Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gastro Seyahat Berlin'de sonbahar

        Paradis adlı kitabım için araştırırma yaparken Paris’le ilgili pek çok şey okudum. En sık rastladığım kalıplardan biri “Paris hep Paris’tir” benzeri cümlelerdi. Sonra bir Fransız’ın cümlesi ilişti gözüme: “Paris daima Paris’tir” ama Berlin asla her zaman Berlin değildir.”

        Evet Berlin başka bir şehirdi her zaman. Hafızalarda soğuk ve gri bir imgesi vardı, özellikle İkinci Dünya Savaşı’na ait film ve fotoğraflarda. O çirkin duvarın da etkisiyle uzun yıllar öyle kaldı. O geniş caddelerin, görkemli yapıların, Spree Nehri kıyılarının güzelliği uzun zaman anlatılamadı. Berlin, bir savaş ve düşman kardeşler şehriydi. 90’lı yılların başında duvarın yıkılmasıyla çiçekler açtı şehirde. Adeta mevsim değişti, gökyüzü mavileşti, sokaklar renklendi. Dünyanın hemen her yerinden göç aldı. Almanya’nın en renkli şehirlerinden birine dönüştü. Doğu Berlin’in Mitte’si Avrupa’nın en şık-bohem semtlerinden biri oldu. Yeni rota, nehir kenarından süzülüp Mitte’ye oradan Kastanien Strasse ve ver elini yükselen değer Kreuzberg (Küçük İstanbul) olarak belirlendi...

        Benim için sonbahar, Almanya ama daha çok Berlin’dir. Eski Doğu Berlin sokaklarında ve Spree Nehri kıyılarında yürürkenki uzun ve yalnız yürüyüşlerdir bunlar, aklıma Rilke’nin Herbsttag’ı (Sonbahar Günü) gelir: “Yapayalnızdır hep, yalnız kalan bir kere. Kalkar, okur, mektup yazar uzun süre. Yollarda huzursuz aşağı yukarı. Dolaşır, yapraklar dökülürken yere...” Yine Rilke “Sert şaraptaki son tadın izini sür” der başka bir satırda. O halde Friedrichstrasse’ye uzanıp “riesling” üzümlerinden yapılmış bir kadeh beyaz şarap kaldırabilirsiniz ünlü şaire...

        Dünyanın tam ortasında

        Goethe’nin Genç Werther’in Acıları’nı yazarken ilham aldığı sokaklar, sarı yapraklarla kaplanmışken ben de yıllık rutinimi gerçekleştiririm. Bunun sadece romantik gerekçeleri yok elbette, en önemli sebeplerimden biri her sonbahar yenilenen Berlin’in kendisidir. Sonbaharda şehre yeni yüzler gelir, yeni restoranlar, barlar açılır, yaşama yön verenler, yeni fikirler ortalığa dökülür... Sanatçılar yeni sergilerini hep sonbaharda açar. Hackescher Markt dolup taşar. Yürürken sadece Berlin’in değil, dünyanın da tam ortasında olduğumu düşünürüm. David Bowie’nin insan aklının alabileceği en zengin kültürel fantezi olarak tanımladığı kentte, şarap yerini bir diğer Alman güzelliği Jaegermeister’e bırakır. Gece başlar; fonda David Bowie’den Let’s Dance çalar...

        Okuyun

        Alfred Döblin’den Berlin Aleksander Meydanı. Küçük bir Berlin havası almak isteyenlere de Sabahattin Ali’den Kürk Mantolu Madonna.

        Dinleyin

        Rammstein’ın 1998 Parkbühne konser kaydı süper ama kulağınıza çok sert geliyorsa; Marlene Dietrich’ten “Ich hab noch einen Koffer in Berlin”i de dinleyebilirsiniz. Yok eğer Berlin sound bir şeyler dinleyecekseniz o zaman Alman DJ’ler Paul Kalkbrenner ya da Michael Mayer’i tavsiye ederim.

        İzleyin

        İki Berlin’in birleşmesini konu alan iki iddalı film, “Elveda Lenin” ve “Berlin is a Germany” o günleri dramatik aynı zamanda da komik anlatıyor. Berlin’in soğuk savaş yılları için en iyi seçim ise Florian Henckel von Donnersmarck’ın yönettiği En İyi Yabancı Film Oscar’ını alan Başkalarının Hayatları (Das Leben und Anderen)...