Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Haftanın Portresi: Türk sinemasının teknolojiyle imtihanı

        Birinci Dünya Savaşı başlayalı henüz 5 ay olmuştu.

        17 milyon 661 bin askerin hayatını kaybettiği savaş, sadece cephelerde askerler arasında geçmedi.

        Şehirlere ve kırsal kesimlere de sıçradı.

        Sivil vatandaşlar da hayatını kaybetti.

        Ve ülkelerin ekonomisi yerle bir oldu.

        Türk sineması, dünyanın yangın yerine döndüğü böyle bir ortamda Fuat Uzkınay tarafından 14 Kasım 1914'te başlatıldı.

        Yeşilköy'deki Ayastefanos Anıtı'nın yıkılışının filme çekilmesiyle başlayan Türk sinemasında 4 yıl süren Birinci Dünya Savaşı yıllarında toplam 10 film üretildi.

        Birinci Dünya Savaşı'nın ardından başlayan Kurtuluş Savaşı dönemindeyse üretilen film sayısı sadece 11.

        REKLAM

        İki savaşın olumsuz etkileriyle mücadele ederek başlayan Türk sineması'nda Cumhuriyet'in kurulmasının ardından gelişme başlasa da daha fazla yol almasına bu kez başka bir savaş engel oldu.

        İkinci Dünya Savaşı...

        Türkiye, yaklaşık 50 milyon asker ve sivilin hayatını kaybettiği, insanlık tarihinin en büyük küresel savaşına girmemiş olsa da kimsenin sinemayı düşünecek hali yoktu.

        Çünkü savaşa girme ihtimaline karşı askeri harcamalar artmış, bir milyon kişi silah altına alınmıştı. Bu durum da sanayi ve hizmet sektöründe iş gücü kaybı, üretim ve verimliliğin düşmesine yol açtı.

        Fuat Uzkınay, Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın emriyle Merkez Ordu Sinema Dairesi (MOSD) kurulunca 1915'te Sigmund Weinberg'in yardımcılığına getirildi.

        Rumen uyruklu Sigmund Weinberg, Türkiye'de ilk film gösterimini yapan ve Osmanlı'ya sinema kültürünü getirmiş ve yerleştirmiş birisi olarak tarihe geçti.

        Arz - talep dengesi bozularak mal kıtlıkları meydana geldi.

        Savaşın etkisiyle baş gösteren ekonomik kriz en temel ihtiyaç olan ekmeğe kadar indirgendi.

        İsteyen istediği kadar ekmek alamadı.

        Ekmek, hükümet tarafından belirlenen kişiye gerekli kalori miktarı ölçüsünde karneyle dağıtıldı.

        Doğal olarak da ekmeğin bile karneyle alındığı bir dönemde sinema derin bir darbeyle karşı karşıyı kaldı.

        İkinci Dünya Savaşı döneminde toplam 18 film üretildi.

        1945'de savaşın bitimiyle birlikte yeniden hareketlenmeye başlayan Türk sinemasında 1948'den itibaren üretilen filmlerin sayısında büyük artış elde edildi.

        1948'de çekilen film sayısı, savaş dönemi boyunca çekilen film sayısına eşit hale geldi.

        Türk sineması öyle bir yükselişe geçmişti ki...

        1960'da gerçekleştirilen askeri darbe, ardından başbakan Adnan Menderes'in yargılama süreci ve idamı bile Türk sinemasının film üretimine olumsuz bir etkide bulunmadı.

        Çekilen film sayısı her yıl artıyor, İstanbul'da ve Anadolu'da yeni sinema salonları açılıyordu.

        1960'lı yılların ortalarından itibaren Türk sineması ilk 'Yıldız oyuncu'larını da çıkarmaya başladı.

        O 'Yıldız oyuncu'lardan ikisi Göksel Arsoy ile Ayhan Işık'tı.

        'Yıldız oyuncu'ların izleyiciden büyük ilgi görmesi üzerine üretilen film sayısında büyük artış yaşandı.

        1966'da çekilen 239 film, Türk sinemasının üretkenliğini gözler önüne serdi.

        Türk sineması için işler oldukça yolundaydı.

        12 Mart 1971'deki askeri muhtıraya rağmen film üretimi durmadı.

        1972'de gösterime giren film sayısının rekoru aradan geçen 47 yılda hâlâ kırılamadı.

        O yıl tam tamına 302 film beyazperdeye yansıdı.

        Ne var ki sinsi bir tehlike evlerin çatılarına anten olarak çöreklenmeye başlamıştı.

        Evin babası çatıya çıkar, anteni sağa sola çevirip şöyle seslenirdi;

        'Yayın geldi mi?'

        'Geldi mi?'nin cevabı 'Geldi, geldi' oldukça Türk sinemasına yeni bir dert gelmeye başladı.

        Türk sineması ilk kez teknolojik bir gelişime karşı var olma mücadelesi vermek zorundaydı.

        Televizyon...

        Türk sinemasının teknolojiyle ilk imtihanı TV ile oldu.

        İlk TV yayını 31 Ocak 1968'de başladı.

        Başlarda TV, her evde olamadı.

        Sadece mahallenin zenginlerinde vardı.

        Yayın süresi kısıtlıydı.

        Günde 3 saat...

        1970'li yıllar...

        TV'si olmayanlar TV'si olanların daimi misafiri haline geldi.

        TV'si olmayan evler ile TV'si olan evler arasındaki statü farkı ilkokul çağlarındaki çocuklara kadar indi.

        - Babam ay başında alacak. Söz verdi.

        Türündeki diyaloglar okullarda beyaz yakaların ve siyah önlüklerin düğmelerinin kopmasına neden olmaktaydı.

        Elinde iğne - iplik olan anneyle çocuğu arasındaki kanıksanmış diyalog o günlerde şöyleydi;

        - Yine mi kavga ettin, bu kaçıncı?

        - Ama anne bana fakir dediler. Babam TV'yi ne zaman alacak?

        Ankara'dan gelen bir ağabey yoktu ama evde bir bayram havası...

        1975'ten itibaren daimi misafirlikler de çocuklar arasındaki kavga da azalmaya başlayarak annelerin üstlerine danteller serdiği TV'ler her evde baş köşede yer almaya başladı.

        Çocuklar yayın saatinden dakikalar önce TV'nin önüne çömelir, anneler çayı ve meyveleri hazır eder, babaların ağzından ise hep 'Ajans başlayacak. Sessiz olun!' sözcükleri çıkardı.

        Torunlarına ördüğü kazaktan bir an başını kaldıran nineler ise;

        'Yarabbim. Daha neler göreceğiz? Sen aklımızı koru'...

        Zeki Müren'i görebiliyorduk.

        Peki Zeki Müren bizi görebiliyor muydu?

        Yılmaz Erdoğan, acaba 'Vizontele'deki efsane repliği yazmasına neden olan kaç 'Fikri' görmüştü?

        Ertem Eğilmez'in bol ödüllü 'Canım Kardeşim'i, TV sahibi olmanın toplumda nasıl bir statü göstergesi olduğunu gözler önüne seren film olarak 1973'te gösterime girdi.

        Ya ikide bir elektrikler kesilir veya yayın.

        Ya yayın kesilmesinde ekrana gelen maşrapaya göz kırpmadan bakanlara ne dersiniz?

        Ya yayının daha net alınabilmesi için antenlere takılan tencere kapaklarına?

        Mahalleli kadınların toplanarak ellerinde mendillerle sinemalardaki halk günlerine akması azalmıştı.

        Güneşte kurutulmuş karpuz çekirdeklerinin tahta sandalyeler üzerinde çitlendiği yazlık sinemalar da azalmıştı.

        Doğal olarak da çekilen film sayısı da azalmıştı.

        Her ne kadar yayın saati ve programlar kısıtlı olsa da teknolojik nimet insanları evlerine kapatmıştı.

        Üzerine de bir de terör belası eklenince Türk sineması için tehlike çanları iyiden iyiye çalmaya başlamıştı.

        TV'nin Türk sinemasına vurduğu darbeyle üretilen film sayısının azalması erkek ve kadın yıldız oyuncuları yeni arayışlara sürükledi.

        Arayışın sonunda da yıldız oyuncular, şarkı söyleyerek sahnelerde yer edindi. (Yukarıdaki fotoğrafta Hülya Koçyiğit, sahneye ilk çıktığı anda görülüyor.)

        Erotik filmlerin en ünlü oyuncusu Arzu Okay'dı.

        Her ne kadar o dönem Türk filmleri TV'de yayınlanmıyor olsa da sinemaya olan ilginin azalması sinemacılara 'Ya yeni bir yol bulacağız ya da yeni bir yol yapacağız' dedirtti...

        Sinema salonlarında televizyonda olmayan yapımlar gerekliydi.

        Erotik filmler...

        Türk sinemasının varlığını erotik filmlere sürdürme yoluna girmesiyle yeni bir furya doğdu.

        O furya ki Türk sinemasında yeni yıldızların ortaya çıkmasına neden oldu.

        Erotik yıldızlar...

        Arzu Okay, Zerrin Egeliler, Nejla Fide, Zerrin Doğan, Mine Mutlu, Seher Şeniz ve Figen Han...

        Yeşilçam'ın drama film yönetmenlerinin erotik film yönetmenliğine yatay geçiş yapması, birçok ünlü karakter oyuncunun bu türdeki filmlerde rol alması Türk sinemasının TV gibi teknolojik bir ürüne karşı kaldığı çaresizliği gözler önüne serdi.

        1975'ten sonra gösterime girenler arasında egemen güç erotik filmler olsa da başta Erler Film, Arzu Film, Gülşah Film olmak üzere ayakta kalmayı başarabilen yapım şirketleri, Türk sinemasının devamının ancak film üretmekle sağlanabileceği bilinciyle beyazperdeye '..... iftiharla sunar' yazısını yansıtmaya devam etti.

        TV, her ne kadar izleyicileri evlere kapatmış olsa da üretilen filmler hâlâ sadece sinema salonlarında izlenmek zorundaydı.

        Yapımcıların filmleri TV'ye satma anlayışı henüz ortaya çıkmamıştı.

        Hoş, öyle bir anlayış olsaydı da TRT'nin kısıtlı yayın süresinde filmlere yer nasıl bulunacaktı?

        Bu nedenle söz konusu anlayışın henüz doğmamasından ve TRT'de yayın imkanının bulunmamasından dolayı filmlerin TV'de yayınlanmıyor olması Türk sinemasının ayakta kalmasının yegane nedeniydi.

        1980'li yıllar...

        12 Eylül 1980.

        Askeri darbe ülkenin siyasi hayatına olduğu kadar sosyo - ekonomik ve kültürel hayatına da darbe vurdu.

        Tutuklanarak hapsedilen sinemacılar, sokağa çıkma yasağı, yakılan filmler...

        Türk sineması hiç bu kadar büyük bir krizle karşı karşıyla kalmamıştı.

        1980'de gösterime giren film sayısı bir önceki yıla oranla 136 adet düşerek sadece 68 oldu.

        Sinema üzerindeki askeri baskı bir yandan sokağa çıkma yasağı bir yandan...

        Ne sinemacılar film üretebildi ne de izleyici sokağa çıkıp sinemaya gidebildi.

        Askeri yönetimin hüküm sürdüğü 3 yıl içinde toplam 182 film gösterime girdi.

        Askeri yönetim sırasında tutuklanan oyunculardan biri Tarık Akan'dı.

        İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, Frankfurt'taki bir konser sırasında devletin dışarıdaki itibarını ve nüfuzunu kıracak faaliyet gösterdiği gerekçesiyle hakkında 18 yıl 8 ay hapis istendi. Tarık Akan, dava sonucunda hakkındaki suçlamalardan beraat etse de 2,5 ay hücre hapsine çarptırıldı.

        Bu durum demokrasinin yeniden kurulmasına kadar olan 3 yıllık süreçte devam etti.

        6 Kasım 1983'teki genel seçimlerin ardından 211 milletvekiliyle Turgut Özal'ın başbakanlığıyla iktidar olan ANAP ülkeye yeni bir dinamizm getirdi.

        O dinamizm içinde ülkeye yeni teknolojik bir ürün girdi.

        30 cm'lik Betamax ile VHS Türk sinemasına büyük bir darbe indirdi.

        Ne var ki o günlerde sinema sektörü bu büyük tehlikeyi göremedi.

        Video oynatıcısı...

        1975'te Sony tarafından üretilen video oynatıcıları Türkiye'de 1980'lerin ortalarına doğru yaygınlaşmaya başladı.

        Filmler, evlere önce Betamax ardından da VHS türü kasetlerle girmeye başladı.

        Her evde TV'nin olması, yayın süresinin, kalitesinin artması ve askeri yönetimle zor günler geçiren sinema salonu işletmecileri, video oynatıcılarının yaygınlaşmasıyla birer birer değil, üçer beşer kapanmaya, her mahallede ikişer üçer video kaset kiralayan - satan dükkan açılmaya başlandı.

        Video oynatıcısı sahibi olmak tıpkı 1970'lerde olduğu TV sahibi olmak gibi statü göstergesiydi.

        - O günlerde video sahibi olanların komşularına, eş - dost ve akrabaları arasındaki yaygın diyalog şöyleydi;

        - Falancanın filmini kiraladım. Akşama bekliyoruz.

        Akşama beklemeler aslında video oynatıcısı sahibi olunduğunun altını çizilmesiyle ortaya çıkan statü göstergesiydi.

        Çok geçmedi...

        Video oynatıcıları, TV gibi her eve girdi.

        Komşu, eş - dost ve akrabalarla yaygın diyaloglar şu şekle evrildi;

        - Bizde falancanın filmi var. Sizdeki falancanın filmiyle değiş - tokuş yapalım mı?

        Öylesine yaygınlaşmıştı ki...

        O güne kadar 165 filmle Türk sinemasının en çok üreten yapım şirketi olan Erler Film bile video filmleri üretimi ve satışından geri duramayarak Ulusal Video'yu kurdu.

        Türk sineması, o güne kadar kendi inisiyatifleri dışında gerçekleşen savaşlardan, terör olaylarından ve TV yayınının başlamasından dolayı zaman zaman tökezlemişti.

        Video sistemine adapte olup - olması için tamamen kendi inisiyatifindeydi ve tarihi hatasını da işte tam orada yaptı.

        'Filmler, nasıl olsa büyük beyazperdede değil, küçük ekranlarda gösteriliyor' gibi anlaşılması güç bir anlayışla deyim yerindeyse işler savsaklandı.

        Video sisteminin hızına yetişebilmek için yine deyim yerindeyse 'bakkal filmleri' üretildi.

        Hikâyeden çekim tekniklerine kadar birçok konuda kaliteden ödün verildi.

        Çekilen filmlerin gösterimleri için salon sayısını artırmak için uğraş verip uzun vadede kazanma yerine uğraş vermeden kısa vadede kazanmanın peşinden gidildi.

        Video sisteminin sinemanın katili olduğu gerçeği görülemedi.

        Veya görmezden gelindi.

        Hal böyle olunca da hikâyeden çekim tekniğine kadar kaliteden verilen ödün toplumu filmlerden soğuttu.

        Kurtarıcı gözüyle bakılan video, TV'nin meydana getirdiği yaraları henüz sarmayan Türk sinemasına ihanet ederek "TV'den sonra sen de mi video?" dedirtti

        1980'li yılların sonlarına gelindiğinde video oynatıcıları ya hurdacılara satıldı veya sadece düğün - sünnet törenlerinin videolarının izlenmesi için kullanıldı.

        Sinema sektörü, izleyiciyi sinema salonlarından uzaklaştıran her teknolojik gelişimin sinemanın melek yüzlü katili olduğu gerçeğinin farkına varamadı.

        Veya kısa vadeli kazançların peşine düşüp o gerçekliği görmeye uğraşmadı.

        Ve sinema sektörü video döneminden sonraki ikinci tarihi hatasını ilk 1989'da yaptı.

        Filmler TRT 2'de yayınlandı.

        Video sisteminin ömrünü tamamlamasıyla birlikte sinema sektörünün içine düştüğü çukur, Mariana Çukuru ile bile ölçülemeyecek kadar derindi.

        Öyle ya, insanlar artık video oynatıcılarını istemiyordu.

        Çoğu sinema salonu da kapanmıştı.

        O halde üretilen filmler nerede izlenecekti?

        Filmlerin TRT 2'de yayınlanması, yapımcıların kasasına garanti sıcak para girmesi adına kısa vadede 'Hızır'dı.

        Ne var ki uzun vadede izleyiciyi sinema salonlarından uzaklaştırarak sinemanın doğal dengesini bozan kuzu postuna bürünmüş kurttu.

        Doğal denge bozulunca da sinema salonu işletmecileri de yapımcılar da sisli bir döneme daha girdi.

        İşletmeciler, yeni salonlar açmak, yapımcılarsa film üretme konusunda önlerini göremedi.

        Siyasi istikrarsızlık ve ekonomik dar boğaz, sisli döneme bir de kara bulutlar ekleyince ortalık toz duman oldu.

        1990'lı yıllar..

        Türk sinemasının kayıp yılları oldu.

        Sinema sektörü geçmiş dönemde uzun vadeli düşünme yerine kısa vadeli düşünmeyle yaptığı hataların bedelini bu dönemde ödedi.

        Hem de ne ödeme...

        Bu dönemde üretilen film sayısının yıllık ortalaması 50.

        Yıllık ortalama izleyici sayısı ise 2 milyon.

        1990'larda Türkiye'nin nüfusa 60 milyondu.

        Kesilen bilet sayısı, nüfusun 30'da biri.

        2018'de Türkiye'nin nüfusu 82 milyondu.

        2018'de Türk filmleri için 44.635.265 bilet kesildi.

        Nüfusun yarısından fazla...

        Türk sineması bir yandan geçmişte yaptığı hataların bedelini ağır bir şekilde öderken diğer yandan var olma savaşını veriyordu.

        'İstanbul Kanatlarımın Altında', 'Eşkıya', 'Her Şey Çok Güzel Olacak' ve 'Vizontele' gibi özel kuvvetlerle tam bayrağını en stratejik tepeye dikecekken ebedi dostu, ezeli düşmanı olan teknoloji üzerine var gücüyle 'korsan CD' füzeleri atmaya başladı.

        1980'lerde mahallelere açılan video kaset dükkanlarının yerini bu kez korsan CD satan dükkanlar aldı.

        Yetmedi...

        Korsan CD; otobüs - minibüs duraklarına, vapur iskelelerine seyyar tezgahlar üzerinde konuşlandı.

        Hatta Atatürk Havalimanı'nın gelen yolcu kapısında bile korsan CD tezgahı görmüşlüğüm var.

        İşin en vahim tablosuysa filmlerin sinema gösteriminden önce korsan CD'lerde olmasıydı.

        O günlerde korsan CD satıcıları tezgahlarının başında meraklılarına şöyle sesleniyordu;

        'Gel vatandaş gel. Sinemalardan önce burada'...

        Film laboratuvarındaki bazı görevliler, filmlerin görüntülerini korsancılara sattı.

        Sinema salonlarındaki bazı görevliler, para karşılığında korsancıların teknik teşkilatın kurmasına yardım ve yataklık yaparak filmlerin beyazperdeden çekmesine göz yumdu.

        Ekmeğini yedikleri sinema sektörüne ihanet ettiler.

        Birçok filmi gösterimden önce korsan CD'lerde izlemek mümkündü.

        Türk sineması, korsan CD satışına karşı mücadele etmekte ağır davrandı.

        Film laboratuvarındaki ve sinema salonlarındaki o bazı görevlileri bulup filmlerin korsancıların eline geçmelerine engel olmaları yıllar sürdü.

        Konuyla ilgili yasa olmadığı için korsan CD satanlara karşı yasal yaptırım da uygulanamadı.

        Ta ki 3 Mart 2004'e kadar.

        Korsan Yasası TBMM tarafından kabul edilince filmlerin korsan CD'lerde satışı yasaklandı.

        Ne var ki korsan CD satışları hemen son bulmadı.

        Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından üretim ve satış noktalarına yapılan baskınlar sonrasında korsan CD satışlarında gözle görülür bir azalma olsa da sorun tamamen ortadan kalkmadı.

        Ta ki 9 Ekim 2005'e kadar.

        Korsan CD ürettiği gerekçesiyle tutuklanan Y.U adlı kişi 5 yıl 7 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı.

        O tarihten sonra da korsan CD satışı tarihe karıştı.

        Korsan CD satışının durmasıyla birlikte üretilen Türk filmlerinin sayısı da arttı, izleyici sayısı da.

        Ne var ki Türk sinemasının önünde bir büyük engel daha vardı.

        İnternet korsancılığı...

        2013'te internette onlarca film sitesi açıldı.

        O sitelerde başlarda vizyon filmleri korsan olarak yayınlanıyordu.

        Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın aldığı yasal tedbirlerle korsan siteler kapatıldı.

        Yasal tedbirler, sadece filmleri internette korsan olarak yayınları değil izleyenleri de kapsadı.

        İnternet korsan izleyenler IP numarasından tespit edilip 2 uyarıdan sonra da 2 bin TL para cezası verildi.

        Sonra yenileri açıldı.

        Onlar da kapatıldı.

        En sonunda korsan film siteleri vizyon filmlerini değil sadece eski filmleri yayınlamaya başladı.

        3 Mayıs 2017'de ise dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, bakanlığın Telif Hakları Kanunu'nda yapacağı değişiklikle ilgili düzenlediği basın toplantısında internetten korsan film izleyenlere cezai yaptırımların artacağını açıkladı. İnternetten film izleyenlere para cezasının yanı sıra 6 ay boyunca internet erişiminin yavaşlatılması cezası da verilmeye başlandı.

        Böylelikle Türk sineması kendisini yeyip bitiren teknolojinin tek dişini de sökmüş oldu.

        Peki o teknolojinin dişleri ya köpek balıklarında olduğu gibi kendini yenileyebilme özelliğine sahipse?

        Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, korsan yayınlar konusunda önemli çalışmalar yaptı.

        Günümüzde Türk sinemasının teknolojiyle imtihanı...

        Her şey, 'Organize İşler - Sazan Sarmalı'nın 1 Ocak'taki gösteriminin ertelenmesiyle başladı.

        Peki nedendi?

        Filmin yapımcısı BKM, sinema salonu işletmecisi Mars Cinema Group ile bilet payı ve kampanyalı bilet uygulaması nedeniyle aralarında çıkan anlaşmazlık nedeniyle filmin gösterimini ileri bir tarihe erteledi.

        Ardından Şahan Gökbakar, 'Recep İvedik 6'yı, Cem Yılmaz, 'Karakomik Filmler'i ve Mahsun Kırmızıgül ise 'Mucize 2: Aşk'ın gösterimlerini, filmlerinin net hasılatını görmelerine engel olan kampanyalı bilet uygulaması sona erene kadar ertelediklerini açıkladı.

        Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan, kampanyalı bilet uygulamasının da yasaklandığı Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun 18 Ocak'ta TBMM tarafından kabul edildi.

        Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sinema sektöründen yapımcıları, yönetmenleri ve oyuncuları kabul ettiği Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi'nde imzalamasının ardından yeni sinema yasası 30 Ocak'ta resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

        Yeni sinema yasasının yürürlüğe girmesinin hemen ardından da BKM, 'Organize İşler - Sazan Sarmalı'nı 1 Şubat'ta gösterime çıkardı.

        Şahan Gökbakar, Cem Yılmaz ve Mahsun Kırmızıgül ise yeni filmlerinin gösterimlerinin ekim, kasım ve aralıkta olacağını açıkladı.

        Nedeni de yapımcıların baştan beri şikayetçi olduğu, bundan dolayı filmlerinin gösterimlerini erteledikleri kampanyalı bilet yasağının 1 Temmuz'da başlayacak olması.

        'Organize İşler - Sazan Sarmalı'nın gösteriminin ikinci haftasında bir dijital platformda da yayınlanacağı duyuruldu.

        Ortalık bir kez daha toz duman...

        Karışan zihinlerdeki düşünceler şunlar oldu.

        Hoppala.

        Nasıl yani?

        Bu ne şimdi?...

        Türk sineması, teknolojinin girdabına bir kez daha mı kapılacaktı?

        Film dijital platformda yayınlanacaksa kim sinemaya gider ki?

        Türk sinemasının tarihinde defalarca örneği ve sonuçları görülmüş bir hata neden tekrarlanır ki?

        'Vizontele' ile devrim yaptığı Türk sinemasına yeni kapılar açan BKM, film gösterimdeyken neden dijital platformda da yayınlatarak sektörün geleceğini riske atar?

        İzleyicide diğer filmler için 'Amannnn, boş ver. Neden sinemaya gidelim ki? Nasıl olsa o da dijital platformda yayınlanır' gibi sinema sektörü için yakıcı bir algının oluşmasına neden olmaz mı?

        'Organize İşler - Sazan Sarmalı'nın özel gösteriminde Yılmaz Erdoğan, Şahan Gökbakar, Cem Yılmaz, Mahsun Kırmızıgül ve Muzaffer Yıldırım kampanyalı bilet uygulamasına karşı birlik olduklarını bu fotoğrafla gözler önüne sermişti.

        Günümüzde Türk sinemasının lokomotif yapım şirketi BKM, 'Organize İşler - Sazan Sarmalı'nı sinema salonlarında gösterimdeyken dijital platformda da yayınlattı?

        Film üretme konusunda sahip olduğu bilgi, donanım ve organizasyon becerisiyle 2001'den bugüne yılda ortalama 4 yeni yapıma imza atan BKM, bir filmin gösterimdeyken dijital platformda da yayınlanmasının Türk sinemasının altına dinamit koymakla eş değer olduğunu bilmiyor muydu?

        Necati Akpınar ile birlikte BKM'nin ortağı Yılmaz Erdoğan, Köyceğiz'deki film platosuna dostlar alış verişte görsün diye mi milyonlarca dolar harcamıştı?

        O halde BKM, ne oldu da 'Organize İşler - Sazan Sarmalı'nı sinema salonlarında gösterimdeyken dijital platformda yayınlattı?

        Film, yeni sinema yasası henüz yürürlüğe girmeden önce dijital platforma satıldı.

        BKM,

        1- Belki de yeni sinema yasasının ne zaman çıkacağının bilinmemesinden.

        2- Belki de sinemanın yanı sıra birçok alanda kolektif üretimde bulunduğu ve bünyesinde çok sayıda çalışanı olduğundan dolayı acilen sıcak paraya gereksinim duymuş olabileceğinden.

        3- Belki de kampanyalı bilet uygulaması nedeniyle yapımcıların çok para kaybetmesine neden olduğunu düşündükleri ve 'Filmlerini bize vermezlerse vermesinler, biz de başka filmler gösteririz' diyen Mars Cinema Group'a bir göz dağı vermek istediğinden.

        Neden?

        Kanımca;

        BKM, sinema sektörünün lideri. Günümüze kadar 65 film üretti.

        Bunun sonucu olarak da sinema salonları en çok parayı BKM filmlerinden kazandı?

        Mars Cinema Group Kurumsal İlişkiler ve Uyum Direktörü Av. Aslı Irmak Acar, yapımcılarla aralarındaki sorun konusunda kamuoyuna Habertürk aracılığıyla yaptığı ilk açıklama olan 'Başka yapımcıların da filmleri var. Salonlarımız boş kalmaz' sözlerine BKM, 'Haydi buyurun bakalım. Salonlar boş kalıyor mu, kalmıyor mu görelim. Biz filmlerimizi başka mecralarda da izleyicimize ulaştırır, maliyetimizi çıkarırız. Peki siz ne yapacaksınız? şeklinde cevap vermek istedi.

        Peki, BKM böyle düşündüğü için 'Organize İşler - Sazan Sarmalı'nı dijital platformda da yayınlatmışsa davasında haklı mıydı?

        An itibariyle gişe rakamlarına bakacak olursak haklı.

        Çünkü Box Office Türkiye'nin 2019 ile 2018'in ilk 8 hafta 3 günlük karşılaştırmasına bakacak olursak izleyici sayısında % 33.1'lik, hasılatta ise % 22.8'lik bir düşüş söz konusu.

        Üstelik bu düşüş 3.384.867 kişi tarafından izlenerek 2019'un şu ana kadar en çok bilet kesilen filmi olan 'Organize İşler - Sazan Sarmalı'na rağmen yaşandı.

        Gösterimde olan film sayısı açısından iki yıl arasındaki fark sadece 2.

        Bu da şunu gösteriyor ki 'Filmlerini vermezlerse vermesinler, yerlerine başka filmler buluruz' çıkışının altı dolu değil.

        Sektörün büyük oyuncuları olmadan sinema salonlarını doldurmak pek olası görünmüyor.

        BKM'nin 'Organize İşler - Sazan Sarmalı'nın dijital platformda yayınlatmasının ardından sinema sektöründe sadece sinema salonu işletmecileri 'Yooo, olmaz öyle. Filmini salonlarımızda gösterirken dijital platformda da yayınlatırsan biz zarar görürüz. Bu yaptığınız Türk sinemasına vurulan bir darbedir' türünde açıklamalarda bulundu.

        Onun ötesinde hiçbir yapımcı BKM'ye 'Hayırdır, ne oluyor? Bunu yapman bize, sektöre ve Türk sinemasına zarar verir' demedi.

        Kapalı kapılar ardında neler düşünüldüğünü, neler konuşulduğunu bilemeyiz tabii...

        BKM, hemen bir açıklama yaparak filmlerinden biri gösterimdeyken dijital platformda da yayınlanmasının kampanyalı bilet uygulaması krizi döneminde alınmış bir karar olduğunu, bu durumun sadece 'Organize İşler - Sazan Sarmalı' ile sınırlı olduğunu ve başka hiçbir filmleri için aynı uygulamanın söz konusu olmayacağını dile getirdi.

        Ve hemen akabinde 'Öldür Beni Sevgilim'i izleyiciyle sadece sinema salonlarında gösterime çıkardı.

        'Organize İşler - Sazan Sarmalı', BKM'nin 'Kelebeğin Rüyası'ndan sonra en yüksek bütçeli filmi oldu.

        'Organize İşler - Sazan Sarmalı'nın dijital platformda da yayınlanması gişeyi nasıl etkiledi?

        Dijital platformda yayınlanmadığı takdirde kaç kişi tarafından izleneceğini asla bilemeyiz ama filmin açılış gişesine bakacak olursak sinema salonlarında 3 milyon 750 bin - 4 milyon kişi tarafından izleneceği ortaya çıkmıştı.

        Şimdiye kadar 3.384.867 kişi tarafından izlendi. Görünen o ki gösterimden çıkana kadar izleyici sayısı yaklaşık 3 milyon 700 bin olacak.

        Hal böyle olunca da dijital platformda yayınlanması izleyiciyi sinema salonlarından uzaklaştırdığı söylenemez.

        BKM, 'Öldür Beni Sevgilim'i izleyiciyle sadece sinema salonlarında buluşturdu.

        Sonuç...

        Sektörün büyük oyuncuları daha önceki krizlerde olduğu gibi bu kez sorunu halı altına süpürüp görmezden gelmedi.

        Şahan Gökbakar, Cem Yılmaz ve Mahsun Kırmızıgül, milyonlarca dolar harcadıkları yeni filmlerini gösterimini 8 - 9 ay erteleyerek önemli ölçüde maddi kayba uğradı.

        Önceki dönemlerde yapılan hatalara düşerek kısa vadede kazanma yerine 'Film, beyazperdede izlenir' diyerek var olma nedenleri olan sinemayı korumayı tercih ettiler.

        Dijital platformların yüksek bedeller ödemesine rağmen filmlerini sadece beyazperdede gösterme kararı alarak sinemanın doğasına müdahale etmediler.

        Gösterime yeni giren ve girecek olan diğer filmlerin yapımcıları da gerek afişlerde gerekse çeşitli mecralardaki tanıtımlarda 'Sadece sinemalarda' ibaresinin altını çizerek izleyicinin zihninde 'Film, beyazperdede izlenir' algısı oluşturma çabasına girdi.

        Sinema, var oluş nedeni olan teknolojinin öteki yüzüyle zaman zaman karşı karşıya kaldı, kalıyor.

        Teknoloji, var ettiği sinemayı zaman zaman çeşitli platformlarla bitirme noktasına geldi, geliyor.

        Hem Türkiye'de hem dünyada...

        Yapımcıların beyazperdeyi koruma çabası ve izleyicinin 'Sinemaya gitmek sadece film izlemek değil, aynı zamanda sosyalleşmektir' anlayışına sahip olması, Türk sinemasını gelişimine engel olacak teknolojik unsurların girdabı içine çekmesine engel oluyor.

        GRAFİK TABLOLAR: CAN BAYTAK

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ