Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema İzlemeden geçmeyin! İşte 2000’li yılların en iyi 10 Güney Kore filmi
        1

        CİNAYET GÜNLÜĞÜ (2003)
        (Sarinui chueok - Memories of Murder)

        Bong Joon-ho’nun Güney Kore’nin ilk seri katil vakasından yola çıkan bir tiyatro oyunundan Shim Sung-bo ile birlikte sinemaya uyarladığı film, Detektif Park ve Detektif Seo’nun 1986’dan 2003’e kadar uzanan hikâyesini anlatıyor. Olayların arka fonunda Güney Kore’de yıllar içinde yaşanan ekonomik ve toplumsal değişimi incelikle yansıtan Bong, kişilik olarak birbirlerinden çok farklı olan iki detektifin psikolojisini derinlemesine ele almayı başarıyor. Filmin en şaşırtıcı ve güçlü yanı, seri katil türünün kodlarına meydan okuması; başarıya değil başarısızlığa odaklanma cesaretini göstermesi. Oyuncuları, görüntü yönetimi, müziği, anlatımı, senaryosu, hüzünlü ve gerçekçi havasıyla tüm zamanların en iyi seri katil filmlerinden biri.

        2

        İHTİYAR DELİKANLI (2003)
        (Oldboy)

        Yıllarca bir odaya hapsedilen adam, serbest kaldığında bunu kendisine yapanların peşine düşer. Son 30 dakika öykünün bağlamı değişir, simetrik bir intikam planı çıkar karşımıza. Final kafa karıştırıcı, zihin açıcıdır. Sonuç olarak, çoktan unutulmuş şımarık bir gençlik hatasının trajik sonuçları, suçluluk duygusu, intikam içgüdüsünün sınır tanımazlığı ve hiçbir cezanın sevdiklerini kaybetmek kadar büyük olamayacağı üzerine güçlü bir öykü var ortada. Yönetmen Park Chan-wook, baştan sona sinemasal bir şok koyuyor ortaya. Anlatım sizi öyle bir alıp götürüyor ki, öykünün inandırıcılığı üzerine düşünecek vaktiniz olmuyor. Rüyayı andıran ve çoğunlukla sabit kamerayla çekilen dövüş sahneleri eşsiz. Cannes’da Jüri Büyük Ödülü’nü kazandıktan sonra 2004 yılının en çok konuşulan filmlerinden biri olmuştu. 2013’te Hollywood’da yapılan yeniden çevrimi ise beğenilmedi.

        3

        KARANLIK SIRLAR (2003)
        (Janghwa, Hongryeon - A Tale of Two Sisters)

        Bir Kore halk hikâyesinden esinlenen film, üvey anneleriyle sorun yaşayan iki kız kardeşin başına gelenleri anlatıyor. Senaryoyu da yazan yönetmen Kim Jee-woon, gerilimi ağır ama sağlam şekilde inşa ediyor ve seyirciyi sürpriz sonlu finale doğru ustalıkla sürüklüyor. Film ilerledikçe ailenin karanlık sırlarına, geçmişte yaşanan ağır travmalara doğru ilerliyoruz. Gösterime girdiği yıl itibarıyla Güney Kore tarihinin en çok iş yapan korku filmi olmayı başarmış; ABD'de sinema salonlarında gösterilen ilk Güney Kore korku filmi olarak da tarihe geçmişti. 2009 yılında ABD'de gerçekleştirilen “The Uninvited” adlı yeniden çevrimi ise çok ilgi görmemişti. “Karanlık Sırlar”ın sürpriz finaliyle birçok korku gerilim filmine ilham verdiğini de belirtelim.

        4

        BOŞ EV (2004)
        (Bin-jip – 3-Iron)

        2020 yılında 60 yaşına girmesine günler kala Covid 19’a yakalanan ve hayatını kaybeden Kim Ki Duk’un en iyi filmlerinden biri. Senaryosu da Kim Ki Duk’un imzasını taşıyan film, motorsikletiyle yollara düşen ve sahiplerinin belirli süreler için ayrıldığı evlere yerleşen Tae-suk adlı gencin hikâyesini anlatıyor. Tae-suk dairelere hırsızlık amacıyla girmiyor. Tam aksine, gerekli tamir ve bakım işleriyle ilgileniyor. Bir gün boş zannederek girdiği evde gördüğü evli bir kadına âşık oluyor. Kocasından şiddet gören kadın, Tae-suk ile birlikte evden kaçıyor. Kim Ki-duk iki ana karakterini konuşturmuyor ve aralarındaki sessiz iletişime odaklanıyor. ‘Boş Ev’, başta benzersiz hikâyesi, başarılı yönetmenliği ve sosyal – sınıfsal temalara uzanan alt metinleriyle akıllardan kolay çıkmayan bir film. Venedik’te yönetmenine Gümüş Aslan kazandırdığını belirtelim.

        5

        THE HOST (2006)
        (Gwoemul)

        ABD üssünün kirli atıklarının atıldığı nehirde ortaya çıkan bir canavarın hikâyesi... Canavarın amacı, bütün canlılar gibi beslenmek ve hayatta kalmak. Karada da hareket edebiliyor olması onu tam bir insan avcısı haline getiriyor. Türkiye'de İngilizce adıyla bilinen “The Host”, bir aileyle canavar arasındaki husumeti anlatıyor daha çok... “Parazit”le tüm dünyanın tanıdığı bir isim haline gelen Güney Koreli yönetmen Bong Joon-ho, Amerikan canavar filmi klişelerinin bazılarını kullanırken bazılarıyla da dalga geçiyor. Ama seyirciye sağlam bir canavar filmi seyrettirmeyi ihmal etmiyor. Canavarın gündüz vakti, nehirden çıkıp şehirdeki ilk saldırısını gerçekleştirdiği o harikulade sekansın bir benzerine rastlamak gerçekten zor. Amerikan canavar filmi geleneğinin nasıl yıkılıp yeniden yapılandırıldığını görmek istiyorsanız “The Host”u kaçırmayın. Korku gerilim filmi olarak da gayet iyi.

        6

        ŞEYTANI GÖRDÜM (2010)
        (Ang-ma-reul bo-at-da – I Saw the Devil)

        Güney Koreli Jee-woon Kim'in yönettiği film, kontrolden çıkan bir intikam hikâyesi anlatıyor. Hikâye, bir seri katil ile onun peşine düşen genç bir gizli ajanın arasındaki intikam ve hesaplaşma sürecini anlatıyor. Hikâyenin değişik olan yanı, hamile nişanlısını öldüren seri katili zorlanmadan yakalayan genç ajanın onu adalete teslim etmek ya da hemen öldürmek istemiyor olması... Tam tersine, katili serbest bırakıyor ve onu sürek hayvanı gibi izliyor, fiziksel ve psikolojik işkencelerini sürdürüyor. Katil plansız ve hesapsız, tümüyle içgüdüsel olarak suç işliyor. Kılı bile kıpırdamadan tecavüz ediyor, işkence yapıyor ve öldürüyor. İçindeki o doymak bilmeyen şiddet içgüdüsü, seyirci için asap bozucu bir hale geliyor. Öte yandan, genç ajanın intikam arzusunun da kolay tatmin edilemeyecek bir duygu olduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Zaten filmin en özgün yanı, iki karakterin bu tatmin edilemez duygularını karşı karşıya getirmekteki başarısı ve cesareti. "Şeytanı Gördüm", seyirciyi hem akıldışı şiddetle hem adalet uğruna uygulanan şiddetle yüzleştiriyor. Suç, ceza ve intikam üzerine yeniden düşündürüyor.

        7

        HİZMETÇİ (2016)
        (Ah-ga-ssi – The Handmaiden)

        Sarah Waters’ın “Fingersmith” (2002) 19. yüzyıl Londra’sında geçen romanı 1930’lu yıllara, Japonya’nın Kore’yi işgal ettiği yıllara taşınıyor. Bir çete tarafından hırsız olarak yetiştirilen genç Sook-Hee, dolandırıcı Fujiwara tarafından Lady Hideko’nun özel hizmetçisi olarak Kouzuki adlı zengin bir kitap koleksiyoncusunun evine yerleştiriliyor. Japonlarla işbirliği yapan ev sahibi Kouzuki’nin amacı, intihar etmiş eşinin yeğeni Hideko’yla evlenip mal varlığına el koymak. Sook-Hee’nin görevi ise dolandırıcı Fujiwara’nın Hideko’yu baştan çıkararak, onunla evlenmesine yardımcı olmak... Dört karakter arasında dönen oyunları, aldatmacaları, gizli hedefleri tam olarak anlayabilmek için finale kadar sabretmek gerekiyor. Çünkü “Hizmetçi” şaşırtmacalı şekilde gelişen bir hikâye kurgusuna sahip. Filmde olaylar önce Sook-Hee’nin, daha sonra da Hideko’nun bakış açısından anlatılıyor. Yönetmen Park Chan-wook’un aynı olayları farklı kamera açıları ya da kurguyla anlatması bir yana, “Hizmetçi” öykünün odağının, ana karakterinin, hatta temalarının değişmesiyle de çarpıyor bizi. Sook-Hee’nin saflığı ve vicdan azaplarıyla başlayan ‘Hizmetçi’, herkesin kendi çıkarı peşinde koştuğu, marazi bir suç filminden bir aşk hikâyesine doğru evriliyor.

        8

        THE WAILING (2016)
        (Gok-seong)

        Güney Kore usulü bir şeytan çıkarma filmi demek mümkün ama işin içinde Kore halk efsaneleri, hayaletler ve şaman törenleri de var. Gerilimli olduğu kadar komik bir film aynı zamanda. Alt metinleri ise çok zengin... “The Chaser” ve “The Yellow Sea” filmleriyle tanınan Hong-jin Na'nın yazıp yönettiği “Gok-seong”, küçük bir kasabada yaşanan esrarengiz şiddet olaylarını konu alıyor. Polis, ilk başta salgından kuşkulanıyor; çünkü insanlar önce gizemli bir hastalığa yakalanıyor, sonra da ailelerine ve yakın çevrelerine saldırıyorlar. Polis dahil birçok kişi, her şeyin suçlusunun ormanda yaşayan bir Japon olduğuna inanıyor ve onunla mücadele edebilmek için bir şaman çağırıyorlar... “The Wailing”in finali tam bir bulmaca gibi... Düşünce jimnastiği yapmak isteyenler için mükemmel bir film. Finalde bütün sorularına açık ve net yanıtlar arayan seyircilere uzak durmalarını önersem de kendi alt türünün en özgün, tuhaf, çarpıcı örneklerinden biri olduğu söylenebilir.

        9

        ŞÜPHE (2018)
        (Beoning – Burning)

        Dünya prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali dahil birçok ödül kazanan, eleştirmenlerin yılın en iyisi seçimlerinde öne çıkardığı ‘Şüphe’nin ana karakteri Jong-su “Dünya, benim için bir gizemdir” diyor. Tutkuyla bağlandığı Hae-mi de onun için bir gizem... Jong-su için cinsel arzu, belirsizleştikçe derinleşen bir duygu sanki... Filmi, Jong-su, Hae-mi ve Ben arasındaki sınıfsal ilişkiler üzerinden de yorumlamak mümkün. Dışarıdan bir aşk üçgeni gibi görünse de üçünün arasında daha karmaşık bir ilişki var. Jong-su ve Hae-mi, para sıkıntısı çeken gençler. Ben ise para ve zaman sıkıntısı olmayan varlıklı biri... Hae-mi ve Jong-su'ya bir tür vampir gibi, içlerindeki hayat enerjisini, duygularının gerçekliğini emmek için yaklaşıyor sanki. Üçü de arzularının peşinden gitmeye çalışıyor ama aslında neyi arzuladıklarını bilmiyorlar. Görsel açıdan mütevazi bir film ama yönetmen Chang Dong Lee'nin her ayrıntıya kafa yorduğu, sahneleri iyi tasarlayıp çektiği kesin. O sakin akışın altındaki yoğun duyguları ve saplantıyı serinkanlı bir tarzda anlatması dikkat çekici.

        10

        PARAZİT (2019)
        (Gisaengchung)

        Kazandığı En İyi Film Oscar’ıyla tarih yazan, dünya genelinde ulaştığı hasılatla yapımcılarının yüzünü güldüren ‘Parazit’, sadece Güney Kore’nin değil, 2000’lerin de en iyi filmlerinden biri olarak kabul ediliyor. Yönetmen Bong Joon Ho, 2000’li yıllara ait başka tür bir yoksulluğu anlatıyor. Kim ailesinin yoksulluğu, geçim zorluğu kadar düşmüşlük ve dışlanmışlık halleriyle ilgili… Alışageldiğimiz tarzda bir yoksulluk psikolojisine sahip değiller. Filmde anlatılan sınıf mücadelesi, sadece ekonomik değil, psikolojik cephede de geçiyor. Tek mesele geçim ya da para değil. Gurur da bir sınıf mücadelesi nedeni… Film, alt sınıfların modern dünyadaki en önemli sermayesinin zekâ ve özgüven olduğunun altını incelikle çiziyor. Dolayısıyla, ilk bölümü “zenginlerin parası, yoksulların zekâsı” diye özetlemek mümkün… İkinci bölümde ise yoksullar zekâlarıyla elde ettikleri her şeyi biraz da kibirleri ve açgözlülükleri nedeniyle riske atıyorlar. Asıl sorun ise alt sınıfların kendi içlerindeki rekabetten kaynaklanıyor.

        Haberi Hazırlayan: Kadir Kaymakçı

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ