaydı. Ani ölümünün ardından onu çok seven bir müziksever olan Cenk Erdem'in de birkaç söz etmesini istedim. “İçimi dökmem lazımdı” diyen Erdem, “Gitti giden...” diye başladı ve şunları yazdı:

        “Amy Winehouse gitti ve sanki tüm dünyaya derin bir hüzün bıraktı. Genç sesi öyle iyileştirici ve öyle güzeldi ki, ses rengi ve söyleyişiyle şarkıdaki her duyguyu öyle güzel yaşatıyor, kalbiyle öyle müthiş şarkı söylüyordu ki… En başından beri ona tuhaf bir şekilde çekilmiştim, duygu dünyasının ve yaşantısının dağınıklığıyla bana çok kırılgan geldi hep. Bu yüzden şarkılarına ayrıca tutuluyordum ve hatta arşivimde az bulunan bazı demo kayıtları bile var. Üstelik 'İyileştiren Şarkılar' albümlerimin ilki için plak şirketi ile birlikte özellikle istediğim şarkılara izin almak üzere yazışmalara başladığımızda, ilk izin Amy Winehouse şarkısı 'Love Is a Losing Game' için gelmişti… Albüm çıktığında da gazetelerde ve televizyonlarda nasıl olup da Amy Winehouse'ı 'İyileştiren Şarkılar'a dahil ettiğim soruldu hep... Oysa ki iyileştirici olan Amy Winehouse'un sesi ve herhangi bir derdi çok sahici anlatan ve bizi duygularla yüzleştiren şarkılarındaki tondu. İlk olarak Hürriyet'te Banu Tuna, albüme koca bir sayfa ayırıp, 'Amy Winehouse'un kendine hayrı yok, beni nasıl iyileştirsin?' başlığı atmıştı. İkinci albümü çıkardığımızda da bu kez Kanat Atkaya köşesini tamamen 'İyileştiren Şarkılara ayırıp 'Şifa niyetine Amy dinlenir mi?' başlığıyla soruyordu. Her defasında kendi çapımda avukatlığını yapıyordum ben de... Hayatı dağınık ve başı beladan kurtulmayan biri olarak, değişmeye cesaretlendirilmesi gerekiyordu belli ki ve koca bir dünya ona inanmak yerine onu hep yargılıyordu. Bu yüzden ben onu hep hüzünlenerek hatırlıyor olacağım. Michael Jackson gibi, Amy Winehouse gibi çok yırtık olmayan, kendi dünyasında yaşayan çok özel yetenekleri yargılamaya ve harcamaya bayılıyoruz. Sonra da piranhalar gibi şarkılarına üşüşüyoruz. Nitekim Amy Winehouse'un en meşhur albümü 'Back to Black' ölümünden hemen sonra yeniden İngiltere 1 numarası oldu ve Amerika'da da dijital satışlarda 1 numaraya yükseldi...Oysa ki bir şiirde geçtiği gibi 'Gitti giden, gitti giden'… Sesiyle iyileştiren, sahici duygular veren kırılgan bir genç kadın sessizce çekip gitti… ”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ