Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Sevgililer Günü için aşkı anlatan 20 film önerisi - Habertürk Özel
        1

        AŞK (2013)
        (Her)

        Spike Jonze’nin yazıp yönettiği film, tek kişilik hayatların giderek yaygınlaştığı bir dünyada aşkın anlamını sorguluyor. Theodore'u (Joaquin Phoenix) biraz tanıyınca; dinlediği melankolik şarkılara ya da yalnızlığına tanık olunca, Scarlett Johansson'un sesiyle konuşan işletim sistemi Samantha'ya âşık olmasını garip karşılamıyorsunuz. O da bilgisayarıyla vakit geçirirken yalnızlaştığını fark etmeyen insanlardan biri. Theodore'un Samantha ile ilk “çıktığı” günler, akıllı telefonlarla ilişkimizi akla getiriyor. Çevremiz artık tek başına dolaşırken konuşan, gülen, eğlenen insanlarla dolu değil mi? Film, mutluluğu başkalarıyla bulmak konusundaki sosyal tembelliğe çekiyor dikkatimizi. Theodore'un telefonda bir yabancıyla yaptığı “seks”, sadece “ses”ten oluşan bir partnere çoktan hazır olduğunu gösteriyor. Spike Jonze, bu hüzünlü ve gerçekçi aşk öyküsünü sıcak, rengarenk bir gelecek dekorunda anlatıyor. Hafif puslu, melankolik gelecek görüntüleri, doğal renkli sade kostümler ve iç mekânlarla birleşip, Arcade Fire'ın dokunaklı, lirik müziğine karışıyor.

        2

        BİR ERKEK 10 GÜNDE NASIL KAYBEDİLİR? (2013)
        (How to Lose a Guy in 10 Days)

        Andie Anderson (Kate Hudson) bir kadın dergisinin yazarıdır. Daha ciddi konular üzerine yazmak istese de ‘Nasıl?’ (How to) başlıklı yazılarını sürdürmek zorundadır. Yakın arkadaşı Michelle’in sevgilisinden ayrılması üzerine yeni yazı konusunu ‘Bir Erkek 10 Günde Nasıl Kaybedilir?’ olarak belirler. Tam da bu sırada, bir reklam ajansında çalışan Ben (Matthew McConaughey) yeni kampanyasının hazırlıklarını yürütürken istediği her kadını kendisine 10 günde âşık edebileceği üzerine patronuyla iddiaya girer. Andie’nin yazı konusunu bilen ve Ben’in iddiayı kaybetmesini isteyen iki kişi, Andie ve Ben’i karşı karşıya getirir. Andie, kendisinden kurtulmak için elinden geleni yaparken Ben’in onu baştan çıkarmak için uğraşması ve ikisinin de birbirlerinin gerçek niyetlerini bilmemesi, eğlenceli sahnelere vesile olur. Michele Alexander ve Jeannie Long’un resimli romanından sinemaya uyarlanan filmi Donald Petrie yönetti.

        3

        AŞK SARHOŞU (2010)
        (Love and Other Drugs)

        Edward Zwick’in yönettiği film hem satıcılık hem de kadınları baştan çıkarma konusunda çok maharetli olan Jamie Randall’ın (Jake Gyllenhaal) gerçek aşkı bulmasını anlatıyor. 90’ların favori ilacı Prozac’a karşı verilen pazar kavgasındaki satış temsilcilerinden biri olan Jamie’nin, genç yaşta Parkinson’a yakalanmış Maggie Murdock (Anne Hathaway) ile olan ilişkisi yoğun bir duygusallığa doğru ilerliyor. Bu arada Jamie, Viagra’nın piyasaya sunulmasıyla mesleğinde atağa kalkıyor. 11 Eylül saldırısı ve ekonomik krizler öncesinde neşesini bulmuş, ahlakçılığı bir yana bırakmış Amerikan orta sınıfının seks hayatıyla ilgili hoş gözlemler de var filmde. Mesleğinde giderek yükselen Jamie’nin orjilere dönüşen kongreler ve seks partileri ile Parkinson hastası Maggie arasında kalması ilginç. Jake Gyllenhaal ve Anne Hathaway, derinlikli karakterler yaratıyor ve seyre değer kompozisyonlar çiziyorlar. İkisinin arasındaki sahnelerin gerçekçiliği ve inandırıcılığı, filmi de alıp götürüyor. ‘Aşk Sarhoşu’nun romantik komedi gibi başlayıp, göz yaşartıcı bir drama dönüşmesi hiç rahatsız edici değil. Duygu sömürüsünden uzak durması da takdire değer.

        4

        AŞKTA HER ŞEY MÜMKÜN (2003)
        (Something's Gotta Give)

        Müzik endüstrisinin tecrübeli yapımcılarından Harry Sanborn (Jack Nicholson), genç kızlarla birlikte olmaktan vazgeçmeyen bir çapkındır. Sevgilisi Marin (Amanda Peet) ile birlikte yalnız kalma umuduyla, başarılı bir oyun yazarı olan Marin’in annesi Erica’nın (Diane Keaton) evine giderler. Ne var ki, Erica kardeşi Zoe (Frances McDormand) ile birlikte evdedir… Tuhaf bir akşam yemeğinin ardından Marin’le odasına çekilen Harry, fenalaşarak kalp krizi geçirir. Doktor Julian (Keanu Reeves) bir süre evde kalmasını isteyince Erica ile Harry mecburen yakınlaşırlar… Süreç içinde Harry, Erica’dan etkilenmeye başlar. Nancy Meyers’in yazıp yönettiği film, romantik komedi türüne farklı bir hava getiriyor. Başroldeki Diane Keaton’ın bu filmle en iyi kadın oyuncu dalında Oscar, Altın Küre ve SAG ödüllerine aday olduğunu ve Altın Küre’yi kazandığını belirtelim.

        5

        KIRMIZI DEĞİRMEN (2001)
        (Moulin Rouge!)

        1900 yılında Paris’in bohem hayatına karışmak isteyen genç İngiliz yazar (Ewan McGregor), gece kulübü yıldızı Satine’e (Nicole Kidman) âşık olur. Dönemin bohem kültürü üzerine düşündüren gösterişli bir müzikal... Eğlenceli bir tonda başlayan filmin giderek melodrama kaydığını belirtelim. Avustralyalı yönetmen Baz Luhrmann’ın bir tür yabancılaştırma efekti gibi kullandığı şarkıların özelliği, öykünün geçtiği dönemden çok sonra bestelenmiş ve farklı bir biçimde yorumlanmış olmaları… Elton John’un ‘Your Song’ ya da Sting’in tango olarak yorumlanan “Roxanne” şarkıları gibi...

        6

        SENDEN NEFRET ETMEMİN 10 SEBEBİ (1999)
        (10 Things I Hate About You)

        William Shakespeare’in ‘Hırçın Kız’ adlı komedisinden yapılan serbest bir uyarlama… Senaryo yazarları Karen McCullah ve Kirsten Smith, olayları ABD’de bir liseye taşıyorlar. Cameron (Joseph Gordon-Levitt), hoşlandığı Bianca ile çıkmak ister. Ama kızın babasının koyduğu kurala göre Bianca’nın (Larisa Oleynik) bir erkekle çıkabilmesi için önce ablası Kat’in (Julia Stiles) bir erkekle çıkması gerekmektedir. Cameron da bunun üzerine okulun çapkın çocuklarından Patrick’ten (Heath Ledger) Kat’i baştan çıkarmasını ister. Ama Kat kimseye kolay lokma olacak bir kız değildir. Gişelerden iyi bir sonuç alan film, Gordon-Levitt, Stiles ve Ledger’ın performanslarıyla öne çıkmıştı. Filmden 10 yıl sonra aynı adla bir TV dizisi de çekildi.

        7

        AH MARY VAH MARY (1998)
        (There's Something About Mary)

        Ted (Ben Stiller), lise yıllarında âşık olduğu Mary’yi (Cameron Diaz) bulmak için bir özel detektif (Matt Dillon) tutar. Dedektif Mary’yi çok beğenince Ted’e yalan söyleyerek ondan kurtulmaya çalışır. Ama Ted bir şekilde Mary’nin hayatına girer ve ‘Mary’ye âşık şaşkın erkekler kulübü’nde yalnız olmadığını anlar… Bobby ve Peter Farrelly kardeşlerin yönettiği ‘Ah Mary Vah Mary’, eleştirmenlerin katıldığı birçok soruşturmada 1990’lı yılların en komik filmlerinden biri seçildi. Kaba güldürüyle romantizmi birleştiren ve birbirinden komik sahneler içeren film, Cameron Diaz’a New York Film Eleştirmenleri’nin en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandırdı. 1998 yılının en çok seyredilen 4 filminden biriydi.

        8

        BENDEN BU KADAR (1997)
        (As Good As It Gets)

        Melvin Udall (Jack Nicholson) insanlardan mümkün olduğunca uzak durmaya gayret eden, obsesif-kompülsif özelliklere sahip bir romancıdır. ‘Yürürken çizgilere basmamak’ başta olmak üzere birçok takıntısı vardır. Hep aynı restoranda, aynı masada kahvaltı etmek de bunlardan biridir. Restoranda ona katlanabilen tek garson Carol’dur (Helen Hunt). Kaldı ki, o da Carol’dan başka hiçbir garsonun kendine hizmet etmesini istemez. Melvin’in bir saat gibi hep aynı düzende işleyen hayatı, sanatçı komşusu Simon’un (Greg Kinnear) hastaneye yatmasıyla alt üst olur. Melvin, Simon’un köpeğine bakmak zorunda kalır ve bu, Carol’la ikisini yakınlaştırır. James L. Bridges’in yönettiği film, başrollerde oynayan Jack Nicholson ve Helen Hunt’a Oscar kazandırmasıyla da bilinir. Mark Andrus’un öyküsünden sinemaya uyarlanan film, durum komedisiyle karakter dramını ustalıkla birleştirir.

        9

        CHASING AMY (1997)

        Resimli roman sanatçısı Holden McNeil (Ben Affleck) ve Banky Edwards (Jason Lee), 20 yıllık arkadaştır. Aynı stüdyoda çalışır ve çok iyi geçinirler. Ta ki Holden, bir başka resimli roman sanatçısı olan Alyssa Jones’a (Joey Lauren Adams) âşık olana kadar. Banky’nin bu gelişmeden hiç hoşnut olmaması bir yana, Alyssa’nın lezbiyen olması da bir başka sorundur. Kevin Smith’in yazıp yönettiği film, mizah anlayışı ve sahici romantizmiyle 1990’lı yılların genç seyircilerini yakalamayı başardı. Smith’in ‘View Askewniverse’ adını verdiği serinin üçüncü filmi olan ‘Chasing Amy’, Bağımsız Ruh Ödülleri’nde (Independent Spirit Awards) Smith’e senaryo, Jason Lee’ye ise yardımcı erkek oyuncu dallarında ödül kazandırdı.

        10

        EN İYİ ARKADAŞIM EVLENİYOR (1997)
        (My Best Friend's Wedding)

        27 yaşındaki New Yorklu restoran eleştirmeni Julianne Potter (Julia Roberts), eski arkadaşı Michael O’Neal’den (Dermot Mulroney) bir telefon alır. Michael ona varlıklı bir ailenin kızı olan, 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Kimmy Wallace (Cameron Diaz) ile evleneceğini haber verir. Julianne ve Michael yıllar önce, 28 yaşına kadar evlenecek kimse bulamazlarsa eğer, birbirleriyle evleneceklerine dair söz vermişlerdir. Michael’ın 28 yaşına 3 hafta kala çok genç biriyle evlenecek olması, Julianne’i hayal kırıklığına uğratır. Michael’ın yanlış bir karar aldığını düşünerek düğünü sabote etmeye karar verir. Kimmy’nin kendisine çok iyi davranması kararını değiştirmez. Michael ile Kimmy’nin arasını bozmanın zor olduğunu anlayınca bu kez gay arkadaşı George’u (Rupert Everett) yardıma çağırır. ABD’de 10 hafta boyunca en çok iş yapan filmler listesinde ilk 10’da kalmayı başarmıştı.

        11

        GÜN DOĞMADAN (1995)
        (Before Sunrise)

        1990’lı yıllarda özellikle gençler üstünde etki bırakan filmlerden biriydi. Baştan sona diyaloglarla akıp giden filmlere önyargısı olanların bile sevdiği ‘Gün Doğmadan’ın trenlerle Avrupa'yı gezen, yaz tatilleri sırasında geçici aşklar, ilişkiler yaşamayı seven gençlerle dolu bir dünyada kült filme dönüşmesi şaşırtıcı değildi. Viyana’nın varlığı, kuşkusuz filmi daha da güzel ve romantik hale getiriyordu. Celine (Julie Delpy) ve Jesse (Ethan Hawke) film boyunca Viyana’da dolaşırken hem birbirlerini hem de şehri tanırlar. Yönetmen Richard Linklater’ın senaryosunu Kim Krizan’la yazdığı ‘Gündoğmadan’, sinema tarihinin en kendine özgü serilerinden birine düştü. Linklater, iki başrol oyuncusuyla birlikte Celine ve Jesse karakterlerinin yıllar sonraki hayatlarından kesitler aktarmaya devam etti. ‘Before Sunset’ 2004’te, ‘Before Midnight’ ise 2013’te gösterime girdi.

        12

        SEVGİNİN BAĞLADIKLARI (1993)
        (Sleepless in Seattle)

        Eşini kanser nedeniyle kaybeden Sam Baldwin (Tom Hanks), acıyla daha iyi baş edebilmek için 8 yaşındaki oğluyla birlikte Chicago’dan Seattle’a taşınır ama 18 ay sonra değişen hiçbir şey yoktur. Jonah annesini çok özler ama hâlâ acı çeken ve geceleri uyuyamayan babasının hali onu üzer. Sam, Jonah’ın zorlamasıyla Noel gecesinde tüm ülkeye seslenen bir radyo programında eşini ne kadar çok özlediğini anlatır… Onu dinleyen ve etkilenen kadınlardan birisi gazeteci Annie Reed (Meg Ryan) olur. Ülkenin iki farklı ucunda yaşayan ve uzun süre yan yana gelmeyen iki insanın aşk hikâyesi ne kadar inandırıcı olabilir, demeyin. Nora Ephron’un yönettiği ‘Sevginin Bağladıkları’, gösterime girdiği yıl eleştirmenlerin ve seyircilerin kalbini fethetmesinin yanı sıra özgün senaryo ve şarkı dallarında Oscar’a aday olmayı başarmıştı.

        13

        ÖZEL BİR KADIN (1990)
        (Pretty Woman)

        1990’lı yıllarda romantik komedinin yükselişinin nedenlerinden biri, ‘Özel Bir Kadın’ın gişede yakaladığı büyük başarıdır. Senaryosunu J.F Lawton’un yazdığı, Garry Marshall’ın yönettiği film, adını Roy Orbison’un bir şarkısından alır. Varlıklı iş adamı Edward Lewis (Richard Gere) katılmak zorunda olduğu iş yemekleri ve sosyal etkinliklerde kendisine eşlik etmesi için erkeklere profesyonel olarak hizmet veren Vivian Ward (Julia Roberts) ile anlaşır. Ama Vivian ile vakit geçirmekten keyif aldıkça birlikte oldukları süre uzar. Hikâye ilk başta sınıf farklılıkları ve kadın bedeninin metalaşması üzerine karanlık bir dram olarak tasarlanmıştı ama daha sonra büyük bütçeli, yıldız oyunculara yer veren bir romantik komediye dönüştü. Eleştirmenlerin beğenmediği film, gişede çok başarılı oldu ve Julia Roberts’a bir Altın Küre ödülünün yanı sıra Oscar adaylığı getirdi.

        14

        İLK DANS, İLK AŞK (1987)
        (Dirty Dancing)

        Film, ‘baba kuzusu’ bir genç kız olan Baby’nin (Jennifer Grey) öyküsünü anlatır. Baby, yaz tatilinde ailesiyle gittiği tatil köyünde çok sıkılacağını düşünür. Ama dans hocası Johnny’nin (Patrick Swayze) varlığı her şeyi değiştirir. Dans ederken yakaladıkları uyum etkileyicidir. Birbirlerine âşık olduklarında Baby’nin babası bu ilişkiye karşı çıkar ve Johnny’yi görmesini yasaklar. Dans sahneleri, şarkıları ve romantizmiyle 1980’li yılların en popüler gençlik filmlerinden biri…

        15

        YEŞİL IŞIK (1986)
        (Le Rayon Vert)

        Erkek arkadaşından yeni ayrılan Delphine’in tatil planları, kız arkadaşının son anda vazgeçmesiyle altüst olur. Tek başına tatil yapmaktan hoşlanmayan Delphine için zor bir dönem başlar. Çevresindeki birçok kişi için tek başına çıkılan yaz tatili romantik maceralar anlamına gelir ama Delphine gelip geçici ilişkilerden ziyade hayatının aşkını arayan bir romantiktir. Usta Fransız yönetmen Eric Rohmer, tek gecelik serüvenlerden, yüzeysel arkadaşlıklardan hoşlanmayan Delphine üzerinden, bir kez daha kadın-erkek ilişkilerine bakıyor.

        16

        YAZ GÜNÜYDÜ (1971)
        (Summer of ‘42)

        1942 yazında Nantucket Adası’na giden genç öğrenci Hermie ve iki arkadaşı, savaşın sıkıntılarından uzak bir tatil geçirmeye çalışırlar. Hermie savaştaki pilot eşinden haber bekleyen Dorothy’ye âşık olur. 2. Dünya Savaşı’nın sancılarını, sıkıntılarını her şeyden uzaktaki bir adada anlatan hüzünlü ve romantik bir büyüme öyküsü. Her yeni kuşağın keşfetmekten büyük zevk aldığı, Herman Raucher’in yazdığı Robert Mulligan’ın yönettiği film, Michel Legrand imzalı müzikleriyle de tanınıyor.

        17

        AŞK MEVSİMİ (1967)
        (The Graduate)

        “Genç erkek-olgun kadın ilişkisi” deyince akla gelen ilk filmlerden. Üst orta sınıf bir Amerikan ailesinin gelecek vaat eden çocuğu Ben (Dustin Hoffman), yaz tatilinde babasının iş ortağının karısıyla (Anne Bancroft) bir ilişki kurar. Sonra da kızına (Katharine Ross) âşık olur. Paul Simon- Art Garfunkel’ın ünlü ‘Mrs. Robinson’ şarkısıyla da hatırlanan Mike Nichols imzalı film, 1968 kuşağının özgürlükçü ruhunu sinemaya taşımasıyla öne çıkıyor.

        18

        YASTIK SOHBETİ (1959)
        (Pillow Talk)

        Jan Morrow (Doris Day) New York’ta tek başına yaşayan başarılı bir iç dekoratördür. Tek sorunu, yan binada oturan ve yüzünü hiç görmediği komşusu Brad Allen (Rock Hudson) ile aynı telefon hattını kullanıyor olmaktır. Jan, Broadway müzikalleri yazan çapkın besteci Brad’in telefonu çok sık kullanmasından rahatsızdır. Telefon şirketi, işlerin yoğunluğundan Jan’a özel bir hat tahsis edemediği için iki komşu telefonda sık sık tartışırlar. Bir gece bir parti sırasında Jan’ı gören ve beğenen Brad, Texas’lı bir çiftçi gibi davranarak ona kur yapmaya karar verir. Michael Gordon’un yönettiği ‘Yastık Sohbeti’, 1959 yılının en çok iş yapan filmlerinden biriydi. 5 dalda Oscar’a aday oldu ve ödülü en iyi özgün senaryo dalında kazandı. Doris Day ve Rock Hudson sonraki yıllarda iki romantik komedide daha bir araya geldi.

        19

        AŞK İLANLARI (1940)
        (The Shop Around The Corner)

        İnternet çağında geçen ‘Mesajınız Var’ (You've Got Mail) gibi başarılı bir yeniden çevrimin yanı sıra başka birçok romantik komedi filmine ilham vermiş bir başyapıt, her şeyiyle gerçek bir klasik. Macar yazar Miklos Lazslo'nun oyunundan yapılan uyarlanan senaryo ve Ernst Lubitsch'in yönetmenliği harika… Budapeşte’deki bir hediyelik eşya mağazasında çalışan Alfred Kralik (James Stewart), yeni mesai arkadaşı Klara Novak (Margaret Sullavan) ile hiç anlaşamaz. Birbirleriyle sürekli didişirler. İkisini bilmediği şey ise uzun süredir mektup arkadaşı olduklarıdır…

        20

        BRINGING UP BABY (1938)

        Çağdaş romantik komedinin öncüsü olarak bilinen ‘screwball’ komedileri 1930'lu yılların gözde türlerinden biriydi. Güçlü kadın karakterlerin yer aldığı bu filmlerde kadın erkeğe zekâsıyla meydan okurdu. Başrollerinde Katharine Hepburn ve Cary Grant'in oynadığı, Howard Hawks’un yönettiği “Bringing Up Baby” gösterime girdiğinde gişede başarısız olmuş, eleştirmenlerin dikkatini çekmemişti. Ama 1950'li yıllarda televizyonda gösterilmesiyle birlikte yeniden keşfedildi ve kısa sürede bir ‘screwball comedy’ klasiği haline geldi. Cary Grant filmde, müzesi için çok ihtiyaç duyduğu 1 milyon dolarlık bağışı almak isteyen ve sevgilisi Alice’le evlenmeyi planlayan bir paleontolojisti, Katharine Hepburn ise özgür ruhlu, leopar sahibi Susan Vance’i canlandırıyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ